25 Nisan 2021 Pazar

Bir Gri Pasaporta Neler Vermezdim *

Hızla değişen gündeme bir gri pasaport düştü. Birkaç gün konuşulduktan sonra fazla gündem olmadan unutulmaya yüz tuttu. Gündeme düşmese, gri adı altında bir pasaportun olduğunu hiç öğrenemeyecektim. Nereden bilebilirdim ki bu renk bir pasaportun olduğunu. Hoş, diğer renk pasaportların da cahiliyim. Zira bugüne kadar hiç yurtdışı tecrübem olmadı. Gidenlerin de hangi renk pasaportla yurtdışına çıktıklarını hiç merak etmedim. Benim bu gri pasaport merakımı gideren, bir vesileyle gri pasaport sahibi olmuş kimselere buradan teşekkürlerimi iletirim. Teşekkürün büyüğünü de “hizmet kapsamında” gri pasaport hazırlayarak görgü ve göreneği artsın diye insanımızı yurtdışına gönderme hizmetinde bulunan belediyelerimize yapmak isterim. Zira burada bu hizmete alet olan belediyelere teşekkür etmesem onların hizmet anlayışını inkar etmiş olurum.


Bu ülkede hala benimle birlikte yaşamaya devam ettiğinize, bu ülkeyi terki diyar etmediğinize göre öyle zannediyorum, sizler de bu gri pasaportun ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmiyor olmalısınız ve bu hizmetten yararlanamadınız. Neyse körler ve sağırlar olarak birbirimizi bu ülkede ağırlamaya devam edelim. Ben bahtıma küstüğüm gibi sizler de bahtınıza yanmaya devam edin.


Gri pasaport kimlere veriliyormuş, bir de buna bakalım: “Hizmet damgalı gri pasaportlar, kanun maddesi gereğince kendilerine "diplomatik" veya "hususi" damgalı pasaport verilmesi mümkün olmayan kimselere, hükümetçe, hususi idarelerce veya belediyelerce resmi vazife ile dış ülkelerde göreve alındıklarında verilen pasaport imiş. Bu pasaport şahsi işler veya tatil amacıyla kullanılamazmış”.

Gündem hızla değiştiği için bu adam ağzında ne geveliyor demeyin. İsterseniz olaya kısaca değineyim. “Malatya'nın Yeşilyurt Belediyesi, Eylül 2020’de ‘Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirmek Projesi’ için 45 kişiyi yurt dışına gönderiyor. Sadece 2 belediye başkan yardımcısı geri dönüyor, 43’ü geriye dönmüyor”. Bereket, olan oldu, giden gitti, kalan sağlar bizim denmemiş, olayın araştırılması için müfettiş görevlendiriliyor. Bu olayın patlak vermesiyle birlikte basına düşen haberlere bakılırsa, bu şekilde insan kaçakçılığı sadece bu Belediye eliyle vuku bulmamış. Bu yol ile niceleri “Çevreye duyarlı bireyler” olarak yetiştikten sonra başka ülkeleri mesken edinmişler. Yetiştirdiğimiz bu insanlar bu duyarlılıklarını artık başka ülkelerin insanına gösterecekler. Diğerkamlık dediğimiz de bu olsa gerek. Bu haberde benim dikkatimi çeken iki başkan yardımcısının çoğunluğa uymayıp sürüden ayrılıp geri dönmeleri. Halbuki sürüden ayrılanı kurt kapar, değil mi? Neyse, ah şu makam sevdası yok mu! Bu koltuklar olmasaydı da bu hizmet hiç fire vermeseydi. Beni üzen de bu.

Bereket, hizmet kapsamında gönderdiğimiz kişiler bunlarla sınırlı değil. “2018 yılının Kasım ayında Ankara Kent Çocuk ve Gençlik Halk Dansları Topluluğu Derneği kafilesi, Macaristan’da yapılan bir organizasyona katılıyor. Yaş ortalaması 20’nin üzerinde olan ve yeni lisans çıkardıkları öğrenilen 16 kişilik kafileden 11 kişinin Macaristan’a iltica ettikleri ortaya çıkınca skandal patlak vermiş, bu kişilerin sporculara verilen gri pasaportlarla yurtdışına çıktıkları belirlenmişti”.

Gri pasaport almak suretiyle yurtdışına çıkmış ve geri dönmemiş insanımızın sayısını ve bunlara gri pasaport veren belediyelerimizin sayısını bilmiyoruz. Zira elimizde açıklanmış net sayı yok. Bildiğimiz, olayların ardı arkasına patlak vermesiyle birlikte Alman hükümetinin gri pasaportla ülkesine giriş yapan insanımızı mercek altına almaya başladığı.

Kah ironili kah serzenişli bu yazıma şu sorularla son verelim. İnsanımız devletin ve ülkenin itibarını sarsacak şekilde ülkesini niçin terk eder? Bunun için niçin belediyeleri alet eder ya da belediyeler alet olur? Bu insanları biz bu ülkemizde niçin tutamıyoruz? İş mi veremiyoruz? Bunlar özgürlük mü istiyorlar? Değişik dernekler aracılığıyla devletin bir resmi kurumu olan belediyeler alet edilerek yurtdışına insan kaçırma olayına dair devletin bugüne kadar aldığı bir tedbir var mı? Yoksa devlet; bize Suriye, Afganistan gibi ülkelerden ve Afrika kıtasından nasıl ki insanlar kaçak olarak geliyorsa bizim insanımızın da başka ülkelere kaçak köçek gitme hakkı var diye mi düşünüyor? Her türlü hizmeti ağzına yüzüne bulaştıran, büyük borç batağı altında devleti alttan alta oyan; ben yaptım, oldu diyen, doğru dürüst denetlenmeyen devletin kendilerine verdiği gri pasaport verme hakkını değişik derneklere peşkeş çeken bu belediyeler hala sıkı bir denetimi hak etmiyor mu?

*26/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

21 Nisan 2021 Çarşamba

İdari İzin Meselesi *

Covıd-19 kapsamında her kurum olduğu gibi MEB de Esnek Çalışmaya İlişkin Usul ve Esasları belirleyerek 14 Nisan 2021 tarihinde yayımladı. Esnek çalışma çerçevesinde ortaya konan bu esasların çoğu, salgınla beraber zaman zaman uygulanmış olsa da son Genelge üzerinde durmak istiyorum. Bu Genelgeye göre MEB, uzaktan çalışma, dönüşümlü çalışma ve idari izin durumlarını netleştirmiş oldu. 

Bu yazımda diğer çalışma şekillerini bir tarafa bırakarak idari izin durumunu ele almak istiyorum. Önce idari izinden kimler yararlanıyor, bunlara bir bakalım:

Yöneticiler hariç olmak üzere 60 yaş ve üzerinde olanlar, Sağlık Bakanlığının belirlediği kronik hastalığı (e-nabızdan alınacak belge) bulunanlar, gebeliğinin yirmi dördüncü haftasından otuz ikinci haftasına kadar olanlar, süt izni kullananlar, on yaş altı çocuğu bulunan kadın personel, ve engelli çalışanlar. 

Bu genelgeye göre MEB, covid-19 riskinin daha fazla kişiye bulaşmasının önüne geçmek için diğer kısıtlama ve tedbirlerin yanında eğitim ve öğretim alanında da bir dizi uygulamayı hayata geçirmiş oldu. 1 Marttan itibaren kaldırdığı 10.00-16.00 mesai saatini, uzaktan ve dönüşümlü çalışma şekline yani esnek çalışmaya yeniden geri dönmüş oldu.

Genelge yayımlanır yayımlanmaz idari izin kapsamına alınanlarda hızlı bir trafik başladı:

-yasal doğum iznini kullanan, ardından göreve başlamadan hafta içi rapor almak suretiyle uzatmalara oynayan, son çare istemeyerek aylıksız izin alan bazı öğretmenler 8 ve 12.sınıflar dışında diğer sınıf kademelerinin uzaktan öğretime geçmesiyle birlikte çalıştığı kurumların kapısını çaldı ve aylıksız iznini bozdurarak göreve başladı ve uzaktan ders işlemeye başladı. Genelgenin ayrıntılarını görür görmez de “İdari izin hakkından faydalanmak istiyorum. Çocuğumla beraber ders işlemek zor oluyor” diyenler de eksik olmadı. Kronik hastalığı olanlar bu idari izin hakkından nasıl yararlanabiliriz hesabı yapmaya başladı.

Burada Genelge kapsamına girenlerin ister uzaktan ister dönüşümlü çalışma yolunu seçmeleri ister idari izinli sayılmak istemeleri, hangisini tercih ederlerse etsinler, devletin verdiği bir haktan yararlanmak istedikleri; MEB’in 60 yaş üstü olanları, engellileri, hamile ve küçük çocuğu olan anneleri korumaya aldığı görülmektedir. Bu bir hak mıdır? Evet, haktır. Bu haktan yararlanmak isteyenler, ayıplanacak bir şey mi yapıyorlar? Hayır, devletin kendileri için verdiği krediyi kullanmak istiyorlar. Ayrıca gebe ve çocuğu olan bir annenin aynı zamanda çalışıyor olması hiç kolay olmasa gerek. Bu tip anneler bir koltukta iki karpuzu taşımaya çalışanlardır. Devlet bu Genelgeyi yayımlayarak kötülük mü yaptı? Hayır. Öyle zannediyorum, anneden çocuğa, çocuktan anneye bir bulaş olmasın istemektedir.

Devlet bu hakları verirken her şeyi enine boyuna düşündü mü? İşte burada evet diyemiyorum. Niçin derseniz? Çünkü MEB’in, bu salgın döneminde öğretmenlerden azami derece nasıl faydalanırım hesabından ziyade öğretmenleri nasıl okula getirmem hesabı yaptığı görülmektedir. Bilmeyenler için söyleyeyim, bugün okullarda öğretmen olarak görev yapan personelin çoğu, kadın öğretmenlerden oluşmaktadır. Bu öğretmenlerin ne kadarı gebe ne kadarının 10 yaş altı çocuğu var bilmiyorum. Ümit ederim ki bu durumda olan kadın öğretmenlerin sayısı fazla değildir. Şayet idari izinden yararlanacak öğretmen sayısı fazla ise öğretmen kadrosu sınırlı olan okullar uzaktan da olsa bu eğitim ve öğretimi nasıl sağ salim yürütebilirler? Evet, bu deve güdülecek ama kimle, nasıl güdülecek? Bence bir konuda karar verirken işin bu yönleri de düşünülmeli. Maalesef bu Genelge ile işin bu yönünün çok düşünüldüğünü sanmıyorum. Bunu da okullar düşünsün. Burada bu idari iznin, uzaktan veya dönüşümlü çalışmanın MEB için bir avantajı, öğretimin dijital ortamda uzaktan da yapılabiliyor olması. Değilse işler hepten sarpa sarardı.

MEB çalışanları arasında idari izin kullanmak isteyenlerin sayısının gözle görülür şekilde fazla olmasının temelinde, idari izin kullananların diğer çalışanlara oranla maaş ve diğer özlük haklarında bir kayba uğramayacak olmaları ve haklarının saklı olduğu yönündeki açıklamadır. İdari izin kullanma yolu seçenlerin, diğer çalışanlara göre özlük haklarında kayba uğrayacak olsalar, öyle zannediyorum, idari izin kullananların çoğu, bu hakkı kullanma yoluna girmeyecektir. İdari izinli olanları, diğer çalışanlarla aynı haklardan yararlandırmak çok hakkaniyete uygun olmasa gerek. Bilfiil çalışanla esnek (uzaktan, dönüşümlü ve idari izinli) çalışan arasında mutlaka özlük haklar yönünden az veya çok bir fark olmalıdır. Adalet de bunu gerektirir.    

*23/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

18 Nisan 2021 Pazar

Bir Şeyleri Yanlış Yapıyoruz *

2020'nin Mart ayından beri covit 19 salgınıyla yatıp kalkıyoruz. Uğruna, az kısıtlama ve yasak yemedik. Kah normalleşme adımları çerçevesinde kuralları gevşettik kah katı kurallarla yeniden kapandık.


Bir yılı aşkın mücadelemiz sonucunda onca tedbir, kısıtlama ve yasağa rağmen salgının zirvesini yaşıyoruz. Konan tüm yasak ve alınan kararlarda imzası bulunan Bilim Kurulu Üyelerinin önerdiği kuralların işe yaramadığı su götürmez bir gerçek. Üyeler, bu niye böyle oluyor, biz bir yerde yanlış yapıyoruz ama nerede diye kafa yoracakları yerde yeni yasak önerileriyle televizyonların gediklisi olmaya devam ediyorlar, kendilerine hiç toz kondurmuyorlar ve korku pompalamaya devam ediyorlar. TV kanalları bunları ekrana çıkarmaya, bunlar da çıkıp konuşmaya ve hala yeni yasak önerileri sunmaya devam ediyorlar. Bunlara göre de suçun büyüğü, kural tanımayan halkta. Bunlara kalırsa salgınla mücadele için tek maske yetmez, maske sık sık değişmeli, şuralar-buralar kapanmalı, insanımız evinde bile maskeli durmalı, kısmi kapanma yetmez, tam kapanmaya geçmeli, okullar hiç açılmamalı, sınavlar bile yapılmamalı. Şehirlerarası seyahat yasağı konmalı, bir buçuk metrelik mesafe açılmalı, eller durmadan dezenfekte edilmeli, 18 yaş altına ve 65 yaş üstüne dışarı çıkış yasağı konmalı, aşı önceliği şunlara verilmeli vs. Yani bunlara göre salgınla mücadele için hayat durmalı, millet gerekirse taş kökü yemeli. Bakın bakalım, ondan sonra salgın mı kalır orta yerde. Alın size mücadele... 


Bilim Kurulunun önerdiği bunca kural, tedbir, kısıtlılık ve yasağa rağmen salgın hala artmaya devam ediyorsa salgınla mücadelede belli ki bir şeyler yanlış yapılıyor. Bence bir yasak da Bilim Kurulu Üyelerine konmalı. Önerileriniz sizin olsun, gölge etmeyin, fazla ihsan istemeyiz denmeli. Bunlara TV yasağı koymalı, gerekirse evlerine kapamalı ya da hastanelerinde hastalarıyla baş başa bırakmalı. Bunlar her gece geç vakitlere kadar TV kanallarında böyle boy gösterirlerse gündüz hastalarına ne zaman ne kadar vakit ayırabilirler ne zaman dinlenip ne zaman sağlıklı çalışabilirler ne zaman salgınla ilgili bilimsel yazıları okuyup inceleyebilirler. Unutmayalım ki dolu beyin yeni bilgi üretmez, bildik tekerlemesine devam eder. 


Yazıma koyduğum başlığa gelirsek, bir şeyleri belli ki yanlış yapıyoruz ve hastalık azalacağı yerde artıyor. Devlet yetkililerine ve Bilim Kurulu Üyelerine düşen, bir yıldır uyguladıkları ve önerdikleri tedbirleri sil baştan gözden geçirmeleri. Çünkü görüldü ki gidilen yol, yol değil. Yetkililerin ve Bilim Kurulu Üyelerinin salgını önleme adına uygulamaya koydukları kurallarda onların niyetlerini sorgulamıyorum. Salgını önlemede çok iyi niyetli olduklarını düşünüyorum. Ama gel gör ki geldiğimiz nokta çıktığımız yoldan beter. Dünü mumla arıyoruz milletçe. 


Yazımın bundan sonraki kısmında, salgınla mücadelede uygulanan tedbirlere ve verilen önceliklere örnek vermek istiyorum. Bir zaman yok satan ve fahiş fiyata tezgahlarda satışa sunulan maskeyi, devlet eliyle ücretsiz dağıtmaya kalktık. Maske önceliği, dışarıya çıkan ve çalışanlara olması gerekirken biz maske dağıtımında, dışarı çıkmasını yasakladığımız 65 yaş üstüne öncelik verdik. Covit aşısını ilk önce her gün işe giden kişilere özellikle bulaş riski fazla olanlara yapmamız gerekirken günlük birkaç saat çıkış izni verdiğimiz 65 yaş üstüne öncelik verdik. Bunu yaparken efendim, dışarıdan gelen çocuk ve çalışanın taşıyıcı olmalarını örnek gösterdik. Halbuki taşıyıcı olanlara öncelik verilmeli değil miydi.


Hasılı, verdiğim bu iki örnek bile salgınla mücadelede tedbir, teşhis ve tedaviyi yanlış uyguladığımızı gösteriyor. Yine salgınla ilgili ezberlediğimiz maske, mesafe ve temizlik üçlemesinden, mesafe ve temizliği anlamakla beraber insan yoğunluğunun olmadığı meskun mahallerde bile maske öneri ve dayatmasını anlamakta zorlandığımı ifade etmek isterim. Belki de hep maskeli olduğumuzdan hastalık tetikliyor. Bunu hiç düşündük mü? Oksijensiz kalan, nefes almakta zorlanan birinin hastalığa duçar olması kadar doğal bir şey olamaz. Tamam, birden fazla kişinin olduğu yerde maskeler, kuralına göre takılsın ama arabasında tek başına seyahat edene, kendi başına temiz havada yürüyüş yapana, odasında tek başına oturan görevliye de nerede masken denmesin. Zira çok gülünç oluyor ve bu, iyi niyetten öte ne yapacağını bilemez,  bir acizliğin tezahürüdür. İnsanları sık sık eve kapanmaya davet etmekten ziyade meskun mahaller dışına çıkmaları, birbirlerine yakınlaşmadan temiz havada maskesiz bir şekilde dolaşmaları tavsiye edilmeli. İnsanımız böylece güneş görsün, doya doya nefes alsın. Bu son önerimin dikkate alınmasını istiyorum. Hep Bilim Kurulu Üyelerinin önerisi mi dikkate alınacak.  İnsanımız, Allah gecinden versin, ölecekse temiz hava ve bol gıda alırken ölsün. Nasılsa öyle de ölüyoruz, böyle de.

*21/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.