Ana içeriğe atla

Bir Türkiye Klasiği Daha *

Allah size yürü ya kulum dedi, bir üniversitenin din işleri ile ilgili bir fakültesine dekan olarak atandınız. Fakültenize bir araştırma görevlisi alacaksınız. Duyuruya çıktınız. Şartları tutanların başvurularını almaya başladınız. Bir baktınız ki oğlunuzun da şartları tutuyor, o da asistan olmak için başvuruyor. Üstelik kerata da fidan gibi delikanlı. Babasının yolundan gidebilir ve akademisyenlik de pek yakışır. Babadan sonra aynı evden ikini bir Prof. çıksa fena mı olur? Bilgi ve birikim ve vizyonuyla boynuz kulağı geçer misali, babasını da geçer. İnan, bunu babası olduğu için söylemiyorsunuz. Ama bunu kime anlatacaksın. Neyse, gönül ve realite böyle istiyor ama iş gönülle bitmiyor ki.

Başvuru süresi bittikten sonra ALES ve yabancı dil sıralamasına göre adayları sıraladınız. Oğlunuz da 31.kişilik listede kendisine 29.sırada yer buldu. Bu da objektifliğin bir gereğiydi. Aslında kerata biraz daha çalışsaydı, ilk birde yer alması sürpriz bile olmazdı ama geçen geçti. Önümüze ve mevcut duruma bakmak lazım. Bu arada 31.sıraya göre 29.sıra da fena değil. Sonra akademisyen olmak için tek başına sıralama da yeterli değil. Öyle olsaydı, elini-kolunu sallayan asistan olmaya kalkardı. Diyelim ki sıralama önemli. Dur bakalım, adayların evrakı tastamam mı? Bu da tamam diyelim. Bu evrakın sıkı bir incelemeden geçirilmesi gerekir, öyle değil mi? Ne de olsa devlete asistan alacağız. Öyle, evrakın tamam, geç denmez. Üniversite demek, fakülte demek, asistan olmak demek hele dekanlık makamı bir ciddiyeti ve titizliği gerektirir.

Evrakı bir bir incelediniz veya incelettiniz. O da ne? Başvuranlardan;

-19 tanesinin transkrip belgesinde ya “mühür üzerinde imzası yok ya da kaşenin olduğu yere imza atılmamış.

-8 tanesinin evrakı tam olmasına rağmen sınava girmiyor.

-Geriye kalan 4 kişi ise üniversitenin yaptığı sınavda 5-15 gibi bir puan alıyor.

Neyse uzatmayalım. Sıkı bir elemenin ardından asistan olmak için geriye bir oğlunuz kalıyor. Bu durumda ne yapacaktınız? Herhalde “Bu benim oğlum, bunu almayalım” diyemezdiniz ve aldınız. Çocuğunuz da gördüğünüz gibi bileğinin hakkıyla çiçeği burnunda asistan oldu.

Gördüğünüz gibi tüm kamuoyunun önünde şeffaf bir şekilde yapılan bu alıma, sınava giren veya evrakı imzasız olduğu için sınava girmesinde sakınca görülenlerden bu zaman zarfında hiçbir itiraz söz konusu olmuyor. Olsa şaşılırdı zaten. Kim, ne diyebilirdi ki bu alıma. Ama kamu denetmeni boş durmuyor. Gelir, olayı inceler. Sınavın iptaline dair bir rapor hazırlar. Bu ne demek biliyor musunuz? Pişmiş aşa su katmak. Vazifesi sanki.

Bereket, rektör arkanızda. Öyle kamu denetmeninin raporuna pabuç bırakacak biri değil.

Ardından, orta yerde yüz kızartıcı bir mesele varmış gibi olay savcılığa intikal eder ve hakkında “görevi kötüye kullanmaktan dolayı” yargılanma ve görevden el çektirilme iddianamesi hazırlanır. Bununla kalsa iyi. Jüri üyelerinin de yargılanması istenir. Daha neler…

Yargılamada kendisine ve jüri üyelerine görevi kötüye kullanmaktan dolayı 6 ay hapis cezası çıkar. Bereket, mahkemedeki iyi halleri dikkate alınarak cezaları beş aya düşürülür ve cezaları ertelenir.

Neyse ki devletin mahkemeleri bu tür gereksiz davalarla meşgul ediledursun. Yaptıklarıyla göz doldurmuş olmalı ki zamanın dekanı, yargılama devam ederken dekanlığını yaptığı üniversiteye rektör olarak atanır ve halen bu görevini deruhte etmektedir. Böylece hak yerini bulur ve asistan alımının doğruluğu tescillenmiş olur. Aksi olsaydı şaşırır ve üzülürdüm doğrusu.

Bu aşamadan sonra ilgili rektörden beklenen ve ona yakışan; oğlu, kızı, damadı ve ne kadar akrabayı taallukatı varsa onları üniversite bünyesine alması…

* 11/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde