29 Kasım 2021 Pazartesi

Freni Patlamış Kamyon *

 Gel evlat, seninle şöyle yukarı çıkıp tepeden aşağıyı gözlemleyelim. Kim, ne yapıyor bir bakalım.

 Ne gerek var baba yukarı çıkmaya. Buradan gözlemleyelim, olmaz mı?

 Beni dinle evlat, yukarı çıkıp oradan bakalım. Çünkü kalabalıklar içerisinde durdukça olup biteni göremeyiz. Gördüğümüzü de sağlıklı değerlendiremeyiz. Sana tavsiyem, böyle durumlarda ortamdan uzaklaş, onları uzaktan izle. Böylece daha objektif değerlendirmede bulunmuş olursun. Bir koyun sürüsünün içindeki koyunların ahvalini onları izleyen çoban daha iyi bilir. Koyun dediğin bazen sürüden ayrılıp kendini çoban yerine koyacak, içinden çıktığı hemcinslerinin durumunu daha iyi anlayacak. Aynı şekilde koyunları uzaktan izleyen çoban da bazen sürünün içerisine girecek, kendini koyun gibi görecek, olup bitenleri bir de içeriden izleyecek. Buna empati diyebiliriz. Aynı şekilde bir maçı yöneten hakem, futbolcular kavgaya tutuştuğu zaman aralamaya girmez. Onları kenardan izler ki suçun kimde olduğunun kararını doğru bir şekilde verebilsin.

—Tamam, dediğin gibi olsun. Zaten çıkmış olduk tepeye.

—Ne görüyorsun aşağıda?

—Bir kamyon var. Ama bu kamyon bildiğimiz kamyonlara pek benzemiyor. Sanki freni patlamış gibi hızla ilerliyor. Çünkü normal gitmiyor.

—Bravo sana. O gördüğün kamyon freni patlamış bir kamyondur. Önüne kim gelirse onları kovalıyor. Kimine sürtünüyor kimini altına alıyor kimi kenarda endişeli bir bakışla kamyonun ilerleyişini izliyor. Gerçekle yüzleşmek yani bu kamyonun gidişatının gidişat olmadığının farkına varmayan az sayıda kişi de kamyonun freninin patladığından haberi yokmuş gibi davranarak tecahülüarif sanatının en güzel örneğini sergiliyor ve bizim şoför ne güzel sürüyor diyor.

—Ne demek istiyorsun?

—O gördüğün kamyon temsilidir: Enflasyondur, hayat pahalılığıdır, TL’nin döviz karşısında pul olmasıdır, iğneden ipliğe her şeye zam gelmesidir. Bu kamyon öyle bir şey ki yanından geçtiği, sürtündüğü, tepeden izleyen herkesin canını acıtacak. Altına aldığını daha fazla acıtacak. Kenardakiler onların durumuna üzülecek ama bir müddet sonra herkesi etkisi altına alacak ve vara altında biz de kalaydık. Zira onlar kurtulup gitti diyecek. İşin garibi kimseyi öldürmeyecek ama açtığı yaralarla herkesi komaya sokacak.

—Olan oldu. Bu aşamadan sonra ne yapılabilir?

—Ekonomist değilim ama piyasadan canı yanan milyonlarca insandan biri olarak derim ki bu kamyon sağa sola daha fazla zarar vermeden hızını düşürmek için bir şeyler yapmak lazım. Hızla ilerleyen bu kamyonun vitesi yavaş yavaş küçültülecek. Piyasanın sakinleşmesi için yapıcı konuşmalar yapılacak, arı kovanına çomak sokar gibi konuşmalar yapılmayacak. Piyasayı delirtecek konuşmalardan azami derecede kaçınılacak. Ekonomiye dair piyasanın koşulları neyi gerektiriyorsa ona başvurulacak. Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok.

—Bunu kim yapacak?

—Etkili ve yetkili kişiler, bizi yönetenler, ekonominin başında bulunanlar.

—Yapıyorlardır herhalde. Çünkü sorumluluk bunu gerektirir.

—Bundan pek emin değilim. Zira tüm bunları yapmak için önce mevcut durumun bir fotoğrafını çekmek, mevcut durumu kabullenmek lazım. Bir şey yok, iyiyiz, yok biz şunun mücadelesini yapıyoruz denerek bir yere varılmaz. Demek istediğim, önce hastalık kabul edilecek, bu hastalığın nasıl tedavi edilmesi gerektiği ortak akılla belirlenecek sonra tedaviye geçilecek. Bazıları bunun farkına varsa iyi olur. Çünkü tencere, tavanın karşısında kimse duramaz.

*13/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dış Güçler Modası *

Türkiye'de son yıllarda bir moda başladı: Ne zaman bir konuda işimiz rast gitmese, bir sıkıntı yaşasak, bir darboğaza girsek, işin kolaycılığına kaçarız. Nerede hata yaptık demeyiz. Suç, hata ve yanlışı dışarıda arar olduk. Küresel güçlerin, dış güçlerin işi deriz. Zaten bunlar bizim onmamızı istemez. Bunlar bize düşman, bizim gelişmemizi istemiyor şeklinde söylenir dururuz. 

Dış güçler bizi alt etmek ve süründürmek için çaba sarf ediyor olabilir. Ki olması kadar doğal bir şey olamaz. Nasıl ki insanlar arasında hatta kardeşler arasında bile rekabet ve anlaşmazlık oluyorsa, devletlerarasında da rekabet, anlaşmazlık ve çekememezlik olabilir. Burada önemli olan devletlerarası ilişkilerde ülkeyi ezdirmeden kazan kazan prensibiyle hareket etmektir. Onlarla dostluk babında ne kol kola girilir ne de ilişkileri bitirecek şekilde rest çekilerek düşman bellenir. İki tarafın da memnun olacağı ve asgari müştereklerde anlaşabileceği çözüm yollarına odaklanılır. İlişkiler gerilince bu gerilim iç politika malzemesi yapılmaz. Çözülemeyen sorunlar soğumaya terk edilmek üzere buzdolabına kaldırılır. Her halükarda ilişkiler seviyeli yürütülür. Diplomatik teamüllere riayet edilir. Çünkü devletlerin onuru kişilerin onurundan daha önce gelir. 

Önemli olan ülkeyi devletlerarası rekabete hazırlamak için yeraltı, yerüstü ve insan gücünü hazırlamaktır. Ekonomiyi dünya ölçeğinde boy ölçüşebilecek seviyeye getirmektir. Üretim ekonomisine gereken önemi vererek ithalat ve ihracat dengesini sağlamak, cari açığı kapatmaktır. Anlatmak istediğim başkasının saldıracağı yumuşak karın bırakmamaktır. Bir defa sıcak paraya dayalı ekonomik modelden en kısa zamanda uzaklaşılmalıdır. Çünkü bizimle rekabet etmek ve bizi alt etmek isteyen devletler ve küresel güçler, bizimle mücadele için yumuşak karın dediğimiz zayıf yönlerimizi kollar ve zayıf yönümüzden vurur. Asıl olan açık kapı bırakmamaktır. Açık kapımız varsa da oradan girişi önlemek için zamanında tedbir almaktır. Bir boksör rakibiyle karşılaşmadan önce rakibini inceler, önceki oyunlarını seyreder, zayıf yönlerini araştırır. Ringe çıktığı zaman rakibinin sonuç alacağı yerlerini hedefler ki rakibini alt edebilsin. Rakip zayıf yönüne vurduğu zaman niye orama vurdun demek iş değil. Ne yapacaktı? Sonuç alamayacağı güçlü yerlerine mi vursun?

Ülke meselelerine yeniden dönersek, ülkenin en büyük ve çözülemeyen sorunu ekonomidir. Cari açık başımızın belasıdır. Cari açığı çözmeden, üretim ekonomisine geçmeden yani yumuşak karnımızı ameliyat etmeden yola devam edilemez. Edilmeye devam edilirse de sonu hep tufan olur. Tamam, enerjimiz yeterli değil. Bu konuda sürekli dışa bağımlıyız. İhtiyacımız olan enerjiyi dışarıdan alırken yerine ihraç edebileceğimiz başka ürünler ortaya koymak zorundayız. Yok diyerek işin içinden çıkamayız. İstenirse pekâlâ bulunabilir. Diyelim ki kendi kendimize yeterli değiliz. Bu durumda ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı bilmeliyiz. Hiçbir şey yapamasak bile ülkenin her bir yerine doğalgaz götürmek için teşvik yapmamak lazım. Bunun yerine diğer katı yakıtlarla ısınmanın yollarını vatandaşa sunmalıyız. Çünkü doğalgazı da dışarıdan ithal ediyoruz. Bizden öncekiler tilkinin yüz planından 99’u horozu haklamak üzere plan yaptığı gibi biz de hemen dış borca sarılmayı bırakmamız lazım. Çünkü kendi kendimize yeten bir ekonomik model geliştirmeden tam bağımsızlıktan söz edilemez. Zira borç alan başı dik duramadığı gibi iki ayakları üzerinde de duramaz. En ufak bir krizde nakavt olur.

Yazımın bundan sonraki kısmında çaresizliği dış güçlere bağlama modası üzerinde duracağım. Çünkü dış güçler, zinde güçler demek, her taşın altında onları aramak demek mazeret üretmek, bahane üretmek, gerekçe üretmek ve hamaset yapmak demektir. Kendimizi temize çıkarmak amacıyla işin kolaycılığına kaçmaktır. Unutmayalım ki suçlu onlar diye parmağımızla karşıyı işaret ederken geriye doğru büktüğümüz üç parmağımız kendimizi gösteriyor. Bir şeyi yapamayabiliriz, o konuda hata yapmış olabiliriz. Bunun yeri, doğrusu şu diye böyle uyguladık. Yanlışmış deyip o yanlıştan vazgeçmektir.

Suçu kabullenmek erdemdir. Bu bize peygamberlerden özellikle Hz Adem’den tevarüs etmiştir. Mademki peygamberleri örnek alıyoruz. Sıkışıp daraldığımızda, hata ve yanlış yaptığımızda Hz Adem gibi yapmaktır. Biliyorsunuz Hz Adem ve eşi, kendilerine yasaklanan ağacın meyvesinden yedikleri için ilk günahı işlemişlerdir. Kendilerine, ben size bu ağacı yasaklamamış mıydım dendiğinde; ikili, bizi şeytan kandırdı, biz ne yapalım, esas suçlu o şeklinde bir mazeretin arkasına sığınabilir, şeytanı hedef gösterebilirlerdi. Halbuki onlar “Biz hata yaptık. Sen bizi bağışlamazsan biz zarara uğrayanlardan oluruz” diyebilmişlerdir. Bu dua, bu tövbe, bu yüzleşme sayesinde Hz Adem, affedilmekle kalmayıp peygamberlikle taltif edilmiştir. İnsandır hata yapar. Önemli olan farkına varıldığı zaman hatadan vazgeçip hatada ısrarcı olmamaktır. Hasılı ilk insanı Allah bize örnek vererek hatalarınızla yüzleşin, kabulümdür, sonrası ödüldür demek istemiştir. Biz Hz Adem ve eşini örnek alacağız. Allah’a isyanına gerekçe üreten, ben Adem’den daha üstünüm diyen İblis’i değil. Burada hatasıyla yüzleşen Hz Adem mi kaybetmiştir, gerekçe üreten ve savunmaya geçen şeytan mı? Takdir edersiniz ki Hz Adem kazanmıştır. Burnundan kıl aldırmayan şeytan ise hep kaybeden olmuştur.


*15/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dış Güçlerle İmtihanımız

—Şu dış güçlerin hiç insafı yok, biliyor musun?

—Hayırdır, ne yaptılar yine?

—Görmüyor musun ekonomimizi ne hale getirdiler.

—Ne yaptılar?

—Anlamazlıktan gelme. Baksana ortalık toz duman. Dövizi fırlatıyorlar durmadan. Döviz fırlayınca her şeye zam geliyor.

—Aslında fırlayan döviz değil, kendi paramızın değerini kaybetmesi durumu söz konusu.

—Tamam, neyse ne. Paramızın değerini düşürüyorlar durmadan. Ah bu dış güçler ah…

—Yahu bırakıver şu dış güçleri. Dış güçlere kızınca ekonomimiz düzelecek mi?

—Düzelmeyecek ama en azından suçluyu bulmuş oluyoruz.

—Böyle yapmakla başkasını hedef göstermiş, kendi suçumuzu gizlemiş oluruz.

—Suç onlarda değil mi?

—Bak kardeşim, nasıl ki insanın başına gelenler kendi yapıp ettiklerinin ya da yapmadıklarının yüzünden ise devletlerin başına gelenler de yapıp ettiklerinden ya da yapma imkanları varken yapmadıklarındandır.

—Güçlü bir ekonomimiz vardı bizim.

—Neresi güçlü bizim ekonominin? Ben bildim bileli bu ülkenin cari açığı var. İthalat ve ihracat dengesini kuramadı bir türlü. Bundan ki durmadan dış borç alınıyor. Bu aldığımız borçlara da durmadan faiz ödüyoruz. Üreten bir ekonominin temellerini atamadık. Sıcak paraya dayalı yaşıyoruz. En ufak bir gerginlik ve güvensizlikte sıcak para başka ülkelere kayınca döviz sıkıntısı çekiyoruz. Çünkü Merkez Bankamızda döviz yok. Olsa da yeterli değil. Merkez Bankasının bir görevi de TL’nin değerini korumak, dövizde dalgalanma olduğu zaman piyasaya döviz sürerek piyasayı sakinleştirmeye çalışmaktır. Merkez Bankası bu görevini yapamıyor. Çünkü müdahale edecek parası yok. Paramız pul olurken millet bu freni patlamış kamyon nerede durur diye endişe içerisinde durumun vahametini izlerken Merkez Bankası da izliyor.

—Dış güçlerin suçu yok mu yani?

—Yok kardeşim. İşler bu aşamaya gelmeden önce biz ne yaptık?

—Daha ne yapacaktık?

—Ayağını yorganına göre uzatmayı bilecektik. Ne yapıp ne edip gelir gider dengesini kurmak için kaynak üretecektik. Kendi kendimize yeten bir ekonominin temellerini atabilirdik. Milleti tasarrufa yönlendirebilirdik. Biz ne yaptık? Ağustos böceği gibi rehavete girdik, yattık. Hala hiçbir şey yokmuş gibi itibardan tasarruf edilmez deyip har vurup harman savuruyoruz. Her şey normalmiş, hiçbir şey yokmuş gibi davranıyoruz. Kusura bakmayın ama bir şeyi yok kabul etmekle o şey yok olup gitmiyor.

—Ekonomide kurtuluş savaşı başlattık.

—Neyle savaşacaksın bu halinle. Ölmüşsün ağlayanın yok. Borç paçandan akıyor. Fiyatlar almış başını gidiyor. Gün aşırı zam geliyor ürünlere. Böyle zam yapmakla mı kurtuluş savaşı verilecek?

—Kolay mı kurtuluş savaşı vermek? Mutlaka bir bedeli olacak değil mi?

—Bedel ödensin ödenmeye. Zira bedel ödenmeden hiçbir şey kazanılmaz.

—Bak kardeşim, dış güçlerle mücadele laf ile olmaz. Yok, mücadele edeceğim diyorsan, önce kendi söküğünü dikecek, eksikliklerini gidereceksin. Kendi söküğünü dikmeden yani ekonominin gereklerini yerine getirmeden tahta silahlarla kurtuluş savaşı veremezsin. Versen de kazanamazsın. Sonra dış güçler seni batırmaya çalışıyorsa, elbette yumuşak karnına vuracak. Sen de zayıf noktana vurdurmayacaksın. Ayrıca dış güçlere gelmeden önce kendi insanın senin yanında olacak.

—Millet olarak bu kurtuluş savaşının yanındayız.

—Öyle devletimin yanındayım demekle olmaz bu işler. Bu milletin yüzde 58’i mevduat hesabını döviz üzerinden açmış. Çoğunun da yastık altında dövizi ve altını var. Yani millet her geçen gün eriyen milli paramıza güvenmiyor.

—O onların ayıbı. Devlet ne yapsın bu durumda.

—Tamam, döviz hesabı açmak hoş değil ama sen paranın değerini korumazsan, vatandaş elindeki birikimi ne yapacak? Gider sizin kurtuluş mücadelesi verdiğiniz ülkelerin parasını güvenilir liman olarak görür. O yüzden bırakalım, dış güçler teranesini. Sadede gelelim. Bedel ödenecekse hep beraber ödeyelim. Bunun için önce içeride birliği sağlayalım. Vatandaşa güven verelim. Bunu sağlamadan hiçbir mücadele verilmez.

—Oh ne güzel, dış güçleri temize çıkardın.

—Sen, tüm bu söylediklerimden bunu mu anladın? Rabbim seni bildiği gibi yapsın. Dış güçler kadar başına taş düşsün diyeceğim ama demeyeceğim. Zaten görünümün başına taş düşmekten beter olmuş. Yalnız şunu söyleyeyim, bu kafayla gidersen yani her olumsuz şeyi dış güçlere bağlarsan, kusura bakma ama topu taca atmış, minderden kaçmış olursun. Bunun da ülkeye zarardan başka faydası olmaz. Ne olur, yapıp ettiklerinle yüzleş, bir durum tespiti yap. Hata ve yanlışlarından vazgeç, hatalarında ısrar etme, piyasa toz duman bir durumda iken yangına körükle gitme. Ehliyle istişareyi bırakma. Göreceksin arkası gelir.