11 Haziran 2021 Cuma

Ne Ummuştum Ne Buldum

Altı yıldır koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir misali, amatör köşe yazarlığı yapıyorum. Bu işe başlarken neyi dert edinirsem onu yazacağım demiştim. Hala aynı yerdeyim. Siyasi, ekonomi, sosyal, kültürel, güncel, ahlaki, dini vs hemen hemen her konuda yüzlerce yazı yazdım. Bazı zamanlarda iki, üç, dört gazetede birden, haftanın yedi günü yazılarım yayımlandı. Nicedir teke indirdim. Şimdi haftada dört gün yazıyorum. Bugüne kadar bugün de yazmayayım demedim. Profesyonel bir yazar gibi yazılarımı, gününde göndererek sayfamı boş bırakmadım.

İlk yazmaya nazla şifayla başladımsa da zaman zaman keyifle yazdım zaman zaman da zoraki. Yazmaya devam ediyorum ama niye yazdığımı da sorgulamıyor değilim. Çünkü neler ummuştum neler buldum. Bilinçaltımda, yazmaya bir başlarsam kör talihim döner, birçok yazar, çizer gibi bahtım açılır diyordum. Maalesef başladığım yerdeyim.

Ne mi bekliyordum? Bir yazarsam;

Gündem olurum; televizyonlara konuşmacı olarak çağırılırım. Her gün bir kanalda ekranların gediklisi olurum dedim. Bu da dar çevrem genişleyecek demekti. Siyaset, medya, iş, emniyet, yargı, yeraltı ve yerüstü dünyasında tanınır olacaktım. İş ağım genişleyecekti. Derin bağlantılar içine girecektim. Çünkü ya ben onları ya da onlar beni bulacaktı. Ekranların yüz akı olacaktım ama geri planda gazetecilik dışında bilumum iş takibi yapacaktım. Arabulucu bile olabilirdim. Çünkü gazeteci görünümünde her işi yapardım. Arkamı dayadığım zinde güçleri ekranlarda ölümüne savunurdum. Tek felsefem kazan kazan politikasının gereğini yerine getirmek olacaktı. Ekranların korkusuz rüyası, kötülerin belalısı olurdum. Bu şöhret cazibesinde, belki göz önünde olacaktım ama kim tutardı beni. Bu arada dürüstlüğü ve erdemi de kimseye bırakmazdım.

Yıllık tatilimi şimdiki gibi tevazu otellerde değil, lüks yerlerde yapacaktım. Kendimi satsam ödeyemeyeceğim otel masraflarını hazar birileri çekerdi. Böylece felekten günler çalacaktım. Öyle ya, bu dünyaya bir daha mı gelecektim. Çoluk çocuğum da sayemde bayram edecek, “yine mi et” deyip yediklerinden bezecekti.

Para dersen gani olacaktı. Evimin, arabamın sayısını bilemeyecektim. Çünkü kimsenin eli benim cebimde olmasa da benim ellerim hep birilerinin cebinde olacaktı. Paraya para demeyecektim. Hiç vermeden hep alacaktım. Keyiften nargile bile içecektim. Entel takılacaktım.

Deniz bitinceye kadar her kapıyı zorlayacaktım.

Bir gün iş yaptıklarımdan çiğ süt emmiş biri geçmişiyle yüzleşmeye kalkar, beni ve derin iş bağlantılarımı ele verirse hayatım sönermiş, el içine çıkamazmışım. Hiç umurumda olmazdı. Yediğim, içtiğim, gezdiğim, tozduğum, kazandıklarım yeterdi benim için. Buna da hazırlıklıydım. Çünkü düşmez kalkmaz bir Allah. Zira buna inancım var.

Hasılı, ne para gördüm ne şöhret ne derin bağlantılar içerisine girebildim. Hala başladığım yerdeyim. Çünkü yazarlığın bana hiçbir artısı olmadı. İşte bundandır ki niye yazıyorum diye kendimi sorgulayıp duruyor ve niye Allah bana yürü ya kulum demez deyip hayıflanıyorum.

Ne dersiniz? Haklı değil miyim yoksa?

Barbaros ULU

9 Haziran 2021 Çarşamba

Koruyup Kollama *

Organlarımız tam görevlerini yaptığı müddetçe vücudumuz bir saat gibi işler. Bir tanesi aksadı mı sıkıntıyı sadece o organ değil, tüm vücut çeker. Ne yediğimizden zevk alırız ne de içtiğimizden. Hayatımız zindan olur. Hastalandığımız zaman da durum aynıdır. Allah kimseye dermansız dert vermesin.

Mevsimsel rahatsızlıkların dışında vücudumuzda herhangi bir sıkıntı olduğu zaman vakit kaybetmeden hastaneye gidip muayene olmak erken teşhis için önemlidir. Geçer gider deyip muayeneyi geciktirmek ve önemsememek, vücutta onulmaz yaraların açılmasına sebebiyet verebilir. Bu yüzden vücutta virüs ve mikroplar oluştuğunda, vücudun sağlıklı olması ve teklemeden hayatına devam edebilmesi için bizi hastalıklara karşı koruma görevini üstlenen bağışıklık sistemini güçlü tutmak aynı zamanda vücuda giren irinleri temizlemek gerekir. Organlardan biri veya birkaçı tedaviye cevap vermez, bu organlar diğer organların işleyişine engel oluyor veya hastalığı diğer organlara yayıyor ve bulaştırıyorsa, vücudu kurtarmak için gerekirse o organlar kesilir ki vücut yaşasın. Değilse tüm vücudu çökertir.

Toplumsal ve siyasi olaylar da tıpkı insan vücudu gibidir. İhmale gelmez. Bir sıkıntı, bir problem olduğu zaman o sıkıntı ve problemi sıcağı sıcağına halletmek gerekir. Çünkü zamanında müdahale etmek problemi çözer. Her ne kadar zaman her şeyin ilacı olsa da problem kendiliğinden yok olmaz. Problemi yok kabul etmek, problemden kaçınmak, çözmeye yanaşmamak, görmezlikten gelmek, ötelemek, o probleme karşı sessiz kalmak sorumlu insana/kuruma/kuruluşa yakışmaz. Hele bu kişiler sorumlu bir makamda iseler, bu kişilerin olaylar ve sorunlar karşısında “görmedim, bilmiyorum, duymadım” şeklinde ifade edilen üç maymunu oynamaları kabul edilemez. Şayet böyle olduğu takdirde nasıl ki hasta vücut, mikroplara karşı savunmasız kalır ve tedavi edilmeyince her geçen gün güç ve takatten düşüyorsa, toplum da çürümeye yüz tutar. Bir de suç işleyenlerin korunup kollandığına dair toplumda bir imaj oluşursa, toplumsal yozlaşma alır başını gider. Çünkü etkili ve yetkili kişilerin, birilerini koruyup kolladığına dair oluşacak bir algı, makam ve kurumlara karşı güveni sarsar, adalet duygusunu yok eder, insanlar arasında güven problemi ortaya çıkar. Bu da toplumsal barışa hizmet etmez.

Mikrop ve virüsler, vücuda dışarıdan geliyorsa bir nevi vücut olan topluma ve o toplumu yöneten veya yönetmeye talip siyasi partilere, özellikle kitle partilerine de virüs gibi birileri sızabilir. Bunlar yönetim kademesinde de görev alabilirler, suça karışabilirler veya suça göz yumabilirler, bulunduğu makamı kendi lehlerine çevirmeye kalkabilirler. Hiç böyle bir şey olmasa bile birlikte çalıştığımız kişilere iftira atılabilir. İnsanın olduğu yerde bunların her biri hatta daha fazlası insanın başına gelebilir. Böyle durumlarda, birlikte çalıştığımız kişileri kurtlar sofrasına teslim etmeyelim ama onları da ölümüne savunmaya kalkmayalım. Görev ihmali, göz yumma veya suça karışma şüphesi varsa hakkında ilk suç duyurusunu biz kendimiz yapalım. Müdahale etmeden yargı kararını versin. Hakkında karar verilinceye kadar da beraatı zimmet asıl olsun. Suçu varsa cezasını çeksin, suçu yoksa aklanıp gelsin. Nasıl ki vücut, tedaviye cevap verdiği müddetçe mikroplardan arınıyor ve hayatiyetine devam ediyorsa, siyasi partiler de bünyelerine sirayet eden kişilerden bu şekilde arınabilmelidirler. Böyle yapıldığı takdirde siyasi partilerin, iktidarların ve devletin ömrü uzun olur ve temiz kalır. Bu yapılmazsa, nasıl ki mikroplara karşı zayıf düşen vücut, güç ve takatten düşüyorsa partiler de her geçen gün zayıflar, bir müddet sonra ya küçülür ya da yok olur giderler.

Unutmayalım ki sadece imamların sarığı leke götürmez değildir. Ülkeyi yöneten veya ülkeyi yönetmeye talip olan siyasi partilerin manevi şahsiyetleri ve kurumsal kimlikleri de leke götürmez. Yine unutmayalım ki “Bizim adamımız”, “Ucu bize dokunacak”, “iç ve dış güçlerin saldırısı var” diye birilerini koruyup kollamaya kalkmayalım. En azından böyle anlaşılmasına meydan vermeyelim. Zira kaybeden partiler ve ülke olur. Çünkü “koruyup kollamadan bu ülke çok çekti. Bizim koruma ve kollama görevimiz var diye asker bir zamanlar her on yılda yönetime el koyarak ülkenin anasını ağlattı. Bu da demokrasiyi sekteye uğrattı ve ülkeyi geri bıraktı.

*12/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Peker ve Ben *

Bana dönüp dönüp "Her konuda yazdın, Peker hakkında niye yazmıyorsun?" diyorlar. Tamam, yazayım da ne yazayım? Çünkü tanımıyorum kendisini. Haydi yazdım diyelim. Nasıl yazarım? Çünkü hakkında yazmak büyük cesaret ister.

Tanımıyorum. Çünkü bugüne kadar kendisiyle hiç teşriki mesaim olmadı. Ben yerin üstünde yaşıyorum, o ise -denildiğine göre- yeraltı dünyasının insanıymış. Hoş, yeraltı dünyasının insanı deseler de böyleleri yeraltında değil, yer üstünde yaşıyormuş ama olsun. Yer üstündekileri daha doğru dürüst tanıyamadım ki yeraltındakileri tanıyayım. Yeraltı ile ilgili bildiğim tek şey, “Bu dünyanın üstü varsa bir de altı var” sözüdür. Bu da öbür dünya için söylenir.

Kendisiyle ortak bir yemek yemişliğimiz yok. O kadar kahve dağıtmış. Hiç kahvesi nasip olmadı ki kırk yıl hatırını güdeyim.  Düğün yapmış, davetliler arasında yoktum. Zira çağrılmadım. Bir fotoğraf karemiz bile yok. Ne yolculuk yaptım ne komşuluk ne de alışveriş. Ne iş yapar bilmem ama anlattıklarından anladığıma göre zengin mi zengin. Bu değirmenin suyu nereden bilmiyorum ama deli para kazanmış. Anladığım kadarıyla bitek değirmenlere yelken açmış. Üstelik eli de açık. Çevresine vermiş de vermiş. Bu arada yatırımlarını da iyi yerlere yapmış. Haydan geleni huya harcamış. Kazandığı paranın bir kısmını her seçim öncesi ayni ve nakdi olarak dağıtmış ama bana bir kuruşu nasip olmadı. Zira 2015 yılında bir grup arkadaşla tatil için gittiğimiz Bodrum’da kaldığımız otelin parasını da kendimiz ödedik. Biraz da şu gariban faydalansın demedi. Yani bana zırnık koklatmadı. Böyle zenginliği ne yapayım ben.

