Türkiye'de son yıllarda bir moda başladı:
Ne zaman bir konuda işimiz rast gitmese, bir sıkıntı yaşasak, bir darboğaza
girsek, işin kolaycılığına kaçarız. Nerede hata yaptık demeyiz. Suç, hata ve
yanlışı dışarıda arar olduk. Küresel güçlerin, dış güçlerin işi deriz. Zaten
bunlar bizim onmamızı istemez. Bunlar bize düşman, bizim gelişmemizi istemiyor
şeklinde söylenir dururuz.
Dış güçler bizi alt etmek ve süründürmek
için çaba sarf ediyor olabilir. Ki olması kadar doğal bir şey olamaz. Nasıl ki
insanlar arasında hatta kardeşler arasında bile rekabet ve anlaşmazlık oluyorsa,
devletlerarasında da rekabet, anlaşmazlık ve çekememezlik olabilir. Burada
önemli olan devletlerarası ilişkilerde ülkeyi ezdirmeden kazan kazan
prensibiyle hareket etmektir. Onlarla dostluk babında ne kol kola girilir ne de
ilişkileri bitirecek şekilde rest çekilerek düşman bellenir. İki tarafın da
memnun olacağı ve asgari müştereklerde anlaşabileceği çözüm yollarına
odaklanılır. İlişkiler gerilince bu gerilim iç politika malzemesi yapılmaz. Çözülemeyen
sorunlar soğumaya terk edilmek üzere buzdolabına kaldırılır. Her halükarda
ilişkiler seviyeli yürütülür. Diplomatik teamüllere riayet edilir. Çünkü
devletlerin onuru kişilerin onurundan daha önce gelir.
Önemli olan ülkeyi devletlerarası rekabete
hazırlamak için yeraltı, yerüstü ve insan gücünü hazırlamaktır. Ekonomiyi dünya
ölçeğinde boy ölçüşebilecek seviyeye getirmektir. Üretim ekonomisine gereken
önemi vererek ithalat ve ihracat dengesini sağlamak, cari açığı kapatmaktır.
Anlatmak istediğim başkasının saldıracağı yumuşak karın bırakmamaktır. Bir defa
sıcak paraya dayalı ekonomik modelden en kısa zamanda uzaklaşılmalıdır. Çünkü
bizimle rekabet etmek ve bizi alt etmek isteyen devletler ve küresel güçler,
bizimle mücadele için yumuşak karın dediğimiz zayıf yönlerimizi kollar ve zayıf
yönümüzden vurur. Asıl olan açık kapı bırakmamaktır. Açık kapımız varsa da
oradan girişi önlemek için zamanında tedbir almaktır. Bir boksör rakibiyle
karşılaşmadan önce rakibini inceler, önceki oyunlarını seyreder, zayıf
yönlerini araştırır. Ringe çıktığı zaman rakibinin sonuç alacağı yerlerini
hedefler ki rakibini alt edebilsin. Rakip zayıf yönüne vurduğu zaman niye orama
vurdun demek iş değil. Ne yapacaktı? Sonuç alamayacağı güçlü yerlerine mi
vursun?
Ülke meselelerine yeniden dönersek,
ülkenin en büyük ve çözülemeyen sorunu ekonomidir. Cari açık başımızın
belasıdır. Cari açığı çözmeden, üretim ekonomisine geçmeden yani yumuşak
karnımızı ameliyat etmeden yola devam edilemez. Edilmeye devam edilirse de sonu
hep tufan olur. Tamam, enerjimiz yeterli değil. Bu konuda sürekli dışa bağımlıyız.
İhtiyacımız olan enerjiyi dışarıdan alırken yerine ihraç edebileceğimiz başka
ürünler ortaya koymak zorundayız. Yok diyerek işin içinden çıkamayız. İstenirse
pekâlâ bulunabilir. Diyelim ki kendi kendimize yeterli değiliz. Bu durumda
ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı bilmeliyiz. Hiçbir şey yapamasak bile
ülkenin her bir yerine doğalgaz götürmek için teşvik yapmamak lazım. Bunun
yerine diğer katı yakıtlarla ısınmanın yollarını vatandaşa sunmalıyız. Çünkü
doğalgazı da dışarıdan ithal ediyoruz. Bizden öncekiler tilkinin yüz planından
99’u horozu haklamak üzere plan yaptığı gibi biz de hemen dış borca sarılmayı
bırakmamız lazım. Çünkü kendi kendimize yeten bir ekonomik model geliştirmeden
tam bağımsızlıktan söz edilemez. Zira borç alan başı dik duramadığı gibi iki
ayakları üzerinde de duramaz. En ufak bir krizde nakavt olur.
Yazımın bundan sonraki kısmında
çaresizliği dış güçlere bağlama modası üzerinde duracağım. Çünkü dış güçler,
zinde güçler demek, her taşın altında onları aramak demek mazeret üretmek,
bahane üretmek, gerekçe üretmek ve hamaset yapmak demektir. Kendimizi temize
çıkarmak amacıyla işin kolaycılığına kaçmaktır. Unutmayalım ki suçlu onlar diye
parmağımızla karşıyı işaret ederken geriye doğru büktüğümüz üç parmağımız
kendimizi gösteriyor. Bir şeyi yapamayabiliriz, o konuda hata yapmış
olabiliriz. Bunun yeri, doğrusu şu diye böyle uyguladık. Yanlışmış deyip o
yanlıştan vazgeçmektir.
Suçu kabullenmek erdemdir. Bu bize
peygamberlerden özellikle Hz Adem’den tevarüs etmiştir. Mademki peygamberleri
örnek alıyoruz. Sıkışıp daraldığımızda, hata ve yanlış yaptığımızda Hz Adem
gibi yapmaktır. Biliyorsunuz Hz Adem ve eşi, kendilerine yasaklanan ağacın
meyvesinden yedikleri için ilk günahı işlemişlerdir. Kendilerine, ben size bu
ağacı yasaklamamış mıydım dendiğinde; ikili, bizi şeytan kandırdı, biz ne
yapalım, esas suçlu o şeklinde bir mazeretin arkasına sığınabilir, şeytanı
hedef gösterebilirlerdi. Halbuki onlar “Biz hata yaptık. Sen bizi bağışlamazsan
biz zarara uğrayanlardan oluruz” diyebilmişlerdir. Bu dua, bu tövbe, bu
yüzleşme sayesinde Hz Adem, affedilmekle kalmayıp peygamberlikle taltif
edilmiştir. İnsandır hata yapar. Önemli olan farkına varıldığı zaman hatadan
vazgeçip hatada ısrarcı olmamaktır. Hasılı ilk insanı Allah bize örnek vererek
hatalarınızla yüzleşin, kabulümdür, sonrası ödüldür demek istemiştir. Biz Hz
Adem ve eşini örnek alacağız. Allah’a isyanına gerekçe üreten, ben Adem’den
daha üstünüm diyen İblis’i değil. Burada hatasıyla yüzleşen Hz Adem mi
kaybetmiştir, gerekçe üreten ve savunmaya geçen şeytan mı? Takdir edersiniz ki
Hz Adem kazanmıştır. Burnundan kıl aldırmayan şeytan ise hep kaybeden olmuştur.
*15/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder