Ana içeriğe atla

Sen misin İşkembe Alan!

Her çarşıya çıkışımda, aklımın bir köşesinde işkembeciye uğramak geçer. İşkembe-i kübradan atmayı sevdiğimden midir, işkembe yemeyi de çok severim. Her gün önüme konsa yaz-kış demeden bıkıp usanmadan yerim. Salgın nedeniyle uzun süredir çarşıya çıkamayınca işkembeye özlemim her geçen gün arttı.

Mayıs ayının son günü Karatay Terminalinden Alaeddin’e doğru yürürken ne alayım derken kendimi çok zorlamadım. Ayağım sakatat satıcısına doğru götürdü beni. Dükkana girmeden evi bir arayayım dedim. Çünkü ne de olsa havalar ısındı. İşin ucunda bir de aile saadetinin bozulması var. Telefonuma cevap veren olmadı. Esnaf dükkanının önünde bekleyemezdim. Ne olacaksa olsun dedim. Tüm cesaretimi toplayarak bir kilo işkembe aldım ve çıktım.

Alaeddin’e doğru yürürken telefonuma dönüş yapıldı. İşkembe alayım mı diyecektim. Geçti artık. Aldım geliyorum, dedim. Sen misin alan. Bundan sonrasını söylememe gerek var mı? Zira aile sırrıdır. Ama ısrarınıza dayanamam. “Efendim, yaz günü işkembe gider miymiş? Kokusu fena olurmuş, çabuk bozulurmuş. Madem aldın, kendin doğra, kendin temizle, kendin pişir, kendin ye, gibi şeyleri bu kulaklar duydu. Anlamadığım, bu yaz günü işkembe satanlara niye kızmazlar da alana kızarlar, anlamadım gitti. Bu ülkede bir de kadına şiddetten bahsederler. Hiç erkeğin uğradığı şiddete değinen var mı? Neyse bu durum ayrı bir konu. Kadınların yanında esememiz okunmuyor vesselam.

Bu durumda işkembeyi ne yapabilirdim? Geri versem, el adama ne der? Çöpe atsam, nimet -bir de işkembe- çöpe atılır mı? Ama bu durumda eve nasıl gidecektim? Elim mahkum, gidecektim ama nasıl? Aklıma başka alışverişler geldi. Başka başka şeyler alırsam, işkembeden dolayı üzerime yönelecek şiddetin kuvvetini azaltabilirdim. Girdim bir yere. Şunu ver, bunu ver, şundan alayım, bundan da ver derken aldıklarım 139,25 TL tuttu. Fiyatların uçuştuğu bu bol enflasyonlu dönemde yaptığım bu ilave alışveriş içime oturdu ama yapılacak bir şey yok bu durumda. Zira zaman parayı düşünme zamanı değil. Hasılı, 15 liralık işkembe harcamam, bana pahalıya patladı.

Eve gitmeye biraz daha güvenim geldi. Yine de üzerimde bir suçluluk psikolojisi var. Kapıdan girerken işkembeyle birlikte aldıklarımı uzattım. Elim kalabalık olunca güler yüzle karşılandım. Dedim yırttım. Bunda işkembe aldığımı daha eve gelmeden haber vermemin katkısı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben eve gelinceye kadar kızgınlık, yerini soğumaya bırakmış. Düşünsenize, eve gelince işkembe aldım deyip uzatsaydım, belki işkembeyi midem yerine başım yerdi. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Polise gidemezdim. Gittim diyelim. Benim beyanımın irapta mahalli olmazdı. 

Neyse yorgunluğun ardından, yediğim akşam yemeğinin üzerine bir rehavet çökse de yemekten önce tuzlu suya konan ve yanına bırakılan birden fazla bıçağı görünce mutfaktaki işimin bitmediğini anladım. Yoruldukça bıçak değiştirecektim artık. İhaleyi işkembe sevmeyen ve yemeyen oğlana yıkmak istedim. Hiç oralı olmadı. Yiyecek olan doğrasın der gibiydi. Kolları sıvadım. Ya Allah ya bismillah diyerek doğramaya başladım. Bu arada işkembe doğramamın da fena olmadığını gördüm. Nereden mi biliyorum. İşkembe yerine parmaklarımı doğramadığımdan belli değil mi? Bir hamarat edasıyla çalışan beni gören içişleri bakanı da yardım etti ve yıkadı. İşkembemiz pişmeye hazır hale geldi.

Çayımı yudumlarken açtığım haberlerde, Türkiye ekonomisinin ilk çeyrekte yüzde yedi büyüdüğü haberini izleyince bugünkü alışverişi boşu boşuna yapmadığımı anladım. Demek ki içime dammış ve alım gücüm artmış. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Büyümeden kaynaklı hem alışverişimi yaptım hem de yaz günü eve getirdiğim işkembeden dolayı bir aile faciası yaşamadım. Çayı diğer günlerden daha zevkli ben içmeyeyim de kim içsin.

Hasılı, siz benim gibi değilsiniz. Zira kazaklığınız yüzünüzden okunuyor. Size sözüm yok. İçinizde benim gibi olanlarınız varsa işkembeyle eve girmenin yolunu öğrendiniz. Başka söze ne hacet…

Bu arada işkembemiz ertesi günü pişti. Yazın da yeniyormuş. Afiyetle yedik. Kızan da yedi, yemeyen de. Tavsiye ederim. Hem ucuz hem hesaplı. Hazır yüzde yedi büyümüşken değerlendirin derim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde