Ana içeriğe atla

Bir Şeyleri Yanlış Yapıyoruz *

2020'nin Mart ayından beri covit 19 salgınıyla yatıp kalkıyoruz. Uğruna, az kısıtlama ve yasak yemedik. Kah normalleşme adımları çerçevesinde kuralları gevşettik kah katı kurallarla yeniden kapandık.

Bir yılı aşkın mücadelemiz sonucunda onca tedbir, kısıtlama ve yasağa rağmen salgının zirvesini yaşıyoruz. Konan tüm yasak ve alınan kararlarda imzası bulunan Bilim Kurulu Üyelerinin önerdiği kuralların işe yaramadığı su götürmez bir gerçek. Üyeler, bu niye böyle oluyor, biz bir yerde yanlış yapıyoruz ama nerede diye kafa yoracakları yerde yeni yasak önerileriyle televizyonların gediklisi olmaya devam ediyorlar, kendilerine hiç toz kondurmuyorlar ve korku pompalamaya devam ediyorlar. TV kanalları bunları ekrana çıkarmaya, bunlar da çıkıp konuşmaya ve hala yeni yasak önerileri sunmaya devam ediyorlar. Bunlara göre de suçun büyüğü, kural tanımayan halkta. Bunlara kalırsa salgınla mücadele için tek maske yetmez, maske sık sık değişmeli, şuralar-buralar kapanmalı, insanımız evinde bile maskeli durmalı, kısmi kapanma yetmez, tam kapanmaya geçmeli, okullar hiç açılmamalı, sınavlar bile yapılmamalı. Şehirlerarası seyahat yasağı konmalı, bir buçuk metrelik mesafe açılmalı, eller durmadan dezenfekte edilmeli, 18 yaş altına ve 65 yaş üstüne dışarı çıkış yasağı konmalı, aşı önceliği şunlara verilmeli vs. Yani bunlara göre salgınla mücadele için hayat durmalı, millet gerekirse taş kökü yemeli. Bakın bakalım, ondan sonra salgın mı kalır orta yerde. Alın size mücadele... 

Bilim Kurulunun önerdiği bunca kural, tedbir, kısıtlılık ve yasağa rağmen salgın hala artmaya devam ediyorsa salgınla mücadelede belli ki bir şeyler yanlış yapılıyor. Bence bir yasak da Bilim Kurulu Üyelerine konmalı. Önerileriniz sizin olsun, gölge etmeyin, fazla ihsan istemeyiz denmeli. Bunlara TV yasağı koymalı, gerekirse evlerine kapamalı ya da hastanelerinde hastalarıyla baş başa bırakmalı. Bunlar her gece geç vakitlere kadar TV kanallarında böyle boy gösterirlerse gündüz hastalarına ne zaman ne kadar vakit ayırabilirler ne zaman dinlenip ne zaman sağlıklı çalışabilirler ne zaman salgınla ilgili bilimsel yazıları okuyup inceleyebilirler. Unutmayalım ki dolu beyin yeni bilgi üretmez, bildik tekerlemesine devam eder. 

Yazıma koyduğum başlığa gelirsek, bir şeyleri belli ki yanlış yapıyoruz ve hastalık azalacağı yerde artıyor. Devlet yetkililerine ve Bilim Kurulu Üyelerine düşen, bir yıldır uyguladıkları ve önerdikleri tedbirleri sil baştan gözden geçirmeleri. Çünkü görüldü ki gidilen yol, yol değil. Yetkililerin ve Bilim Kurulu Üyelerinin salgını önleme adına uygulamaya koydukları kurallarda onların niyetlerini sorgulamıyorum. Salgını önlemede çok iyi niyetli olduklarını düşünüyorum. Ama gel gör ki geldiğimiz nokta çıktığımız yoldan beter. Dünü mumla arıyoruz milletçe. 

Yazımın bundan sonraki kısmında, salgınla mücadelede uygulanan tedbirlere ve verilen önceliklere örnek vermek istiyorum. Bir zaman yok satan ve fahiş fiyata tezgahlarda satışa sunulan maskeyi, devlet eliyle ücretsiz dağıtmaya kalktık. Maske önceliği, dışarıya çıkan ve çalışanlara olması gerekirken biz maske dağıtımında, dışarı çıkmasını yasakladığımız 65 yaş üstüne öncelik verdik. Covit aşısını ilk önce her gün işe giden kişilere özellikle bulaş riski fazla olanlara yapmamız gerekirken günlük birkaç saat çıkış izni verdiğimiz 65 yaş üstüne öncelik verdik. Bunu yaparken efendim, dışarıdan gelen çocuk ve çalışanın taşıyıcı olmalarını örnek gösterdik. Halbuki taşıyıcı olanlara öncelik verilmeli değil miydi.

Hasılı, verdiğim bu iki örnek bile salgınla mücadelede tedbir, teşhis ve tedaviyi yanlış uyguladığımızı gösteriyor. Yine salgınla ilgili ezberlediğimiz maske, mesafe ve temizlik üçlemesinden, mesafe ve temizliği anlamakla beraber insan yoğunluğunun olmadığı meskun mahallerde bile maske öneri ve dayatmasını anlamakta zorlandığımı ifade etmek isterim. Belki de hep maskeli olduğumuzdan hastalık tetikliyor. Bunu hiç düşündük mü? Oksijensiz kalan, nefes almakta zorlanan birinin hastalığa duçar olması kadar doğal bir şey olamaz. Tamam, birden fazla kişinin olduğu yerde maskeler, kuralına göre takılsın ama arabasında tek başına seyahat edene, kendi başına temiz havada yürüyüş yapana, odasında tek başına oturan görevliye de nerede masken denmesin. Zira çok gülünç oluyor ve bu, iyi niyetten öte ne yapacağını bilemez,  bir acizliğin tezahürüdür. İnsanları sık sık eve kapanmaya davet etmekten ziyade meskun mahaller dışına çıkmaları, birbirlerine yakınlaşmadan temiz havada maskesiz bir şekilde dolaşmaları tavsiye edilmeli. İnsanımız böylece güneş görsün, doya doya nefes alsın. Bu son önerimin dikkate alınmasını istiyorum. Hep Bilim Kurulu Üyelerinin önerisi mi dikkate alınacak.  İnsanımız, Allah gecinden versin, ölecekse temiz hava ve bol gıda alırken ölsün. Nasılsa öyle de ölüyoruz, böyle de.


*21/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde