Ana içeriğe atla

Peker ve Ben *

Bana dönüp dönüp "Her konuda yazdın, Peker hakkında niye yazmıyorsun?" diyorlar. Tamam, yazayım da ne yazayım? Çünkü tanımıyorum kendisini. Haydi yazdım diyelim. Nasıl yazarım? Çünkü hakkında yazmak büyük cesaret ister.

Tanımıyorum. Çünkü bugüne kadar kendisiyle hiç teşriki mesaim olmadı. Ben yerin üstünde yaşıyorum, o ise -denildiğine göre- yeraltı dünyasının insanıymış. Hoş, yeraltı dünyasının insanı deseler de böyleleri yeraltında değil, yer üstünde yaşıyormuş ama olsun. Yer üstündekileri daha doğru dürüst tanıyamadım ki yeraltındakileri tanıyayım. Yeraltı ile ilgili bildiğim tek şey, “Bu dünyanın üstü varsa bir de altı var” sözüdür. Bu da öbür dünya için söylenir.

Kendisiyle ortak bir yemek yemişliğimiz yok. O kadar kahve dağıtmış. Hiç kahvesi nasip olmadı ki kırk yıl hatırını güdeyim.  Düğün yapmış, davetliler arasında yoktum. Zira çağrılmadım. Bir fotoğraf karemiz bile yok. Ne yolculuk yaptım ne komşuluk ne de alışveriş. Ne iş yapar bilmem ama anlattıklarından anladığıma göre zengin mi zengin. Bu değirmenin suyu nereden bilmiyorum ama deli para kazanmış. Anladığım kadarıyla bitek değirmenlere yelken açmış. Üstelik eli de açık. Çevresine vermiş de vermiş. Bu arada yatırımlarını da iyi yerlere yapmış. Haydan geleni huya harcamış. Kazandığı paranın bir kısmını her seçim öncesi ayni ve nakdi olarak dağıtmış ama bana bir kuruşu nasip olmadı. Zira 2015 yılında bir grup arkadaşla tatil için gittiğimiz Bodrum’da kaldığımız otelin parasını da kendimiz ödedik. Biraz da şu gariban faydalansın demedi. Yani bana zırnık koklatmadı. Böyle zenginliği ne yapayım ben.

Kendisini hiç mi tanımıyorum? Tanımıyorum diyeceğim ama bir sonraki videosunda “Nasıl tanımazsın, videomu da mı izlemedin, HTS kayıtlarına bakın” diyebilir. Ondan sonra aldım mı başıma belayı. En iyisi, o beni videosuna misafir edinmeden ben itiraf edeyim:  Tüm tanışıklığım, izlediğim son üç videosundan ibaret. Bir de yandan tanışıklığımız var. Daha doğrusu adamlarıyla. Bunu da söylemeliyim. Çünkü “Adamlarım seni tanıyor” diyebilir. Videolardan önce ismini ilk defa 15 Temmuz gecelerinden bir gece Celalettin Rumi Meydanında demokrasi nöbeti tutarken duydum. Biz meydanda beklerken önümüzden organize bir grup geçti. Yanımdakine kim bunlar dediğimde, “Peker'in adamları” dedi. Şimdi ben o adamları görsem tanımam, onlar da beni tanımazlar. Hasılı tüm tanışıklığım bu kadar.

Diyelim ki tanıdım. Hakkında yazı yazmak cesaret ister. Çünkü kim, ben Peker’i tanımıyorum diyorsa; kimin ne yaptığını, nereye girip çıktığını, hangi otelde kimlerle tatil yaptığını, otelin parasını kimlerin ödediğini, kimin kiminle tanıştığını, ne işler çevirdiğini, ne konuştuklarını tarih ve saat vererek bir pazar sabahı söylüyor. Hızını alamayıp “Namusum, şerefim üzerine yemin ediyorum” diyenlerle çektiği videoyu yayımlıyor. Sadece bununla kalsa… İyi soru sormayanı, iyi soru soracak olanın sözünü kesen gazeteciyi de kara listeye alıyor. Hakkında TV veya youtube’da kim bir şey söylese, aynı anda tweet atarak cevap veriyor. Doğrusu bu diyor. Hiçbir şey demese bile “Seninle haftaya görüşeceğiz. Zira seni misafir edeceğim” diyor. Dediğini de yapıyor. Gerçekten misafir ediyor. Misafirine ne ikram eder bilemiyorum. Çünkü misafir umduğunu değil, bulduğunu yer. Kim ne yiyorsa bir bakmışsın, dut yemiş bülbüle dönüyor, derin bir sessizliğe bürünüyor: Ya tatile çıkıyor ya evine kapanıyor ya da yaptığı işi bırakıyor. Bu durumda hakkında nasıl yazı yazabilirim. Tüm cesaretimi toplayarak yazdım diyelim. Gördüğüm kadarıyla karesine girenlerin çoğuna lakap takıyor. Bu yaştan sonra bana layık göreceği lakaba katlanamam.

Bana ne biçim gazetecisin? Madem korkuyorsun, niye gazeteci oldun diyebilirsiniz. Susan sadece ben miyim mübarekler! Benim dışımda medyanın kahir ekseriyeti susuyor, savcılar susuyor, siyasiler vs herkes susuyor. Yani konuşması ve harekete geçmesi gerekenler de susuyor. Gördüğüm kadarıyla herkes nefesini tutmuş, filmi izliyor. Bu sessizlik fırtına öncesi sessizliğe benziyor. Filmi izleyenler de çeşit çeşit. Kimi zevkten dört köşe kimi sıra bana da gelir mi diyor kimi böyle olmamalıydı diye üzülüyor. Filmin sonu nasıl biter, bu cenazeyi kim kaldırır bilmiyorum ama tek bildiğim, filmin sonunun ne şekilde biteceğini bilmediğim. Ötesini de istemeyin benden. Zira dolduruşa getiremezsiniz beni.

*11/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde