10 Aralık 2021 Cuma

Tarihi Dizilerimiz *

Televizyonlarda gösterime giren dizilerle aram pek yok. Geçmişte takip ettiğim birkaç dizi oldu. Dizi final yapıncaya kadar izlemeye devam ettim. Akşam 8 sularında özetiyle başlayan diziler aşağı yukarı 00.00’a kadar sürüyor. Dizi başlayınca kolay kolay reklam verilmiyor. Reklam verildi mi de diziye geçilmiyor. O kadar reklam aldığına göre öyle zannediyorum, dizilerin izleyici kitlesi epey var. Baktım ki dizi bağımlılık yapıyor. Tüm gecemi yok ediyor. Bir daha mı dedim ve dizi izlemeye tövbe ettim. Misafirim geldiğinde ya da misafirliğe gittiğimde muhatabım dizi bağımlısı ise onlar izlerken o değilden mecburen biraz izlediğim olur. Dizinin evveliyatını bilmeyince böyle dizileri izlemek benim için Çin işkencesi oluyor ama yapılacak bir şey yok.

Son yıllarda herhangi bir dizi izleyicisi olmasam da ne tür dizilerin gösterimde olduğundan haberdarım. Dizilerin içeriğine bakınca son yıllarda genellikle tarihi diziler revaçta. Gösterime giren bir dizi birkaç yıl sürüyor. Ardından finali yapılır yapılmaz yeni sezonda bir başka tarihi diziye geçiliyor. Geçmişimizden bahseden bu tür diziler izleyiciyi ekrana çekiyor olmalı ki bu tür dizilere geçildi. Köklü ve geniş bir tarihimiz olduğuna göre senarist ve yapımcılar tarihi dizilerden epey ekmek yiyeceğe benziyor.

Dizilere, özellikle tarihi dizilere karşı mıyım? Değilim. Dizi olsun, her türlü konu da dizi konusu edinilsin. Zira insanımızın hoşça vakit geçirmeye ve bazı konularda bilgilenmeye ihtiyacı var. Yalnız dizilere bir standart getirilmesinde fayda var hem zaman hem de içerik yönünden. Çünkü diziler özetiyle birlikte izleyicinin tüm gecesini alıyor. Pekala diziler özetiyle birlikte 1,5 saat ile sınırlandırılabilir. Yine dizilerin kaç bölüm olacağı, dizi ekranlara verilmeden belli olması iyi olur. Çünkü yıllarca süren diziler var. Yeter ki izleyici bulabilsinler. Bitmeyen hikaye gibi dizi sündürülüyor da sündürülüyor. Sanki konu sıkıntısı çekiliyormuş gibi aynı sahneler tekrar ediliyor. Yine dizilerimiz ağır çekim gibi. Bir yarım saate sığdırılması gereken bölümler birkaç haftaya yayılabiliyor. Zamanında izlemeye başlayan izleyici de tüm bunlardan sıkılmasına rağmen bağımlılık yaptığı için izlemeye devam ediyor.

Dizilerin içeriklerine gelince, sosyal hayatta dizi ve sinemaya uyarlanması gereken çok geniş bir alan olmasına rağmen televizyonlarda oynatılan diziler, konusu yönünden birbirinin kötü bir kopyası mesabesinde. Çünkü tüm diziler birkaç konu etrafında dönüp duruyor. Aslında her dizide farklı konular işlense, daha sürükleyici olur ve fazla izleyiciyi ekrana çekmiş olur.

Son yılların parlayan yıldızı tarihi dizilere gelince, bu diziler içerik yönünden neredeyse tüm diğer dizileri geride bıraktı. Görünen o ki bir müddet daha devam edeceğe benziyor. Elbette tarihi diziler olsun ama tümden tarihe yönelmeyi abartılı buluyorum. Fazla izleyici bulduğundan mıdır yoksa birileri özellikle tarihi dizilere yer verilsin mi istiyor, bundan emin değilim. Sebep her ne ise tarihi dizilerin de aynı içerikli aşk film ve dizileri gibi cılkını çıkarmamak lazım diye düşünüyorum. Tamam, tarihi diziler gururumuzu okşuyor olabilir, bize farklı dünyalar yaşatabilir, tarihimiz ve tarihi şahsiyetler hakkında bizi bilgilendirebilir. Böyle dizilerle geçmişten ibret almamız istenebilir. Ki olması da lazım. Çünkü tarih ibret almak, geçmiş hataları bir daha yapmamak ve geçmişten güç alarak ayaklarımızı daha sağlam yere basmak içindir. Bunun için tarihi olay ve kişilerin herhangi bir fotoşopa tabi tutulmadan olduğu gibi aktarılması lazım ki bu tarih bize fayda sağlasın.

