11 Ekim 2021 Pazartesi

Bu Endişe ve Korku Niye? *

Aynı dünya ve siyasi görüşe sahip bazı insanlar, zaman zaman bir araya geldikleri zaman  “Allah falanlara fırsat vermesin. Bizdeki güç, kuvvet ve imkanlar onların ellerine bir geçerse çekeceğimiz var. Bizi çiğ çiğ yerler ve ellerinden geleni artlarına koymazlar.” şeklinde endişe ve korkularını dile getirirler. Bu durumda endişeye hem gerek yok hem var. Neden denirse?

Yaptığınız işi;

-doğru ve olması gereken şekilde yapmışsanız,

-bu yaptıklarınızda genel geçer kuralları uygulamışsanız,

-yaptıklarınızın makul bir açıklaması varsa,

-yaptıklarınızdan dolayı vicdanınız rahat ise vs.

Yarın güç kimin eline geçerse geçsin korkuya gerek yok. Çünkü bu yapılanlara başkasının bir şey demesi mümkün değildir. Zira olması gereken yapılmıştır. Haliyle endişeye gerek yok. Çünkü “Abdestinden şüphesi olmayanın namazından da şüphesi olmaz”.

Şayet;

-devri sabık uygulamışsanız,

-mevzuat ve teamülleri bir tarafa bırakarak ben yaptım oldu demişseniz,

-yaptıklarınızla birilerini mağdur etmişseniz,

-birilerinin hak ettiğini vermemişseniz,

-birilerinin hakkını ve hak ettiğini elinden almışsanız vs.

İşte o zaman korkmakta ve endişelenmekte haklısınız ve bu korku ve endişeden sizi ben bile kurtaramam. Çünkü

-eden bulacak,

-yapana yapılacak,

-incinen incitecek,

-ötekileştirilen ötekileştirecek,

-mağdur olan mağdur edecek.

Temenni etmem ama bu işler bu ülkede hep böyle yürümüştür. Birileri, onlar yaptı, ben yapmayacağım, ben adalet neyi gerektiriyorsa onun gereğini yerine getireceğim, devri sabık uygulamayacağım dese bile destekçileri; onlar bize yaptı, biz de yapacağız. Şimdi adalet zamanı değil diyerek seçtiklerine baskı yapacaklardır. Maalesef bu ülkede bundan kaçış yoktur.

*18/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kazanımların Kaybedilme Endişesi *

Bazılarının iki sözlerinden biri, bir siyasi iktidar değişiminde onca kazanımların kaybolmasından endişe ettiklerini ifade ederler. Bu endişe dili bugünlerde daha da arttı. Bu endişeyi dile getirenlerden birine, ikide bir hep kazanım kazanım diyorsun. Şu kazanım dediklerin neler, birkaç tane sayar mısın dedim. Yüzüme bakakaldı. Sanırım kazanım dediklerin şunlar olmalı. Ben sayayım sen dinle dedim. 

1. Okullarda, üniversitelerde, kamusal alanda ve devletin her kademesinde yıllardır çözümü kangren haline gelen ve durmadan mağduriyet üreten başörtüsü sorununun çözülmesi.

2. Meslek liseleri ile diğer liseler arasında uygulanan katsayı farkının kaldırılması.

3. Katsayı farkından kaynaklanan öğrenci azalması dolayısıyla yıldızı sönen ve kapanmakla burun buruna gelen İHL'lerin önünün açılması ve çok miktarda yeni İHL'nin açılması ve bu okullarda okuyan öğrenci sayısının artması. 

4. Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle birlikte kapatılan imam hatip ortaokullarının yeniden açılması. 

5. Ortaokul ve liselerde Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler ve Kur'an'ı Kerim derslerinin seçmeli ders olarak seçilmesi ve okutulması. 

6. Değişik üniversitelerde yüzün üzerinde ilahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin açılması. 

7. Askeriyeye İHL mezunlarının girebilmesi. 

8. Bürokrasinin ve her türlü yönetim kademelerinde İHL, ilahiyat mezunları ve dindar ve mütedeyyin insanların görev yapar hale gelmesi. 

9.Ayasofya'nın cami olarak tekrar ibadete açılması, Taksim'e cami yapılması vs.

Sanırım kastettiğin kazanımlar bunlar olmalı. Bu kazanımların çoğu güzel. Özellikle başörtüsünün sorun edilmesi bu ülkenin bir ayıbı idi. Maalesef Türkiye bu kısır çekişmesiyle kaç nesli heba etti. Yok yere ortam gerildi ve halk kutuplaştırıldı. Şükür ki bu ülke bu ayıptan geç de olsa kurtuldu. Bugün dileyen herkes her yere başörtüsü ile girip çıkabiliyor, çalışabiliyor ve okuyabiliyor. Başörtüsü serbest olunca laiklik elden gitmedi. İrtica hortlamadı. Kimse de bundan dolayı gocunmuyor. Olması gereken de bu idi. Artık bundan sonra bu meseleyi çözeceğim ya da bunu sorunu haline getireceğim diyen bir siyaset bundan ekmek yiyemeyecek.

Meslek liseleri ile diğer liseler arasında ayrımcılığa neden olan katsayı ucubesinin kaldırılması da iyi oldu. 28 Şubat sürecinde konan bu katsayıdan dolayı nice öğrenciler mağdur oldu. Girebilecekleri bölümlere giremediler. Gelecekleri ve hedefleri karartılmış bu öğrencilerin vebalini kimse ödeyemez. Aynı şekilde katsayı farkından dolayı meslek liselerinin hem nitelik hem de nicelik yönünden içi boşaltıldı. Bugün ister meslek liseli ister diğer okul türünden olsun, puanı tutturan istediği bölüme gidebiliyor. Geç de olsa bu mesele de çözüldü. Gerçi katsayı sorunu çözülmüş olmasına ve teşvik edilmesine rağmen bu okullar yani meslek liseleri eski verimli geçmişini hala yakalayamadı. Bu da ayrı bir konu.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin kesintili hale dönüştürülmesi artı bir durum olmakla beraber zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması bizi düşündürmelidir. Çünkü herkesin okuduğu bir ortamda sanayi için ara eleman bulmak, çırak ve kalfa yetiştirmek imkansız hale geldi. 

4+4+4 ile birlikte İHO okullarının açılmasının önü açılırken aynı hassasiyetin diğer okul türleri için de düşünülmesi gerekirdi.

İHO ve İHL’lerin açılması olumlu olmakla beraber bu okulları çok miktarda açmak bu okullara iyilik mi yapıldı yoksa kötülük mü diye bizi düşündürmelidir. Çünkü bir şeyin çokluğu ister istemez kaliteyi düşürür. Aynı şekilde ilahiyat ve İslami ilimler adı altında açılan fakülteleri de bu şekilde düşünmek lazım. Maalesef bu fakültelerin de çok sayıda açılması, bu okullara daha düşük puanlı öğrencilerin gelmesi demektir. Bu da kaliteyi düşürür. Şimdiden ilahiyat ve İslami ilimler fakültesi mezunları fazla mezun verdiğinden dolayı mezun öğrenciler öğretmenlik atamalarında binlerce mezun ile yarışmak zorunda kalıyorlar. Bu da mezunlarda istihdam sorununu ortaya çıkaracaktır.

Peygamberimizin Hayatı, TDB ve K. Kerim derslerinin tüm okul türlerinde seçmeli ders olarak seçilmesi güzel bir uygulama. Öğrenciler merdiven altı yerlerde dinlerini öğrenmek yerine bu seçmeli dersler sayesinde okullarda dinlerini öğrenme imkanına kavuşmuş oldular. Burada bu derslerin müfredatına bir eleştiri getirmek istiyorum. Hazırlanan seçmeli ders kitapları öğrencilerin seviyesine uygun değil. Çoğu konular öğrencilerin ilgisini çekmiyor. Zorunlu ders olarak okutulan Din Kültürü kitabıyla tekrar konular var. Bu da öğrencilerin sıkılmasına sebep olmaktadır.

Hiçbir okul türü öğrencilere yasak olmaması gerekirken maalesef yıllardır askeriyeye İHL mezunlarının alınmaması yanlıştı. Şimdi bu okullara İHL mezunlarının da girebiliyor olması güzel.

Ayasofya’nın açılması, Taksim’e cami yapılması da takdire şayan bir uygulama oldu.

Bürokrasi ve devletin tüm kademelerinde İHL ve ilahiyat mezunlarının olması, dindar ve mütedeyyin insanların da görev alması güzel. Zira geçmişte bu kesim vebalı kabul edildiği için devletin üst kademelerinden mahrum bırakıldı. Yalnız bürokrasi ve devletin yönetim kadrosunda, geçmiş yönetimlerin yaptığı gibi bir kesimin görev yapması yanlıştır. Bu ülkenin mozaiği diyebileceğimiz her kesimden insanımıza devletin tüm kademeleri açık olmalıdır.

Şimdi kazanımları genel olarak bir değerlendirelim. Bu kazanımlar ileride ülkeyi yönetecek siyasi iktidarlar tarafından geri alınabilir mi? Alınabilir. Çünkü kazanımların çoğu kanun veya yönetmeliklerde yapılan değişiklikle elde edilmiştir. Değiştirildiği takdirde bu kazanımlar da kaybolabilir. Bu mümkün. Yalnız böyle bir değişiklik toplumda tepki çeker ve toplumu gerer. Buna da hiçbir siyasi iktidarın yelteneceğini sanmıyorum. Üstelik hiç de tavsiye etmem. Özellikle başörtüsünü yeniden sorun etmenin ve liseler arasında tekrar katsayı koymanın, Ayasofya’yı yeniden müze haline getirmenin siyasi iktidarlara götürüsü olur, getirisi olmaz.

*15-16/10/2021 tarihlerinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

10 Ekim 2021 Pazar

Bizi Viyana Önlerinde Bekletmenin Bedeli *

Habertürk İnternet sayfasından bir haber okudum. Önce haberi bir özetleyeyim. Zira ibretlik ve hayretlik içeren bir haber. Olay Avusturya'da geçiyor. Ülkenin Mali Suçlar ve Yolsuzlukla Mücadele Savcılığı, Başbakan Sebastian Kurz ve 10’a yakın çalışma arkadaşı hakkında "rüşvet, yolsuzluk ve halkı yanıltma" gerekçesi ile 6 Ekimde bir soruşturma başlatır. 


Açılan soruşturma içeriği ise "Başbakan ve yakın arkadaşları, 2016-2018 yılları arasında maliye bakanlığı bütçesini kullanarak bir gazete ve düşünce kuruluşuna daha fazla reklam vermek suretiyle partisi ve kendisi lehine kamuoyu yoklama sonuçlarını manipüle etme” iddiası. 


Başbakan suçlamaları reddederek görevde kalacağını açıklar. Avusturya Meclisi, muhalefetin talebiyle 12 Ekim'de özel gündemle toplanma kararı alır. Bunun üzerine Kurz, 9 Ekimde başbakanlıktan istifa eder. 


Bu habere şaşırdım doğrusu. Yanlış mı anladım deyip tekrar okudum. Okudukça anlatılmaz derin duygular içerisine girdim. Şaşkınlık vardı, hayranlık vardı, gıpta vardı… Olması gereken yapılmış, ülkenin ilgili tüm mekanizması çalışmış ve helal olsun bu ülkeye dedim ve olayın geçtiği ülkeyi, savcısını, meclisini, muhalefetini, meclislerinin işlevini,  başbakanlarının istifasını ve sonuç alma hızlarını takdir ettim doğrusu. Bir taraftan da ülkem adına üzüldüm.


Şimdi gelelim bizim ülkemize. Bizim ülkemizde bu işler nasıl yürür daha doğrusu yürümez, bunu irdeleyelim. 


Bir defa bizde böyle basit(!) bir iddiadan dolayı savcı iddianame hazırlayıp soruşturma açamaz. Zira başta siyasiler olmak üzere çoğu kimsenin kurşun geçirmez dokunulmaz zırhı vardır. Diyelim ki cesur bir savcı çıktı ve soruşturma açtı. Başbakan ve vekiller tenezzül edip ifade vermeye gitmezler. Bu savcı hemen eski adıyla HSYK tarafından meslekten tart edilir. En hafifiyle savcıdan soruşturma dosyası alınır ve savcı sürgün yer. Başbakan ve vekiller tarafından "Ey savcı, sen kim oluyorsun da böyle bir halt yersin, haddini bil" şeklinde bir linçe tabi tutulur. İktidara yakın gazeteler bu savcının kim olduğuna dair gazetelerinde çarşaf çarşaf yer verirlerdi. 


Başbakan ve arkadaşları böyle bir şeyin olmadığını savunur. İftira atıldığını söyler. Bu bir yargı darbesidir der veya bu gazeteye daha fazla reklam verdimse verdim. Kime ne diyerek yapılanı savunurlardı. 


Meclisimiz böyle bir gündemle toplanmaz. Toplanmaya kalksa iktidar oylarıyla reddedilir. Çünkü bizde muhalefetin esemesi okunmaz. Diyelim ki özel gündemle toplandı. Gündeme dair iddialar kürsüde konuşulurken iktidar ve muhalefet vekilleri birbirlerine girer. Yumruklar havada uçuşur. İktidar vekilleri size başbakanımızı yedirmeyiz edasıyla dillere destan kahramanlık örneklerini gösterirlerdi. Silahlar bile çekilirdi. 


Başbakan bunun için bırakın istifayı, istifa söz konusu bile olmaz. Çünkü bizde istifa, isnat edilen suçu kabullenme, görevden kaçma, muhalefetin eline koz verme şeklinde kabul edilir. Süresi doluncaya kadar hükümet görevinin başında kalırdı. 


Bizde bu tür işlerde hiç mi hiç sonuç alınmaz. Zira süreç kaplumbağa yürüyüşüyle bile yürümez. Başbakan, arkadaşları ve parti cezalandırılacaksa bu ceza; meclisin, savcılığın ve hakimin uhdesinde değil. Sandık öne konduğu zaman vatandaş yeniden seçmezse ceza bu şekilde ödenmiş olur. 


Avusturya adına üzüldüğümü de söylemeliyim. Yok yere(!) ülkeleri başbakandan da oldu. Bence Avusturya siyasileri bizim ülkemize gelip nasıl istifa edilmez kursu almalı bizden. Aslında Avusturya zamanında bu treni kaçırdı. Bu kurs için bize gelmeden biz onların ayağına ta Viyana'ya kadar varmıştık bir zamanlar. O gün bize geçit verselerdi, biz onlara ülke nasıl yönetilir, nasıl istifa edilmez, top atılsa nasıl koltuktan kalkılmaz dersini ve kursunu pratikte onlara öğretir ve bugün başbakansız kalmazlardı. 


Hasılı Avusturya, bizi Viyana önlerinde bekletmenin bedelini ödüyor. 


* 11/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.