9 Eylül 2021 Perşembe

Bir Türkiye Klasiği Daha *

Allah size yürü ya kulum dedi, bir üniversitenin din işleri ile ilgili bir fakültesine dekan olarak atandınız. Fakültenize bir araştırma görevlisi alacaksınız. Duyuruya çıktınız. Şartları tutanların başvurularını almaya başladınız. Bir baktınız ki oğlunuzun da şartları tutuyor, o da asistan olmak için başvuruyor. Üstelik kerata da fidan gibi delikanlı. Babasının yolundan gidebilir ve akademisyenlik de pek yakışır. Babadan sonra aynı evden ikini bir Prof. çıksa fena mı olur? Bilgi ve birikim ve vizyonuyla boynuz kulağı geçer misali, babasını da geçer. İnan, bunu babası olduğu için söylemiyorsunuz. Ama bunu kime anlatacaksın. Neyse, gönül ve realite böyle istiyor ama iş gönülle bitmiyor ki.

Başvuru süresi bittikten sonra ALES ve yabancı dil sıralamasına göre adayları sıraladınız. Oğlunuz da 31.kişilik listede kendisine 29.sırada yer buldu. Bu da objektifliğin bir gereğiydi. Aslında kerata biraz daha çalışsaydı, ilk birde yer alması sürpriz bile olmazdı ama geçen geçti. Önümüze ve mevcut duruma bakmak lazım. Bu arada 31.sıraya göre 29.sıra da fena değil. Sonra akademisyen olmak için tek başına sıralama da yeterli değil. Öyle olsaydı, elini-kolunu sallayan asistan olmaya kalkardı. Diyelim ki sıralama önemli. Dur bakalım, adayların evrakı tastamam mı? Bu da tamam diyelim. Bu evrakın sıkı bir incelemeden geçirilmesi gerekir, öyle değil mi? Ne de olsa devlete asistan alacağız. Öyle, evrakın tamam, geç denmez. Üniversite demek, fakülte demek, asistan olmak demek hele dekanlık makamı bir ciddiyeti ve titizliği gerektirir.

Evrakı bir bir incelediniz veya incelettiniz. O da ne? Başvuranlardan;

-19 tanesinin transkrip belgesinde ya “mühür üzerinde imzası yok ya da kaşenin olduğu yere imza atılmamış.

-8 tanesinin evrakı tam olmasına rağmen sınava girmiyor.

-Geriye kalan 4 kişi ise üniversitenin yaptığı sınavda 5-15 gibi bir puan alıyor.

Neyse uzatmayalım. Sıkı bir elemenin ardından asistan olmak için geriye bir oğlunuz kalıyor. Bu durumda ne yapacaktınız? Herhalde “Bu benim oğlum, bunu almayalım” diyemezdiniz ve aldınız. Çocuğunuz da gördüğünüz gibi bileğinin hakkıyla çiçeği burnunda asistan oldu.

Gördüğünüz gibi tüm kamuoyunun önünde şeffaf bir şekilde yapılan bu alıma, sınava giren veya evrakı imzasız olduğu için sınava girmesinde sakınca görülenlerden bu zaman zarfında hiçbir itiraz söz konusu olmuyor. Olsa şaşılırdı zaten. Kim, ne diyebilirdi ki bu alıma. Ama kamu denetmeni boş durmuyor. Gelir, olayı inceler. Sınavın iptaline dair bir rapor hazırlar. Bu ne demek biliyor musunuz? Pişmiş aşa su katmak. Vazifesi sanki.

Bereket, rektör arkanızda. Öyle kamu denetmeninin raporuna pabuç bırakacak biri değil.

Ardından, orta yerde yüz kızartıcı bir mesele varmış gibi olay savcılığa intikal eder ve hakkında “görevi kötüye kullanmaktan dolayı” yargılanma ve görevden el çektirilme iddianamesi hazırlanır. Bununla kalsa iyi. Jüri üyelerinin de yargılanması istenir. Daha neler…

Yargılamada kendisine ve jüri üyelerine görevi kötüye kullanmaktan dolayı 6 ay hapis cezası çıkar. Bereket, mahkemedeki iyi halleri dikkate alınarak cezaları beş aya düşürülür ve cezaları ertelenir.

Neyse ki devletin mahkemeleri bu tür gereksiz davalarla meşgul ediledursun. Yaptıklarıyla göz doldurmuş olmalı ki zamanın dekanı, yargılama devam ederken dekanlığını yaptığı üniversiteye rektör olarak atanır ve halen bu görevini deruhte etmektedir. Böylece hak yerini bulur ve asistan alımının doğruluğu tescillenmiş olur. Aksi olsaydı şaşırır ve üzülürdüm doğrusu.

Bu aşamadan sonra ilgili rektörden beklenen ve ona yakışan; oğlu, kızı, damadı ve ne kadar akrabayı taallukatı varsa onları üniversite bünyesine alması…

* 11/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Eylül 2021 Salı

Bazı Bölümler, Beni Kapatın, Diyor *

2021-2022 öğretim yılında ilk defa üniversite okumak isteyenler için 1 milyon 10 bin kontenjan ayrılmıştı. Açıklanan yerleşme sonuçlarına göre bu kontenjanların 815 bini dolarken 120 bini lisans, 75 bini de ön lisans olmak üzere 195 bini boş kaldı. Dikkat etti iseniz, boş kontenjanlar sadece iki yıllık öğretim yapan meslek yüksek okulları değil, dört yıllık öğretim yapan lisans bölümleri bile tercih edilmemiş. Üstelik lisanstaki boşluk, ön lisanstan daha fazla. Bu demektir ki örgün programların yüzde 20’si doldurulamadı. Ek yerleştirmede ne kadarı doldurulur, şimdiden bir şey söylenemez ama baraj puanlarının düşürülmesinin bile kontenjanları dolduramadığı görülmektedir.

Yenidenhaber.com sitesinde “Değersizleştirilen yükseköğretim” başlıklı yazısında Şenol Metin, Konya’daki devlet üniversitelerinin hangi bölümünü kaç kişi tercih etmiş, buna dair bazı bilgilere yer vermiş:

Üniversite Adı            Bölümü                                   Kontenjan                   Tercih eden

    NEÜ.                      Eğitim Fak./Biyoloji Öğr.         20                                         8

    NEÜ.                      Müh. Fak/Gıda Müh.                20                                        4

    NEÜ.                      Siy. Bil./Felsefe                         40                                        3

    SÜ                          Uyg. Bil. Yük. Ok./Org. Tar.    30                                        2

    SÜ.                         Ed. Fak./Arkeoloji                     40                                        7

    SÜ.                         Top. Bil. Bitki Beslenme          35                                        3

    KTÜN.                   Mim. Fak./Şehir ve Böl.Plan.   80                                        2

   KTÜN.                    Müh. Fak./Harita Müh.             30                                        6

Bu bölümler ve daha nicesi gereksiz bölümler mi? Hayır. O halde niçin boş kaldı? Bunun üzerine fazla kafa yormaya gerek yok. Çünkü öğrencilerimiz, bir bölümü tercih ederlerken mezun oldukları zaman o bölümün istihdam durumuna bakar. Eğer istihdam imkanı yok veya bir daralma söz konusu ise o bölümler kolay kolay tercih edilmez. Kontenjanların boş kalmasının tek ve en önemli sebebi budur.

Maalesef bu ülkede hangi alanda kaç yıl sonra kaç elemana ihtiyaç var, kaç üniversite bu ihtiyacı giderir, planlaması yapılmadı. Hala da yapılmıyor. Her ile birden fazla üniversite kondurmayı, tercih edilmeyeceği bilinmesine rağmen istihdam imkanı olmayan bölümleri açmayı marifet bildik. Neredeyse devlet politikası haline getirdik. Normal bölümleri açmakla kalmadık: İhtiyaç yok, haddinden fazla bu alanda mezun var demedik. Üç-beş öğretim görevlisine getirisi olacak diye bu bölümlerin ikinci öğretimlerini de açtık ve hala bu ikinci öğretimleri devam ettiriyoruz.

Bir il veya ilçede; esnaf faydalanacak, ticaret canlanacak diye oraya üniversite açmanın, istihdam imkanı olmayan bölümleri dayatmanın, birkaç öğretim görevlisi nemalanacak diye birçok bölümde ikinci öğretimi devam ettirmenin, gençleri oyalamanın ve onların geleceğini yok etmenin bir gereği var mı? Kime sorarsan hiçbir gereği yok ama burası Türkiye.

Meram ediyorum, bu ülkenin siyasetine ve ülkenin yükseköğretimine yön veren ve planlayanlar, istihdam imkanı olmayan bu bölümleri ne zaman kapatacaklar? Kapattılar. Bu binaları ne yapacaklar? Binaları değerlendirdiler. Buralarda görev yapan akademisyen ve diğer personeli ne yapacaklar? Haydi bunu da hallettiler. Bu okullardan mezun olan işsizler ordusu için bir B planları var mı? Niye olsun ki? Biz okuturuz. Gerisi bizi ilgilendirmez. Zira kim ne yaparsa yapsın. Temel felsefemiz bu.

