20 Temmuz 2020 Pazartesi

Başakşehir ve Konyaspor *

2019-2020 Süper Lig şampiyonu ligin bitimine bir hafta kala belli oldu ve ipi Başakşehir göğüsledi.
Başakşehir'in bu şampiyonluğu bana göre anlamlı bir şampiyonluktur. Başakşehir bu başarısıyla;
-Şampiyonluk dört büyüklerin tekelinde değildir. Bursaspor’un ardından bu şampiyonada ben de varım, dedi.
-Birkaç yıldır zirveye oynayan ama bir türlü sonuca gidemeyen Başakşehir bu başarısıyla şeytanın bacağını kırmış ve buraya tesadüfen gelmediğini göstermiş oldu.
-Gösterdiği bu başarısıyla diğer takımlarımıza örnek oldu. Onlara “Yeter ki kendinize inanın, büyük takım diye bir şey yok” dedi.
-Tribünlerde 12.adamından mahrum olmasına rağmen bu başarıyı gösterdi.
-“Bu takımın arkasında İstanbul Büyükşehir var. Finansmanını belediye sağlıyor” algısını “öyle değil” diyerek cümle aleme göstermiş oldu. (Geçtiğimiz yıllarda şampiyon olmuş olsaydı, çoğu kimse arkasında koskoca belediye var. Bu takım şampiyon olmayacak da başkası mı olacak, derdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi el değiştirdikten sonra bildiğim kadarıyla Belediye, Başakşehir’e olan desteğini çekti.)
Hasılı Başakşehir'i tebrik ediyorum. Şampiyonlar liginde başarılar dilerim. Ümit ediyorum ki Başakşehir bundan sonra da yine şampiyon olur, hep şampiyonluğa oynar ve ligimize ayrı bir renk ve rekabet katar.  Başakşehir'in bu başarısı diğer takımlarımıza da örnek olur.
Gelelim Konya’ya…Sezonda işleri iyi gitmeyen Konyaspor, kötü gidişe dur demek için teknik direktör değişikliğine gitti. Olmadı. Deplasman ve klasmanda verdiği puanlarla düşme hattına yakın bir yere demir attı. Sonunda düşme potasına da girdi. “Bu sene bu takım olmaz. Şampiyonluğun en güçlü iki adayı Başakşehir ve TS’la maçları var. Kesin düşer” demeye başlamıştık ki bitime bir hafta kala, son iki maçta gösterdiği performansla “Daha ben ölmedim. Kim benden ümidini keserse mahcup olur” dedi. Biz mahcup olmaya razıydık. O da “Benim mahcubiyetim lafla olmaz, icraatla olur” diyerek aldığı galibiyetlerle bizi mahcup etti. Böyle mahcubiyete can kurban. Şampiyon olmuş gibi Konya’yı sevindirdi.
Konyaspor’un bitime bir hafta kala aldığı bu iki galibiyet çok anlamlı.
-Süper Lig bensiz olmaz dedi. Çıkışıyla ligde kalmayı garantiledi. Son haftaya rahat giriyor.
-Ligin şampiyonunu belirledi. “Ben küme düşme mücadelesi versem de ligin şampiyonluğu benden geçer” dedi. Önce Başakşehir’i yenerek lig şampiyonluğunu son iki haftaya öteledi. Ardından şampiyonluğun ikinci en güçlü adayı Trabzonspor’u deplasmanda yenerek bu sene şampiyon olamayacaksın, ilk dört attığım takımı şampiyon ilan ediyorum, dedi ve gönüllerin şampiyonu oldu.
Tebrik ediyorum şehrimizin takımını. Ama deyip birkaç laf sayacağım takımımıza.
Şakayı ve heyecanı severiz ama ölüp ölüp dirildikten sonra ardından gelen böyle eşek şakalarını sevmiyoruz. Lige işin başında asılmalı. Artık bir istikrar takımı olmalı. Kah Ziraat Türkiye Kupasını ve Süper Kupayı  müzesine götüren, kah zirveyi zorlayan, kah orta sıralarda gezinen, bir de bakmışsın ki düşme potasına giren bir takım istemiyoruz. Düşme hattını lügatinden çıkarmalı artık. Başakşehir gibi hep zirveye oynamalı ve şehrimize yakışan bir takım hüviyetine bürünmeli. Moral için söylemiyorum. Ölüsü, şampiyon adaylarına dört çekiyorsa dirisi neler yapmaz… Yeter ki Konyaspor kendine güvensin.

*22/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Temmuz 2020 Pazar

Temsil ve Ağırlama Giderleri *

İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclis kürsüsünde bir konuşma yapan grup başkan vekili M. Tevfik Göksu'nun, belediyenin temsil ve ağırlama giderleriyle ilgili basına düşmüş kısa bir videosunu izledim. Açıklamasına göre "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı 11 belediye başkanını bir restoranda ağırlar. Ağırlamanın bedeli, her bir davetliye düşen miktar 6395 lira". "Belediyenin temsil, ağırlama ve reklam giderlerinin yüzde 544 artış gösterdiği” yine aynı konuşmada yer almaktadır. 

Bu örnekten hareketle temsil ve ağırlama giderleri üzerine bir değerlendirme yapmak istiyorum. Değerlendirmeye geçmeden önce şunu ifade etmek isterim. Bu harcamayı yapan belediyenin hangi partiden olması benim için önemli değil. Başkanın kendisini ve partisini yerecek de değilim. Yazılarımı takip edenler bilir. Olaylardan hareketle olması gereken prensipler üzerinde durmaya çalışırım. Bu harcamayı bugün bu Başkan yapar, yarın bir başka partinin başkanı yapar. Bu konuda partilerin sicili pek değil, hiç iyi değil.

Grup Başkan Vekilinin iddialarına ilgili Başkan cevap vermiş olmalı diyerek sanal alemde kısa bir tur attım. Herhangi bir cevaba rastlamadım. Verilmiş bir cevap bulabilseydim bu cevaba da burada yer vermek isterdim.

Bir kişiye 6395 liraya mal olan yemeğin fiyatı sanırım hiçbirinize makul gelmez. Kazığın da ötesinde bir rakam zira. Bu para ne yemekte harcanacak bir rakam ne bu kadar yemeği bir mide yiyebilir ne de adı ne olursa olsun yenen yemeklerin fiyatı bu rakamı bulur. Rakamda ve hesapta bir anormallik var. Bu rakamın savunulacak bir tarafı yok. Doğrusunu lokanta sahibi ile ancak belediyenin gelir gider işlerine bakan personeli bilebilir. Dışarıdan biri olarak bu rakam üzerinden ancak yorum yapabilirim:

1.Restoran çok lüks bir yerdir. Her türlü özel yemek özellikle diğer ülkelerin yemek çeşitleri de vardır. Burada ancak VİP seviyesinde insanlar yemek yiyebilir.

2.Belediye bu lokanta ile anlaşmalıdır. Belediye zaman zaman gelen misafirlerine burada yemek ikram etmektedir. Fatura her zaman kesilmemektedir. Lokantada daha önce yemek yiyenlerin fiyatı son faturaya dahil edilmiştir.

3.Lokanta sahibi, "Bedelini nasılsa belediye ödeyecek. Bu denizden faydalanmalıyım ve özel misafirler için faturayı biraz şişireyim. Bunu kim bilebilir diye düşünmüş olabilir.

4.Belediyenin harcama kalemi olmayan bir alışverişi olmuştur. Bu borcu, ucu ve önü açık temsil giderlerinden ödemek istemiş, lokantacıya, "Faturayı şişir, yemek masrafını düştükten sonra geriye kalan şu kadar parayı bize elden ver" demiş olabilir. 

Sebep bunlar ya da başkası olabilir. Kurumlar, özellikle belediyeler bir yere bir harcama yapmak isterlerse bunu kılıfına uydurur. Bu tür harcamanın resmiyette de bir sakıncası olmayabilir. 

Burada üzerinde durmamız gereken devletin kurum ve kuruluşlarının çoğunda yeri olan ve yetkisini yasal mevzuattan alan temsil, ağırlama ve reklam giderleridir. Boşluğu bol olan bu harcama giderlerini kısmak hatta gerekirse kaldırmak gerekiyor. Kişilerin insafına terk edilirse dudak uçuklatır türünden bu şekil harcamalar karşımıza çıkar. Bu harcama kalemi duracaksa; kurum ve kuruluşlar kimlere, hangi şartlarda, ne kadar harcama yapabilir? Belediye başkanlarının ne kadara kadar yetkisi var? Tüm bunlar açıkça belirtilir. 

Burada şunu da belirtmek isterim. Bu şekil fahiş harcama ancak devlet kurumlarında özellikle belediyelerde olur. Bunun sebebi de belediye ve devletin sahibi yok. Emaneten buralara gelenlerin çoğu da devletin parasını deniz, yemeyeni ve yedirmeyeni de keriz olarak görme anlayışına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Buralarda görev yapanlar "Bu para belediyenin sırtından değil de benim cebimden çıkacak olsa ben misafirlerim için bu kadar para harcar mıyım" diye düşünmeleri gerekir. Gerçekten tüzel kişilik değil de hangi özel kişilik bu kadar bonkör davranabilir? Kendi adıma beni ziyarete gelen misafirim ne kadar özel olursa olsun, benden bu rakam çıkmaz. Sizden çıkarsa da bilemem. Ama bilirim ki sizden de çıkmaz hatta Ekrem İmamoğlu'nun cebinden de çıkmaz. Ben, sen, o; hiçbirimizden bu rakam çıkmazsa o zaman başkasının sırtından özellikle belediyenin sırtından ağalık yapmanın bir alemi yoktur. 

Bu ülkede devletin malı yetim malı olarak görülmedikçe; belediye başkanı, kimin malını kime yedireceğim demedikçe; davetliler, "Sayın başkan bu yemek belediyenin sırtına binecekse bu doğru değil. Biz yemeyiz demedikçe; devletin ilgili iç ve dış denetim kurumları; yerinde, zamanında ve gereğince gelir gider tablosunu inceleyip gereğini yapmadıkça, fahiş harcama karşılığında harcayan kimseye bir müeyyide gelmedikçe bu harcamalar şu ya da bu şekilde kılıfına uydurularak yapılmaya devam edecektir. Maalesef bu şekil harcama dendiği zaman da akla ilk gelen yerler, belediyelerdir. Belediyeler bu ülkenin sırtında en büyük kamburdur. Çünkü bu ülkede belediyelerin kasası "Yağma Hasan'ın böreği"dir. Dileyen dilediği şekilde bir yolunu bulur, harcar. Birilerini zengin eder ve karşılığında da bir bedel ödemeden ya çeker gider ya da yoluna devam eder. Bu konuda siyasi partilerimiz de tencere kapak gibidir. Birbirlerini israf yapıyorsun diye siyaseten ayıplasalar da bu konuda yok aslında birbirlerinden farkları. Yeter ki ellerinde büyük veya küçük bir belediyeleri olsun. Belediyeler siyasi partilerin arpalığıdır, altın yumurtlayan tavuğudur. Hangi belediye başkanı bu duruma karşı çıkarsa partisi tarafından istenmeyen adam ilan edilir. Bir sonraki seçimde de yeniden aday gösterilmez. Bu da siyasi hayatına mal olur. Maalesef ben bu durumu böyle okuyorum. İstisnaları yine hariç tutuyorum. Hangi partiden olursa olsun devletin/belediyenin kasasını yetim malı görenlerin sayısının çoğalması dileklerimle...