Gördüğüm kadarıyla tarihi dizilerimiz ibret alınsın, ayağımızı yere sağlam basalım diye değil de slogan, hamaset ve övgü üzerine yürüyor. Bence övgüden ziyade tarihimizden güç alarak günümüzde ne yapılabilir, tarihimiz geleceğe nasıl ışık tutabilir üzerine tarihi dizileri işlemek daha uygun geliyor. Zira hamaset, slogan ve övgünün bize geçici bir hazdan başka katkısı olamaz. Geçmişle yaşamayı bırakıp günümüze gelelim istiyorum.

*07/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Aralık 2021 Çarşamba

Umut ve Güvenleri Yok Etmemek Lazım *

Çölde yaşayan zengin ve muktedir bir kabile reisinin dillere destan, eşi az bulunur bir atı varmış. Günün birinde kabile reisi, çok sevdiği bu atına atlayarak çöle tek başına gezmeye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra dönmek üzere iken uzaklarda bir kımıltı dikkatini çekmiş. Bir insan yerde yatıyor. Belli ki ölmek üzere olan yardıma muhtaç bir hasta.

Atından inerek yerdeki adama yardıma gitmiş. Hâlâ nefes aldığını görünce sevinip atının terkisinden su kırbası almak üzere iken yerdeki mecalsiz ve hasta adamı, o herkesten kıskandığı değerli atının üzerinde görünce şaşırıvermiş. Adam atı topuklayıp erişilemeyecek kadar uzaklaştıktan sonra geriye dönüp alay edercesine bakmış atın sahibine. Fakat bir gariplik var. Atın sahibi ağlamanın dışında herhangi bir tepki vermiyor.

Zoruna gitti de ondan ağlıyorsun, değil mi? Sen ki bu atı kendi gözünden, evladından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sayesinde bu at şimdi benim oldu. Bu yüzden ne kadar ağlasan yeridir” demiş hırsız. Atın sahibi ise “Atımı çok sevdiğim doğrudur. Elimden alman elbette gücüme gitti. Üzülmeye üzüldüm fakat atımın elden gittiğine ağlamıyorum” deyince “Kadınlar gibi niye ağlıyorsun ya?” demiş. “Benim ağlamamın sebebi, bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir hile ile atımı elimden alıp kaçtığın, dilden dile dolaştığında, bundan sonra çölde hiç kimse, ölmek üzere olan gerçek bir ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm bundan. Ne olur, bu yaptığını kimseye anlatma, olmaz mı?” şeklinde cevap vermiş. Bu cevap karşısında hırsız yaptığına pişman olur ve atı geri verir. Belli ki insaflı bir hırsızmış.

*

Yaşlı Fred, hastaneye kaldırılır. Ailesi, aile papazını da kendilerine eşlik etmesi ve gereğinde görevini yapması için çağrılır. Papaz ve aile fertleri yatağın etrafında beklerken Fred'in durumu aniden kötüleşir. Yatağından doğrularak, el işareti ile yazacak bir şeyler ister. Papaz, anlayışlı bir şekilde Fred'e kağıt ve kalem uzatır. Fred titreyen ellerle hızlı hızlı kağıda bir şeyler yazıp kağıdı papaza uzatır ve aniden ölür. Böyle acılı bir anda kağıttakileri okumanın doğru olmayacağını düşünen papaz, kağıdı katlayıp cebine koyar. Birkaç gün sonra, Fred'in cenazesi sırasında, Fred'in verdiği kağıdın cebinde olduğunu hatırlar. Cenazenin gömülmesinden hemen önce, papaz ileri çıkarak: ''Sevgili Fred, ölmeden hemen önce benden kağıt isteyerek bir şeyler yazdı. Zaman uygun olmadığı için o anda bakmadım ama şimdi, hepinizin önünde bu notu okumak istiyorum'' demiş ve cebinden kağıdı çıkararak yüksek sesle okumuş: ''LÜTFEN BİR ADIM SOLA ÇEKİL. OKSİJEN HORTUMUNA BASIYORSUN.''

*

Kral bir gün dondurucu kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan bir muhafızın yanına giderek “Üşümüyor musun?” diye sorar. “Ben alışığım efendim” der muhafız. Kral, “Olsun, ben sana, sıcak tutan elbiseler getirmelerini emredeceğim” diyerek ayrılır.

Ancak kısa bir süre sonra askerlerine sıcak tutan elbiseleri götürmelerini emretmeyi unutur.

Ertesi gün ise duvarın yanı başında soğuktan donarak ölmüş muhafızın cesedi bulunur. Muhafız ölmeden önce duvara şunu yazar:  Kralım, ben soğukta nöbet tutmaya alışkındım. Beni öldüren, senin sıcak elbise vaadindir”.

*11/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Aralık 2021 Salı

Kız ve Erkeği Okullarda Ayırmak (2) *

Çocuklarımız, karma eğitimde mi yoksa teşbihte hata olmasın, haremlik-selamlık diyebileceğim kız-erkek ayrı okullarda mı okumalı? Bu konuda toplumun tek fikir olduğunu sanmıyorum. Karma olsun diyenler olabileceği gibi ayrı olsun diyenler de vardır. Ayrı ve karışık okumanın, olumlu ve olumsuz yönleri vardır mutlaka. Çünkü sosyal olaylarda tek doğru yoktur. Bana ikisinden birini seç denirse seçim yapmakta zorlanırım. Ama hangisi faydaya daha haiz değil denirse, çocukları ayrı okul ve sınıf ortamlarında okutmaya tabi tutmanın, tüm iyi niyetlere rağmen iyi sonuç vereceğini düşünmüyorum. Çocuklara ayrı veya karışık eğitim yaptırırken insan ve çocuk psikolojisini düşünmek, hangisinin yararları daha fazla, bunun üzerine kafa yorup ona göre harekete geçmek gerek diye düşünüyorum.

Karma eğitim sorunsuz mu? Değil. Kız-erkeğin bir olduğu yerde sorun olur, kız kıza okunan yerde de sorun olur, erkek erkeğe okunan yerde de sorun olur. Yani bir yerde birden fazla insan varsa orada sorun mukadderdir. Sorun oluyor diye ne yapacağız? Bence sorunla yüzleşmek, sorun çıkmaması için çaba göstermek, sorun çıkıyorsa sorunu gidermek için çaba sarf etmek gerek. Sorun çıkar veya çıkıyor diye okulları kız ve erkek olarak ayırmayı, sorundan kaçma ve pansuman tedbirlere başvurma olarak görüyorum.

Neden denirse, insanoğlu sosyal bir varlıktır. Hayat sadece okullardan ibaret olsa kızı ve erkeği ayıralım diyeceğim. Ama hayat dediğimiz şey okullardan ibaret değil. Hayatın her alanında kız ve erkek vardır ve iç içe yaşar. Bir elmanın yarısı gibidirler. Kadın ve erkek de birbirlerine ilgi duydukları kadar muhtaçtırlar da. Ne kadın erkeksiz ne de erkek kadınsız yapabilir.

Öyle değil mi gerçekten. Okul ve sınıflarda cinsiyet ayırımına tabi tutuğumuz kız ve erkek; cadde ve sokakta, alışveriş merkezlerinde, park, bahçe ve pazarlarda, mahallede, servis ve toplu taşımalarda, işyerlerinde bir ve beraber değiller mi? Bundan doğal bir şey de olamaz. Kadın ve erkeği ayrı dünyaların insanları olarak ayrı ortamlarda yaşatamayacağımıza göre bunları bir arada nasıl sosyalleştiririz üzerine kafa yormak lazım. Çünkü ayrı sınıf ve okul ortamlarında yetişen çocukları bekleyen en büyük tehlike sosyalleşme sorunudur. Kız görmeden veya erkek görmeden, erkek erkeğe veya kız kıza büyüyenler, toplumun içine girdikleri zaman neye, kime, nerede, nasıl, ne şekilde davranacağının ve nasıl konuşacağının sorunu ile karşı karşıya kalırlar. Genellikle karşıt cinsle uzun süre iletişim sorunu yaşarlar. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını.

Hoş, sorunlar dolayısıyla kız ve erkeğin sınıf ve okullarını ayırdık diyelim. Çağın ve teknolojinin geldiği noktayı nereye koyacağız? Çünkü bugün sanal alem, dijital ortam, cep telefonu ve İnternet hayatımızın bir parçası. Bu teknoloji sayesinde uzak yakın olabiliyor. Eve kapattığımız çocuğumuz bu teknoloji sayesinde dünyanın öbür ucundaki tanımadığı kişilerle iletişime geçebiliyor. Değil ki ayrı okullarda okuyan çocuklar iletişime geçemesin. Yani kız ve erkeği bekleyen tehlike, evlerimize kadar sirayet etti. Durum bu iken okul, bina ve sınıf ortamlarını ayırmayı kafamızı kuma gömmeye benzetirim. Dağda evliya yetiştirmeye çalışmaktansa toplum içerisinde kızın ve erkeğin kendini koruyabileceği ve gelmesi muhtemel tehlikelere karşı kendilerini nasıl koruyacağını öğrenmelerinde fayda vardır.

Kız ve erkek aynı sınıflarda okuduğu zaman öğrencilerin davranışlarında -istisnalar kaideyi bozmamakla beraber- olumlu yönde değişiklik olabileceğini düşünüyorum. Sınıfından bir kıza ilgi duyan -bunun tersi de mümkün- ilgi duyduğu karşıt cinse, kendini göstermek bakımından derslerine ve davranışlarına daha bir özen gösterebilir. Bu da başarıyı getirebilir. Burada, bunlar aşk hayatını okullarda yaşasın demek istemiyorum. Doğası gereği karşıt cinse ilgi duyan biri, ileride evlenmeyi düşündüğü kişiyi okul ortamında tanımış ve test etmiş olur. Bundan eş olur veya olmaz dedirtir. Bu da evliliğin temellerinin daha sağlam atılmasına sebebiyet verebilir. Çünkü sınıf ortamı bir günlük, üç günlük değil. Neredeyse 4 yıl boyunca birbirlerinin hal ve hareketlerini, ders başarısını, neye güldüğünü vs. gözlemlerler. Davranışlar pozitif enerji veriyorsa, ileride Allah’ın emri ile evlenirler. Böylesi bir durum; eş ve dostun tavsiyesi, görücü usulü ile evlenme, çarşı-pazarda veya işyerinde fiziki görme ve bir pastanede birkaç oturma sonucu muhtemel evlilikten daha iyi olmaz mı?

Bir diğer husus, kız ve erkeğin ayrı okul ve sınıflarda okutulması, devletin imkanlarını yerli yerinde kullanılmaması anlamına gelir. Çünkü kız ve erkek okulları aynı muhitte yan yana yer almıyor. O muhite kız okulu açılmışsa aynı mahalledeki erkek çocuklar daha uzaktaki okulda eğitim ve öğretim yapmak zorunda kalıyorlar. Aynı muhitteki okulun öğrencilerini kız ve erkek sınıfı diye ayırdığımız zaman 30 olan ideal sınıf özellikle kırsalda oluşmuyor. Çünkü okula gelen kız ve erkek sayısı eşit olmuyor. Bir sınıf seviyesinde 10 kız öğrenci varken erkek öğrenci sayısı 20 olabiliyor. Bir sınıflık öğrenciyi bu şekil iki sınıfa ayırdığımız zaman devlet bir öğretmen görevlendirmesi yerine iki öğretmen görevlendirmek zorunda kalabiliyor. Bu da devletin sırtına maddi olarak ek yük getirmektedir. Yani okulların normları alt üst olmaktadır.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Okullarda denetimli serbestlik şeklinde karma eğitim yapılması, bana daha makul geliyor. Biliyorum, bu konu çok su götürür ve çok şey söylenebilir. Yaptığım değerlendirme de kendimi bağlar. Herkesin görüşü kendisine.

*02/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.