12 Eylül 2021 Pazar

Kurumların SGK ile İmtihanı *

Çalışanların bir zamanlar sosyal güvenlik yönünden ayrı kurumlara tabi olduğunu biliyoruz. Memurlar Emekli Sandığına, işçiler SSK kısaltması ile Sosyal Sigortalar Kurumuna, esnaf da BAĞ-KUR'a tabi idi. Bu üç kurumdan SSK ve BAĞ-KUR iyi yönetilemediği için çalışanlarına hizmet veremez noktaya gelince, günümüz siyasi iktidarı, tüm çalışanları Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) adı altında birleştirerek çalışanlar arasındaki farklı hizmet anlayışını ve hastane farklılığını kaldırdığı gibi kurumu batmaktan da kurtardı. İyi ki birleştirildi. Bugün SGK çatısı altında insanımız ve çalışanlar daha güzel hizmet alıyor. 

Yazımda niyetim, SGK ne yapar, ne eder, işlev ve misyonu nedir, bilgisini vermeyeceğim. Zaten hepimiz sosyal devlet anlayışı çerçevesinde bu kurumun önemini biliyoruz. Bu hakkı teslim etmekle birlikte izninizle bu kurumun acımasızlığına işaret edeceğim:

Kurum ya da işyerinizde birini çalıştırmak istiyorsunuz. Elemanınızın SGK'sini unutarak, bilmeyerek, ihmal ederek veya kasten geç bildirdiniz. Yandınız demektir. Çünkü cezayı yediniz. Sizi ben bile kurtaramam.

Yanılıp şaşıp sigortasız birini çalıştırıyorsunuz. Bu durumda cezayı bekleyin. Zira SGK’nin kapınızı çalması pek yakındır.

Birini fi tarihinde sigortasız çalıştırdınız. Eskidendi, geçip gitti demeyin. Yeter ki geçmişte yanınızda çalışan o kimse "Ben falan yerde, şu kadar ay veya yıl çalıştım. Benim sigortamı yaptırmadı" desin. SGK er veya geç sizi yakalar. Ölmüşsem de mi demeyin. Ölmüşseniz "adam ölmüş, düşene/ölene bir tekme de biz vurmayalım, bu suçu kapatalım" demez. Çünkü bu ülkede adam öldürseniz bile bir müddet sonra zaman aşımı vardır ama SGK'nin lügatinde müruruzaman yoktur. Adınıza tahakkuk eden/edecek olan borç veya cezayı veresenizden tahsil eder. 

Sakın, ben işimi zamanında ciddi ve düzenli yaparım diyerek büyük konuşmayın. Zira SGK er veya geç bir gün kapınızı çalar. Çünkü iş sadece sizinle bitmiyor. Diyelim ki, kurumunuzda sözleşmeli çalışanlarınız var. Bu bile baştan yandığınızın resmidir. Çünkü SGK ile işiniz var demektir. Bu çalışanlarınızdan biri hastaneye gitti. Hekim rapor verdi. Çalışanınız, bağlı bulunduğu mevzuata göre raporunu dijital ortamdan ilk gün size göndermesi, dönüşte de raporun aslını size vermesi, sizin de süresi içinde çalışamadığı günlerin rapor kesintisini yapmanız gerekiyor. Burada personeliniz maaşımdan kesinti yapıldı diye üzülmesin. Çünkü kesinti SGK tarafından PTT vasıtasıyla personelinize ulaştırılır. Personeliniz de adına yatan bu kesintiyi çekip ilgili hesaba yatıracak. Buraya kadar sorun yok. Ama çalışanınız bu raporu yaz, bayram, hafta sonu veya karantina döneminde iken aldı ve hastalığını evinde yatarak geçirdi. Çalışanınız dedi ki raporu tatilde iken aldım, kuruma gitmemezlik yapmadım dedi ve raporu size ulaştırmadı. İşte burada devreye SGK girer. SGK der ki “Sen nasıl bir kurumsun ki çalışanınızın hastalığından benim haberim oluyor da senin haberin olmuyor. Bu bilgisizliğinin ve ihmalinin affı yoktur. O kimse yüzünden kurumunuza şu kadar ceza kestim” yazısı gönderir. Yapacağınız, süresi içinde SGK’nin kurumunuza kestiği cezayı gidip paşa paşa yatırmaktır. Burada SGK’nin size bir iyiliği var. Bu kıyağı da unutmayın. Kesilen cezayı 15 gün içinde yatırırsanız cezanın yüzde 25’inden muaf oluyorsunuz ya da yapılandırmaya giderek iki taksitte daha az ödeyebilirsiniz. “Efendim, personel raporunu bildirmedi ise benim nasıl haberim olur. Zaten tatildi” demeyin. Zira bu tür mazeretler SGK nezdinde kabak tadı verdi artık. Bir de “bu ceza, raporunu zamanında bildirmeyen personelin cezasıdır. Haliyle bu cezayı ilgili personel ödeyecek falan demeyin”. SGK bundan da hoşlanmaz. Kazara personeliniz SGK’ye giderek meramını anlatmaya kalkarsa, SGK’nin personelinize vereceği cevap: “Siz niye geldiniz? Ceza sizin cezanız değil ki. Bu ceza kuruma kesilmiştir. Bu cezayı da kurum ödeyecektir” şeklindedir. Ondan sonra bu parayı personelinize rucû ettirin de göreyim. En iyisi, bu cezayı kurum adına cebinizden ödeyin. Sonra da altından ve üstünden girerek personelinizden bu parayı gönül rızası içinde almaya çalışın.

Hasılı, geleceğimizin teminatı, kara dostu SGK yaşasın; eksikliğini, işlevsizliğini ve 2000 öncesi batak durumunu görmeyelim ama size tavsiyem, SGK ile şöyle veya böyle karşı karşıya gelmeyin. Zira affı yoktur ve asla yenemezsiniz.

* 17/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Eylül 2021 Cumartesi

MEB’in Bitmeyen Öğretmen Atamaları *

Eğitim ve öğretimde başarının gelmemesinin birçok sebebi olsa da ben burada öğretmen atamaları üzerinde durmak istiyorum. Çünkü sebeplerden bir tanesi de öğretmen atamalarının zamanında yapılmaması ve personel yönünden Türkiye’nin en büyüğü olan MEB’in, eğitim ve öğretim yönünden en büyük derdi öğretmen atamalarıdır.

O kadar çok atama çeşidi var ki MEB, neredeyse yılın tamamında atama işiyle uğraşıyor. Örnek vermek istersek; şube müdürlerinin isteğe ve bölge hizmetine bağlı yer değiştirmeleri, il içi, il dışı ve özür atamaları, sözleşmeli öğretmenlerin atamaları, eğitim kurumlarına yeniden ve ilk defa yönetici görevlendirilmeleri, proje okullarına öğretmen seçimi, geçici görevlendirme isteği, ilave aile birliği vs atamalar ile yaz boyunca uğraşıyor. Atamanın biri biter bitmez diğeri başlıyor.

Atamalar yaz döneminde yani eğitim ve öğretim başlamadan bitirilse problem yok. Çünkü herkes nerede öğretmenlik yapacağını; il, ilçe, okullar hangi öğretmene ihtiyacının olup olmadığını bilir, ona göre planlama yapar. Maalesef atamaların bir kısmı özellikle ilk atama, yönetici görevlendirme, özür atamaları ve geçici görevlendirmeler okullar açıldıktan sonraya kalıyor. Hele özür grubu atamalarının en sona bırakılmasını ayrıca birinci dönemin sonunda ikinci bir özür atamasını hiç anlamış değilim. Çünkü özür atamaları ekseriyetle taşradan merkezlere olmaktadır. Özürden giden bir öğretmenin yerine genellikle yenisi gelmiyor. Öyle atamalar yapılıyor ki garip mi garip. Öğretmen bir yaz döneminde birden fazla yer değiştirebiliyor. İl dışından, tercihlerinden bir yere atanan bir öğretmen, 15 gün sonra özür atamasından merkeze gidiyor. Mübarekler, merkezde boş yer var idiyse bu öğretmeni 15 gün önce o boş yere atasaydınız ya. Biz aile birliğinden eşleri birleştirmeye uğraşırken eğitim ve öğretimi fesada uğratıyoruz. Çünkü aile birliği yüzünden o kadar okul ve öğrencileri mağdur oluyor. Niçin bunun hesabı yapılmıyor? Öğretmen merkezli düşündüğümüz kadar niçin öğrenci merkezli düşünmüyoruz? Tamam, aileleri birleştirelim. Bunu niye yaz döneminde çözmüyoruz da okullar açıldıktan sonra da bunu gidermeye çalışıyoruz?

Yine 3 Eylülde sözleşmeli öğretmen olarak atanan bir öğretmen, okulların açıldığı ilk gün olan 6 Eylülde nasıl göreve başlayabilir? Ev bulup eşya taşımayacak mı bunlar? Geçici görevlendirme isteğinde bulunan öğretmenler iki arada bir derede. Hala idareci atamaları devam ediyor. Ekim ayı geldiğinde norm düzeltme yapılınca norm fazlası öğretmenlerin atamaları, aralık ayında alan değişikliği, ocakta ek sözleşmeli öğretmen ataması, şubat ayında özür atamaları. Öğretmen dışındaki MEB personelinin atamalarını saymıyorum bile.

MEB maalesef öğretmen atamasıyla uğraşmaktan eğitim ve öğretime zaman bile ayıramıyor. MEB’in bu yaptığı kervan yolda düzülür anlayışından başka bir şey değildir. MEB’in bu durumu, teşbihte hata olmasın, şeytan taşlamaktan namaz kılmaya vakit bulamamaya benzer. Yine MEB’in bu durumu, ağustos böceği ile karınca hikayesini hatırlatıyor: Hoşgörünüze sığınarak hepinizin bildiği bu hikayeye kısaca değinmek isterim: Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Yarını düşünmeden yattığı gibi hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmediği kesindir. Maalesef kışı eylül olan MEB, karınca gibi harıl harıl çalışsa da kışa hazır girmediği için sonu, ağustos böceğine benziyor.

Merak ediyorum, MEB her türlü atamayı yaz döneminde bitiremez mi? Bitirmeli. Bitiremiyorsa atamalara daha önceden, mart-nisan gibi başlamalı. Başlamalı ki 1 Eylülde başlayan seminer döneminde kim, nerede olacağını bilmeli. Okullar bir yılın planlamasını bir güzel yapmalı ki eğitim ve öğretime tam ve eksiksiz başlamalı. Bunun için atamaları neredeyse bir yıla yayan MEB’in atama çeşitlerini üçe indirmesi iyi olur: İl içi istek/özür, il dışı istek/zorunlu/özür, ilk atama. Kesinlikle şubat özür atamasını kaldırmalı.

* 15/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kronik Sorunumuz Eğitim ve Öğretim *

Eğitim ve öğretim, bu ülkede çözümü kronikleşmiş sorunlardan bir tanesidir. Olmuyor deyip kaldırıp yerine getirdiğimiz her yeni sistem bir öncekini aratır cinsten. Maalesef ne yapılırsa yapılsın, adına devrim densin, hepsi elimizde kalıyor. 

İlkokula bir umut ve heyecanla başlayan her çocuk, ortaokulu bitirip liseye başlayınca umutsuz vaka olarak okumaya devam ediyor. Lise bitince üniversite kazanmak bir dert, kazanamamak bir dert, kazanıp okumak bir dert, okul bitince bir iş bulabilecek miyim bir dert. Kahir ekseriyet okuyor ama niye okuduğunu bile bilmiyor. Çünkü her geçen yıl istihdam daralması söz konusu ve her mesleğin, her işgücünün binlerle ifade edilecek alternatifi var. Emsalleri içinden sıyrılıp bir iş bulan, gemisini kurtaran kaptan bu devirde.

Okumak ve istihdam alanı bu ülkede başlı başına bir dert. İş arayan okumuş insanımızın sayısı çok, bir o kadar da işine kalifiye eleman arayan sektör çok. Maalesef okumuş insan gücüyle sanayi ve iş sektörü örtüşmüyor. Bu da demektir ki okullarımız hayatın içinden değil.  

Anne babalar umutsuz bir vaka olarak çocuklarını okuturken ve yarınını göremeyen çocuklarımız okurken, gençleri geleceğe hazırlama yükümlülüğü olan devlet daha doğrusu MEB ve YÖK ne yapıyor? YÖK’ün üzerinde durmayacağım. MEB’i ele alacağım. Çünkü çocuklarımızı anasınıfından 18 yaşına kadar üniversite kapısına kadar getiren MEB’dir.

MEB, bütün yaptıklarıyla eğitim ve öğretim kalitesini artırma derdinde. Ama bir türlü beklenen ve amaçlanan kalite yakalanamıyor. Burada suçlu arayacak değilim. Çünkü bir suçlu varsa eğitim ve öğretimin iç ve dış paydaşlarının, Türkiye siyasetine yön veren siyasi iktidarların, “Ben çektim, çocuğum çekmesin” deyip el bebek gül bebek çocuk yetiştirmeye çalışan aşırı korumacı ebeveynlerin, çocuk ve velilerin arkasına geçip sizinleyim diyen aşırı korumacı devlet anlayışının ve bir sistemi oturtmadan diğer sisteme geçen, durmadan sınav sistemi üzerinde oynayan, maarifin üzerinden bir türlü elini çekmeyen ve eğitim ve öğretime ideolojik yaklaşan siyasetimizin; öğrenci, veli, öğretmen ve herkesi memnun etmeye çalışan, bundan dolayıdır ki pansuman tedbirlerin ötesine geçip radikal karar almayan, ne şiş yansın ne kebap deyip uzatmalara oynayan, ölmüş ama öldüğünün farkında olmayan MEB’in payı büyüktür.

Burada bir hakkı teslim edelim. Siyasi iktidar okulların derslik ihtiyacını hemen hemen giderdi. Güzel, kullanışlı ve büyük binalar yaptı. Okulların fiziki şartlarını iyileştirdi. Okulları teknoloji ile donatarak öğrenci ve öğretmeni teknoloji ile buluşturdu. Okulların elektrik, su, yakıt ve temizlik görevlisi ihtiyaçlarını karşıladı. Öğretmen ihtiyacının tamamı olmasa da çoğunu gidermeye çalışıyor. Öğrencilerin sınava hazırlanması amacıyla DYK’lerle okulları dershane haline getirdi. Fakat buna rağmen herkesin istediği başarı bir türlü gelmiyor.

* 13/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.