Kendisini hiç mi tanımıyorum? Tanımıyorum diyeceğim ama bir sonraki videosunda “Nasıl tanımazsın, videomu da mı izlemedin, HTS kayıtlarına bakın” diyebilir. Ondan sonra aldım mı başıma belayı. En iyisi, o beni videosuna misafir edinmeden ben itiraf edeyim:  Tüm tanışıklığım, izlediğim son üç videosundan ibaret. Bir de yandan tanışıklığımız var. Daha doğrusu adamlarıyla. Bunu da söylemeliyim. Çünkü “Adamlarım seni tanıyor” diyebilir. Videolardan önce ismini ilk defa 15 Temmuz gecelerinden bir gece Celalettin Rumi Meydanında demokrasi nöbeti tutarken duydum. Biz meydanda beklerken önümüzden organize bir grup geçti. Yanımdakine kim bunlar dediğimde, “Peker'in adamları” dedi. Şimdi ben o adamları görsem tanımam, onlar da beni tanımazlar. Hasılı tüm tanışıklığım bu kadar.

Diyelim ki tanıdım. Hakkında yazı yazmak cesaret ister. Çünkü kim, ben Peker’i tanımıyorum diyorsa; kimin ne yaptığını, nereye girip çıktığını, hangi otelde kimlerle tatil yaptığını, otelin parasını kimlerin ödediğini, kimin kiminle tanıştığını, ne işler çevirdiğini, ne konuştuklarını tarih ve saat vererek bir pazar sabahı söylüyor. Hızını alamayıp “Namusum, şerefim üzerine yemin ediyorum” diyenlerle çektiği videoyu yayımlıyor. Sadece bununla kalsa… İyi soru sormayanı, iyi soru soracak olanın sözünü kesen gazeteciyi de kara listeye alıyor. Hakkında TV veya youtube’da kim bir şey söylese, aynı anda tweet atarak cevap veriyor. Doğrusu bu diyor. Hiçbir şey demese bile “Seninle haftaya görüşeceğiz. Zira seni misafir edeceğim” diyor. Dediğini de yapıyor. Gerçekten misafir ediyor. Misafirine ne ikram eder bilemiyorum. Çünkü misafir umduğunu değil, bulduğunu yer. Kim ne yiyorsa bir bakmışsın, dut yemiş bülbüle dönüyor, derin bir sessizliğe bürünüyor: Ya tatile çıkıyor ya evine kapanıyor ya da yaptığı işi bırakıyor. Bu durumda hakkında nasıl yazı yazabilirim. Tüm cesaretimi toplayarak yazdım diyelim. Gördüğüm kadarıyla karesine girenlerin çoğuna lakap takıyor. Bu yaştan sonra bana layık göreceği lakaba katlanamam.

Bana ne biçim gazetecisin? Madem korkuyorsun, niye gazeteci oldun diyebilirsiniz. Susan sadece ben miyim mübarekler! Benim dışımda medyanın kahir ekseriyeti susuyor, savcılar susuyor, siyasiler vs herkes susuyor. Yani konuşması ve harekete geçmesi gerekenler de susuyor. Gördüğüm kadarıyla herkes nefesini tutmuş, filmi izliyor. Bu sessizlik fırtına öncesi sessizliğe benziyor. Filmi izleyenler de çeşit çeşit. Kimi zevkten dört köşe kimi sıra bana da gelir mi diyor kimi böyle olmamalıydı diye üzülüyor. Filmin sonu nasıl biter, bu cenazeyi kim kaldırır bilmiyorum ama tek bildiğim, filmin sonunun ne şekilde biteceğini bilmediğim. Ötesini de istemeyin benden. Zira dolduruşa getiremezsiniz beni.

*11/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.