24 Temmuz 2021 Cumartesi

Susmak ve Konuşmak *

Susmak mı konuşmak mı sorusu, çocuğa anneni mi çok seviyorsun yoksa babanı mı sorusu gibi yersiz bir soru olsa da sessizliği pek sevmeyen ve çok konuşan biri olarak bana susmak/dinlemek mi, konuşmak mı deseniz, susmak derim. Hatta susmanın yani dinlemenin en büyük nimetlerden biri olduğunu düşünürüm. Bundandır ki “Söz gümüş ise sükût altındır”, “Sus ki adam sansınlar”, “İki dinle, bir söyle”, “Kişi dilinin altında gizlidir, konuştuğu zaman kendini ele verir” denir.

Bu sözlerle, dinleme ve susmanın önemine işaret edilir. Aslında dinleme ve konuşma organlarımıza baksak bile hangisini daha fazla kullanmamız gerektiğini anlayabiliriz. Allah iki kulak vermiş ve bu kulaklar daima açık. Ağız ise bir tane ve normal şartlarda iki dudakla kapalı. Buradan bile iki dinle, bir konuş anlamını çıkarabiliriz. Yani kulakların daima açık olsun. Konuşulanları dinle, faydalı olanları al, ötesini unut. Konuşulanlara katkı sunmak istiyorsan ya da birileri sana bir konuda görüşünü sormuşsa; yerinde, zamanında, kıvamında, güzel bir üslupla konuş. Ardından tekrar dinlemeye geç. Buradan kişi hem susmalı hem de konuşmalı anlamını çıkarabiliriz. Ama ne zaman, nerede, ne kadar konuşmalı ne kadar susmalıyız? Önemli olan burası. 

Bilelim ki fazla konuşmak, olur olmaz araya girmek, söz kesmek, her konuda fikrini söylemek, başkasına konuşma fırsatı vermemek kişinin ağırlığını yok eder. 

Susmak ve dinlemek asıl iken öyle zamanlar var ki konuşmak elzemdir hatta farzdır. Mesela bir parti, bir zümre, bir kişi hakkında birileri -doğru veya yanlış- şunu yaptın, bunu yaptın şeklinde bir isnatta bulunuyorsa, burada susmak değil, yaptım veya yapmadım; yaptım, şundan dolayı, şeklinde isnatlara cevap verilmelidir. Yani bir şeyler söylenir. İsnatların aslı astarı yoksa iftira atılıyor denerek savcılığa suç duyurusunda bulunulur. Böyle değil de susuluyor, isnatlara cevap verilmiyorsa demek ki isnatlar doğrudur anlamı çıkar. Çünkü susmak; kabullenmek, bu durumu savunacak halim yok demektir. Bizde sükut ikrardandır diye bir söz vardır. Mesela kızımıza biri talip olduğunda isteyip istemediğini öğrenmek için kızımızın görüşüne başvururuz. Kızımız sessiz kalıyorsa, biliriz ki kızımız bu oğlanı istiyor anlamını çıkarırız. Yine isnatlara direk cevap verilmiyor, başka açıklamalar yapılıyor ve sadede bir türlü gelinmiyorsa veya bazı soruların sorulmasına kızılıyorsa, burada da isnatları kabullenme anlamı çıkarılabilir ve denir ki ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

Hasılı, susulması gereken yerde susalım, konuşulması gereken yerde konuşalım. Konuşulması gereken yerde ölü sessizliğine bürünmeyelim. Susma ve konuşmada ölçüyü kaçırmayalım. Her şeyi yerli yerinde, taşı gediğine koyarcasına yapalım. Bunu yapmazsak ağzı olan konuşur ve kimsenin ağzını büzemeyiz. 

*30/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

23 Temmuz 2021 Cuma

Evlattan Babaya Penye

Bayramlığım, oğlandan penye. Bu penye giyip giyip küçülen ve babaya verilen türden değil. Yepyeni.

Nasıl sevindim nasıl. Bir bilseniz.

Demek ki zamanında oğlana boşuna yatırım yapmamışım. Bir zamanlar ben ona almıştım. Şimdi o bana alıyor.

Aramızdaki fark, ben alırken birkaç sene giysin diye bol ve büyükçe alırdım. O ise tam vücuduma göre almış. Bir diğer fark, benim aldıklarım cepli idi. Bunun ise cebi yok. Sevincimi üzüntüye gark eden de bu zaten. Zira tişörtün ceplisi kırmızıçizgimdir. Gerçi bu devirde ceplisini ara ki bulasın. Bulursan da hapishane kaçkınlarının giydiği türden, diklemesine ve enlemesine çizgili penyeleri koyuyorlar önüne. Renk ve deseni bir görsen, ıskartaya çıkarılmış, dükkanın bir köşesine konmuş, alıcısı olmayan ve bakımsızlıktan tozlanmış penyeler.

Cepsizler ise daha canlı renklerden ibaret. Bunlar tereklerin gözdesi. Al beni diyor.

Anlamadığım bu renklere niçin cep koymuyorlar? Giyen bu cebin içine kimliğini, kağıt, küreğini, kalemini; sigara içenler paketini ve çakmağını koysa, hiçbir şey koymasa bile o cep, süs gibi tişörtün solunda dursa ne olur? Ağırlık mı yapar? Gören, “Aa, tişörtü cepliymiş” mi der?

Hasılı bu modacıları anlamak zor. Bu seneye yeni ve farklı modellerle gireceğiz diye kafalarına koyduklarını dayatıyorlar bize. Ceplisini bulamayınca elin mahkum sürdüklerine. Gerçekten niyetleri ne? Cebi kaldırarak cepten mi kar ettiklerini düşünüyorlar ya da dikiş işini daha mı seri yapıyorlar?

İyi bayramlar... 

Rehavetin Götürüsü *

2019'un Martından beri covid-19 salgınıyla boğuştuğumuz hepimizin malumudur. Bu süreçte kurallar, normalleşme adımları çerçevesinde zaman zaman esnetilse de bu iki yılın çoğunu, yasak ve kısıtlılıklarla geçirdik. Bu yasaklar, ülkemize ve insanına pahalıya patladı. Neye mal olduğunu saymaya gerek yok. Zira hepimiz biliyoruz. 

1 Temmuzdan itibaren devlet, aşağı yukarı tüm kısıtlılık ve yasakları kaldırdı. Kaldırması da gerekiyordu. Çünkü kısıtlılıktan bezmiş bir halk nefes almalıydı. Mağdur esnaf kendine gelmeliydi. Turizm de canlandırılmalıydı. Devlet tüm bunları yaparken bir taraftan da bağışıklığı artırsın diye aşılamaya hız verdi. 

Peki, temmuzun son haftasında salgının seyri ne âlemde? Bildiğim kadarıyla virüs hala hayatımızın bir parçası. Ölenler olduğu gibi üçüncü aşıyı olmasına rağmen hala bu hastalığa yakalananlar da var aramızda. Üstelik Hindistan menşeli Delta varyantı da ülkemizde kol geziyor. Yani salgın benden bu kadar. Artık normalleşebilirsiniz demedi. 

Durum bu iken biz ne yaptık ve ne yapıyoruz? Gördüğüm kadarıyla hiç olmadığı kadar normalleşmişiz. İki yıllık kısıtlılığın keyfini çıkarıyoruz. Ne mi yapıyoruz? 

Salgın, düğünlerde kapları ayırmak, tabldota geçmek ve ortak kaba kaşık sallamayı terk etmek için bir fırsat iken görüyorum ki düğün yemeklerinde yemek usulü, eski hamam, eski tas. Yani ortak kaba kaşık sallanıyor.

Mesafeyi ara ki bulasın. Tokalaşmak ve kucaklaşmak gırla gidiyor. Elini vermeyenler ayıplanıyor. Tamam, ziyaretler yapılsın, gidilip gelinsin, yenip içilsin ama belli bir mesafe de korunsun. 

Ağız ve burnu kapatmasa da kalabalık ortamlarda takmak için çene altında bir aksesuar gibi duran maskeler, çoğu kimsede yok. Tamam, maske her yerde takılmasın. Müsait yerlerde rahat nefes alalım ama maskeye de tamamen elveda demeyelim. 

Verdiğim üç örnek benim gözlemlerim. Bu gözlemlerimden, benim anladığım, halkın kahir ekseriyetinde bir rehavet söz konusu. Alabildiğine salmış millet kendini. Yediden yetmişe bir aymazlık söz konusu. 

Halkın verdiği görüntü bu iken denetim görevini yapmakla görevli devlet ne yapıyor? Gördüğüm kadarıyla devlet de halkımız gibi salmış ve seyrediyor. Yani devlette de bir rehavet ve rahatlık söz konusu. Bu rehavet sebebiyledir ki temmuzun başında altı binlere kadar gerileyen vaka sayısı, şimdilerde on beş binlere yaklaşmış durumda.

Ne yapılmalıydı? Devlet ve halk normalleşme istiyorsa, bunun birinci adımı, temkini elden bırakmamak olmalıydı. Bu temkin halkta ve devlette olmadığına göre bu rehavetin, bu vurdumduymazlığın, bu denetimsizliğin ve halkı kendi haline bırakmanın bedeli ağır olacaktır. Çünkü bu aymazlığın bize artı bir getirisi olmayacağı gibi götürüsü çok olacaktır. Bu da yeni mağduriyetler oluşturacak ve normalleşmeyi daha da geciktireceğiz. Çünkü bu görüntümüz hayra alamet değil. Üstelik bu yaptığımızla, bize dijital bir dünya ve yeni bir dünya dayatanların ekmeğine yağ sürüyoruz. 

* 26/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.