29 Aralık 2020 Salı

“İçkiyi Azalt” *

Camilerdeki saf düzeni, bir boşluktan iki boşluğa çıkartılınca cami birden dolar oldu. Bundan dolayı bir defasında cuma namazını dışarıda kılmak zorunda kaldım. Eski kışlardan eser kalmasa da kış kıştır, işin ucunda üşümek de var deyip yer kapmak için camiye daha erken gitmeye başladım.


Girdim camiye. İmam vaaz veriyor. Konu da piyango bileti üzerineydi. “İstanbul’daki meşhur ablanın bayisinden bilet almak için uzun uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Helal paranıza haram karıştırmayın. Bu, dinimizde haramdır…” şeklinde konuştu. O konuştu ben ve cemaat sessizce dinledik.


Ezanın ardından ilk sünneti kıldıktan sonra imam hutbe irat etmeye başladı. Elindeki hutbeyi okudu. Hutbe de içki üzerineydi. İçkinin zararları üzerine durdu.


Vaazı dinlediğim gibi hutbeyi de dinledim. Dinlerken de Adıyaman Kahta’da birlikte görev yaptığım meslektaşım Mahmut Orman aklıma geldi. Sessiz-sakin, kendi halinde, nur yüzlü meslektaşımın biraz da göbeği vardı. Kulakları çınlasın.


Mahmut Hocam, bir ilaç yazdırma veya mevsimsel bir hastalık dolayısıyla doktora gider. Doktor reçeteyi yazarken bir eliyle de Hocamızın göbeğine dokunur ve “İçkiyi biraz azalt” tavsiyesinde bulunur. İçkinin hiçbir türünü ağzına almamış Mahmut Hocam, doktora ne cevap verdi bilmiyorum ama anlatılır anlatılır gülerdik. Zaman zaman karşılaştığımız zaman kendisine “İçkiyi azalt” muhabbeti yapardık. Bereket, doktorun tavsiyesine uyup içkiyi azaltmak için içkiye başlamamış.


Bu anekdotu anlattıktan sonra sadede geleyim. Bu vaaz ve hutbeyi dinlediğim tarih, 25 Ocak. Yani yılbaşına altı gün kala. Belli ki vaaz ve hutbe konuları da yaklaşan yeni yıla uygun seçilmiş. Geçen yılın ve hatta önceki yılların son haftasının vaaz ve hutbeleri de kuvvetle muhtemel aynı konular üzerineydi. Anlamadığım, biz her yıl aralık ayının son haftasında bu konuları işlemek ve dinlemek zorunda mıyız? İçki sadece yılbaşında mı içiliyor? Müptelası için günlük çay içmek gibidir. Sabah-akşam içer. Bunun için illa yılbaşını beklemesi gerekmiyor. Üstelik bu yılbaşında tüm eğlence yerleri kapalı ve sokağa çıkma yasağı uygulaması vardı. İçecek olan, gündüzünden alıp evinde kafayı çekti. Aynı şekilde Milli Piyango bileti ve diğer şans oyunları sadece yılbaşında satışa sunulmuyor. Müşterileri her daim bu pazara para yatırıyor. Mevzubahis olan, 31 Aralıkta yapılacak çekiliş, büyük ikramiye olduğu için daha fazla dikkat çekiyor sanırım.


Bir diğer konu, ben ve o camiye gelenlerin kahir ekseriyeti, zannı galiple söylüyorum, ne Milli Piyango bileti alır ne de içki içer. En azından ben ne Milli Piyango bileti ne şans oyunlarına dair bir bilet aldım ne de içki içtim. Bilet alan veya içki içenler varsa çoğunluğu öyle zannediyorum, camide değiller. Eğer varlarsa da yıllardır yapılan vaaz ve hutbeler kendilerine tesir etmemiş, belli ki. Yani bir azınlığı temsil ediyorlar camide. Hasılı, hocamız, sözünü meclisten içeriye değil de dışarıya söyledi. İsterdim ki sözümüz hep meclisten içeriye olsun ki müstefit olalım. Hutbe ve vaazlarda sık başvurulan bu yöntemden vazgeçmek lazım diye düşünüyorum. Çünkü içki içmeyen çoğunluğa, içki içmeyin ve piyango bileti almayanlara almayın demektir bunun Türkçesi. Çünkü muhatapların çoğu camide yok. Bu, karanlıkta kaybolan iğnenin aydınlıkta aranmasına benzer. Bu da bir faydaya haiz değildir.


Cami imamımız ve bu hutbenin seçilmesinden okunmasına yetkili olan Diyanet, gerçekten bu ülkede Milli Piyango bileti satılmasın, içki içilmesin diyorlar ve halkımızı bu beladan kurtaralım istiyorlarsa, bir defa cami dışına çıkmalıdırlar. DİB Başkanı, yetkililerden randevu alarak piyangonun kaldırılması ve içki üretiminin olmaması gerektiğine dair yetkililere bir brifing vermeli ve bir talepte bulunmalıdır. Ha buna güç yetirilmedi mi, din görevlileri aralarında organize olacak ve bir plan dahilinde araziye çıkacak. Gidecekleri yerlerin başında piyango ve içki bayileri olmalı. Önce onlarla bir diyalog ortamı oluşturmalı. Aralarında oluşacak bu hukuktan sonra icra ettikleri işin vahameti onlara anlatılmalı. Yaptıkları bu işi bırakmaları karşılığında yeni ve farklı bir iş üzerine onlara alternatifler sunmalı. İlk müşterin de ben olurum demeli. Ardından bayiden içki alanlara ve meşhur abladan (imanın deyimiyle) bilet almak için kuyruğa girmiş olanlara usulünce öğüt vermeli. Ne kadar başarılı olurlar, devlet bu gelirden vazgeçer mi, içki içenler içmekten, bilet alanlar bilet almaktan vazgeçerler mi bilemiyorum. En azından bataklığı kurutma iradelerini göstermiş olurlar. Ardından da camiye gelip bu uğurda şu mücadeleyi verdik, şu kadar kişiyi piyango bileti almaktan ve bu kadar kişiyi içki içmekten vazgeçirdik, hutbesini okurlarsa inanın, can kulağıyla dinlerim. Zira çok büyük hizmet etmiş olurlar. Böyle yapmazlarsa, her sene aralık son hafta hutbesini piyango ve içkiye ayırırlar, bizler de dinler dururuz.


Not. Yeni yılın herkese hayırlar getirmesini dilerim. Bu yılda hutbe konularını seçerken Diyanetin, rutini yerine getiren, bizi uyutan, bol tekrarlı hutbe konularını terk edip gönüllere dokunan konularla karşımıza çıkmasını temenni ediyorum.


*01/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Aralık 2020 Pazartesi

Süründüren Ücret *

—Yeni açıklanan asgari ücret konusunda bir şey demedin.

—Ne diyeyim? Hayırlı olsun.

—İyi mi oldu, kötü mü? Yüzde 21,56 zammı nasıl buldun?

—Şu anda bir şey diyemiyorum.

—Niye? Oran belli.

—Oran belli olmaya oldu da. Bu konuda değerlendirme yapmayı kendi açımdan erken buluyorum.

—Anlamadım.

—İşin ucunda sap gibi ortada kalmak da var.

—Ne alaka?

—Alakası şu: Bu ekonomik darboğazda bu oran az desem, işveren bana yüklenecek: “O kadar biliyorsan, bir işçiyi çalıştır da göreyim, diyecek. Çok desem, asgari ücretli “Gel bu fiyata sen geçin” diyecek. Çalışma Bakanı, “İşçilerimize enflasyonun üzerinde bir zam verildi. Onları enflasyona ezdirmedik, diyecek.

—Doğru, derler. Bu konuda kimseye kendini beğendiremezsin.

—Ama bunların ne dediğine ben pek bakmıyorum. Ben esas, bu tarafların dışında asgari ücreti, 2002 öncesi asgari ücretle kıyaslayanlardan çekinirim. Ben desem ki verilen bu zam, bu hayat pahalılığında yeterli değil desem, bu iki kesimin dışında bir kesim daha var ki dediğine seni pişman ederler. Bunları karşıma alamam.

—Ne demek istiyorsun? Biraz açar mısın?

—Daha önce birileri tarafından hazırlanmış ama kimin hazırladığı belli olmayan ve doğruluğunu kimsenin bilmediği öyle bir istatistiği, tablo halinde ortaya koyarlar ki ağzını açamazsın.

—Mesela?

—Mesela, 2002’de bir asgari ücretle, 8 çeyrek altın alınırken şimdi 9 çeyrek alınabilir. 2002’de 10 kg kırmızı et alınabilirken şimdi 12 kg alınabiliyor gibi. Hatta hızlarını alamayıp 2002’de trafiğe çıkan araç sayısı ile günümüzdeki araç sayısını bile verirler. Tablo bu şekilde uzar gider. Eski ve yeni tabloyu yan yana koyarak sana öyle bir veriler ortaya koyarlar ki “Tüh ya! Ben niye düşünemedim bunu, benim bu gerçeklerden niye haberim yoktu, keşke istatistik bilgisi konusunda biraz mürekkep yalasaydım, diyorsun.

—Evet, yapıyorlar bunu ama yapsınlar ne sakıncası var?

—Sakıncası yok da bir savunma refleksi seziyorum ben burada.

—Kim, niye savunsun ki?

—Asgari ücret zammının yeterli olmadığını söylemeni bile hükümete yapılmış bir eleştiri gibi görüyorlar. Halbuki asgari ücret konusunda esas yetkili işveren kesimdir. Burada hükümetin ve işçi temsilcilerinin çok bir etkisi yok. Buna rağmen savunma gereği duyuyorlar. Merak ettiğim, bu tabloları kim hazırlayıp niçin servis ediyor? Bunlar bu tabloları nereden elde ediyorlar? Acaba bu tabloya niçin gerek duyuyorlar? Halbuki her dönemi kendi dönemiyle karşılaştırmak lazım.

—Haklısın.

—Doğrusu, oran ne olursa olsun, asgari ücret, adı üzerinde asgari bir ücrettir: Ne öldürür ne ondurur ancak süründürür. Hasılı, asgari ücretlinin durumunu ne sen bana sormuş ol ne de ben cevap vermiş olayım. Allah geçim konusunda milletimize, asgari ücretle çalışanlara, işini kaybetmiş ve işyeri kapalı olan kişilere yardım etsin.

*30/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

27 Aralık 2020 Pazar

Zina ve Fuhuş İsnadı *

Zina ve fuhuş isnadına geçmeden önce halvet konusunu kısaca açıklamak istiyorum. Sözlükte “Bir yerin boş olması, o yerde hiç kimsenin, hiçbir şeyin bulunmaması; yalnız kalma veya biriyle baş başa kalma” anlamlarına gelen halvet kelimesi dinî literatürde, aralarında nikâh bağı ve devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle -bir- kadının baş başa kalmasını, fıkıh terimi olarak sahih bir nikâhtan sonra karı kocanın, üçüncü bir kişinin izinsiz muttali (bir durum üzerine bilgi edinmek) olamayacağından emin bulundukları bir yerde cinsî birleşme olmaksızın baş başa kalmalarını ifade eder. (TDV An. Halvet, Orhan Çeker) Kısaca, evliliğinde sakınca olmayan iki karşıt cinsin, başkasının giremeyeceği bir yerde baş başa kalması demektir. “İzinsiz girilemeyen ev, oda, kapıları kapalı bahçe, çadır gibi yerler halvete mahal teşkil edebilir. Ancak mescitler, kapıları kapalı olmayan yerler, başkalarının geçebileceği açık alanlar, yollar, etrafı açık damlar halvete mahal olamaz. (TDV An. Halvet, Orhan Çeker)  İslam dini, “Zinaya yaklaşmayın…” ayeti gereğince zinaya giden yolları da yasaklar. Çünkü halvet de zina ortamını sağlayan ve zinaya giden yollardan biridir.

Adına ister zina ister fuhuş diyelim, her iki eylemin ortak yönü, bu eylemin üçüncü şahısların giremeyeceği ve göremeyeceği kapalı kapılar ardında yapılmış olmasıdır. Yani bir gizlilik ve insanlardan kaçınma durumu söz konusudur. Fuhuş veya zina; gözlerden ırak, gizli, kapaklı yerlerde yapıldığına göre o kimselerin zina yaptığına nasıl hükmedilir? Ki halvet durumu gerçekleşmiş olduğunda bazı sonuçlar ortaya çıksa da bu ayrıntıya girmek bizi konumuzdan uzaklaştırır. Sadece şu kadarını söyleyeyim şartları gerçekleşmiş bir halvet durumunda, taraflara zina yaptı isnadıyla had cezası uygulanmaz. Çünkü zina için bazı şartlar gerekiyor. Nedir bu şartlar?

-Zina yapan tarafların “Biz zina yaptık” itirafında bulunmaları.

-Karısının zina ettiğini iddia eden erkeğin, hakim huzurunda eşiyle birlikte lanetleşmesi. Buna liân denir. (Liân işlemine hâkim huzurunda önce koca başlar ve dört defa, “Allah’ı şahit tutarım ki ben zina isnadında doğru söylüyorum” der ve beşinci olarak da, “Eğer zina isnadında yalancı isem Allah’ın lâneti benim üzerime olsun” sözüyle yeminini tamamlar. Ardından kadın dört defa, “Allah’ı şahit tutarım ki kocam bana zina isnadında yalan söylemektedir” der ve beşinci olarak da, “Eğer doğru söylüyorsa Allah’ın gazabı benim üzerime olsun” sözüyle liânı tamamlar… Liân işleminin tamamlanmasından sonra Ebû Hanîfe’ye göre hâkim eşleri birbirinden ayırır…” (TDV Ans. Liân)

-Bir kişiye zina isnadında bulunan kişinin dört şahit getirmesi gerekir. (Burada dikkatinizi çekerim: İslam, diğer hususlarda iki şahidin şahadetini yeterli görürken zina isnadında dört şahit şartı koşar.) Dört şahit aynı anda gelip “Bunlar zina yaptı” demeleri gerekiyor. Bu da yeterli değil. Bu dört şahidin, cinsel ilişki esnasında cinsel organların girip-çıktığını (Burada af edersiniz, konu iyice anlaşılsın diye böyle yazmak zorunda kaldım.) çıplak gözle görmeleri gerekir. Yoksa iftira etmiş olurlar ve kendilerine kazf (seksen sopa) cezası uygulanır, bir daha şahitlikleri kabul edilmez ve güvenilmez kişi muamelesi görürler.

-Bu şartlara, cinsel ilişkiye girenlerin kamera görüntülerinde ilişkiye girdiklerinin tespit edilmesi de eklenebilir.

Bu açıklamalar ve şartlar göz önüne alındığında, kişinin tek başına gördüğü ve suçüstü yakaladığı zina veya fuhuş, durum tespiti için yeterli değildir. Bu durumda kendi itirafları olmadığı müddetçe kişilerin, zina ettiğinin tespit edilmesi çok zor görünüyor. Durum bu iken “Şunlar zina yaptı…Şu kimseler, burada kalan kişiler, şuralarda zina ya da fuhuş yapıyorlar. Bunu gidin buranın komşularına sorun” demek ne derece doğrudur? Bu durum, İslam’ın zina tespit hassasiyetine sığar mı?

Bu demek değildir ki zina ve fuhşu ve bunu yapanları kendi haline bırakalım. Hayır, fuhuş ve zina ile mücadele edelim. Bu konuda yetkilileri, anne babaları ve toplumu göreve çağıralım. Onlara hassasiyetimizi dile getirelim. Gençleri bu konularda bilinçlendirelim. Elimizdeki imkanlar çerçevesinde gerekli tedbirleri alalım. Tüm bunları yaparken ve tehlikeye işaret ederken bir yerleri, bazı kesimleri töhmet altında bırakacak suçlamalardan kaçınalım. Çünkü bu tür suçlamalar, hassas ve ele alınması gereken bir konuyu konuşulmaz kılabileceği gibi zina edildiğini ve fuhuş yapıldığını ispatlayamadığımız takdirde, kendimiz müfteri durumuna düşebiliriz. Aman dikkat! Ava giderken avlanmayalım. Birilerini haber yapacağız derken kendimiz haber olmayalım.

Bu konuda söz söyleyeceklerin ve yazıp çizeceklerin İslam tarihinde ‘İfk Hadisesi’ olarak bilinen ve sebebi nüzulü Hz Ayşe olan Nur süresinin 11-20 ayetlerini bir daha okumalarında fayda var.

*08/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.