* 10/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Eylül 2021 Pazar

Şehirlerin Kimliği *

İşyeri tabelaları dikkatimi çeker ve kendi kendime beyin jimnastiği yaparım:

-Tabelalarda bir estetik ve renk uyumu var mı? Büyüklüğü, işletmenin büyüklüğüyle orantılı mı? Tabela, görüntü kirliliğine sebebiyet veriyor mu?

-Tabelada yazılan ile içeride satılanlar örtüşüyor mu? Yani ismi ile müsemma mı?

-Tabeladaki yazılanlar TDK'nin yazım ve imla kurallarına uymuş mu?

-Tabeladaki tanıtım yazıları Türkçe mi? 

Estetik ve renk uyumundan pek anlamasam da bazı tabelaların sırıttığını düşünürüm.

Hepsi olmasa da bir kısım tabela, dini, cemaatimsi ve ideolojik bir anlam çağrıştırıyor. Bazı tabeladan, içeride ne satıldığını anlayamıyorum. Bir diğer husus, her geçen gün tabelalarda, Türkçesine kibrit suyu dökülmüş gibi yabancı isimler boy göstermeye başladı. Vatandaş “Süt Çiftliği” yerine “Milk Farm” yazdırmayı tercih ediyor. Tabelaya “Süt Çiftliği” yazdırsa ölür sanki. Niye böyle bir isme gereksinim duyuluyor? Hava atmak mı isteniyor? Bir aşağılık kompleks hali mi yaşanıyor? Çoğu tabelalarda TDK’ye göre yanlış kabul edilen yazımlar var. Mesela çoğu çiğ köfte satılan işyerlerinde “… Çiğköftecisi” şeklinde yanlış yazılıyor. Halbuki çiğ köfte veya çiğ köfteci ayrı yazılıyor TDK’ye göre. Ne fark eder, asıl olan ne satıldığının anlaşılması değil mi diyebilirsiniz. Bunda haklı da olabilirsiniz. Fakat göz aşinalığı, ardından belleğe yerleşecek şekilde böyle yanlış yazılıma ben sıcak bakmıyorum. Düşüncenize, çocuğunuza sınavda içerisinde çiğ köfte geçen, “Aşağıdaki birleşik kelimelerden hangisinin yazımı yanlıştır” sorusu soruldu. Çocuğunuzun sınavda; mahalle, cadde ve sokakta sürekli gördüğü çiğ köftecinin tabelası gözünün önüne gelecek ve çiğ köfte bitişik yazılmalı diyerek bu seçeneği kolayca eleyecek. Ki zaman zaman böyle sorular çocukların karşısına çıkabiliyor.

Bildiğim kadarıyla tabelalarda esnaf kendi başına buyruk hareket etmiyor. Tabelanın mutlaka belediyenin ilgili biriminin onayından geçmesi gerekir. Belediye yetkilisi böyle bir yanlışa nasıl izin verir, çok anlamış değilim. Bence yazım yanlışı varsa bu tür tabelaların kaldırılarak yerine doğrusunun asılması sağlanmalıdır. Yanlışların önüne geçmek için belediyelerde tabelalar yazım ve imla yönünde de incelenmelidir. Yazı, tabelacıya ne şekilde gideceği belirtilmelidir.

Aynı şekilde tabelalara bir İngilizce yazma modası var. Türkçesi yoksa yazılsın ama Türkçesi varken yabancı dilden yazmak neyin nesi? Bunu da anlamış değilim. Diyelim ki esnaf özenti gereği böyle bir ismi uygun gördü. Bu tabelaya nasıl onay verilir? Reddedilip git, Türkçe bir isimle gel, denmeli.

Tabelaların şekli, görüntü, hangi dilde yazıldığı, yazının doğru ya da yanlış yazıldığı sizin için önemli olmayabilir. Bana göre tabelalar, tabelanın düzeni, şehrin mimari yapısı, şehrin konumlandığı yer, cadde, sokak ve kaldırımları, trafiği ve kodu, temizliği, halkın giyim-kuşamı, aksanı, görgü ve göreneği, iklimi, yer şekilleri, tarihi eserleri, o şehirde yetişenler, üretilenler vs. o şehrin kimliğidir. Bu kimliği de doğal olmayan yollarla da değiştirmeye hakkımız olmadığını düşünürüm.

Sözün özü, işyerlerinin tabelalarında bir düzen olmalı, reklam panoları gelip geçeni rahatsız etmemeli, görenin ihtiyacını karşıladığı kadar seyir zevki de vermeli, yazım yanlışı yapılmamalı. Burada şehrin yöneticileri, valilere ve belediye başkanlarına büyük görev düşüyor.

* 08/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.