*24/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Temmuz 2020 Cuma

Dilenciliğin Yeni Türü *


Biz, "Dün ne idiysem bugün de oyum" diye zaman zaman övünsek de değişmeyen tek şey, değişimdir" sözü gereğince ayakta durmaya çalışan birçok sektör, kendisini çağın şartlarına göre yeniliyor. Yenilemeyen önce yerinde sayıyor, sonra  küçülmeye gidiyor, ardından yok olmaya yüz tutuyor. Kendisini durmadan yenileyen sektörlerimizden bir tanesi de dilenciliktir.
Yakın zamana kadar dilenciler,
"Allah rızası için bir ekmek parası…”,
“Allah rızası için bir sadaka…”,
“Allah, çoluk çocuğuna bağışlasın. Ha bir ekmek parası…” şeklinde para isterlerdi.
Elinde bir piknik tüpü olduğu halde “Bunu dolduramadım”, “Çocuğumun ilacını alamadım” , “İl dışına gideceğim, otobüs parası olmadığı için gidemiyorum” derlerdi.
Kimi eline kağıt mendili alır, "Bir tane almaz mısın" der. Fiyatını sorduğun zaman adı, "Ne verirsen" olur.
Kimi, insan yoğunluğunun çok olduğu yere sergiyi ya da avucunu açar. Gelen geçenden ister. Kimi, dükkan dükkan esnafı dolaşır, kimi de çarşı pazar dolaşır ve dilenir. Kimi de bir şey soracakmış gibi  "Bir saniye, bir şey diyebilir miyim" diyerek yanına yaklaşır. Ardından "Yanlış anlamayın, dilenci değilim" diye söze girer. Kimi, ailecek farklı farklı yerlere tezgahı açar. Kim ne kadar toplarsa artık.
Bunları ve daha fazlasını gördük. Dilenciliğin farklı yönleri olsa da şimdilerde daha yaygın kullanılan  bir versiyonuyla karşı karşıyayız. Bu tür yeni değil. Epeydir dolaşımda. Önceki dilenciler pejmürde bir kıyafetle karşına çıkarken yeni nesil dilencilerin giyim kuşamı daha düzgün. Yaşları da genç. Geçerken seni durduruyor: "Yanlış anlamayın. Dilenci değilim. Falan yere gideceğim. Gideceğim yer uzak. İki dolmuşluk mesafe. Bana dolmuş parası verebilir misin" diyor. Kısaca dolmuş parası isteniyor. 
Sizi bilmem ama bu yeni nesil dilencilik bana makul geldi. Demek ki dilenciler 5, 10, 25 kuruş ve 1 lira atılmasından bıkmış olmalı ki rayici dolmuş fiyatına çıkartarak çıtayı yükseltmişler. Bir dolmuş indi-bindi fiyatı, şehirden şehre değişse de Konya'da 2,5 lira. Adam yardım yapacaksa ona göre hesap yapmalı. Dilenci, iki dolmuşa bineceğine göre en az 5 lira vermeli. Dilenci, gittiği yerde kalmayıp geri döneceğine göre hayırsever 10 lira vermeli. Bu hesaba göre dilenci, bir kişiden daha fazla yardım alacak, bozuk paradan kurtulmuş olacak ve daha fazla para toplamış olacak. Ayrıca kolay mı bozuk parayı cepte taşımak? Sonra dilenciye verir gibi 5, 10, 50 kuruş vermeler ayıp değil mi? Alenen söylüyorlar ben dilenci değilim diye. Anlamanız ve gereğini yapmanız için daha ne desin dilenciler…
Nasıl beğendiniz mi dilenciliğin bu yeni türünü?
Dilencilik yapacaksınız ve yol yordam bilmiyorsanız, benden bunun yolunu öğrendiniz. Yok, ben dilenci değilim. Bu taraklarda bezim yok diyorsanız, bu durumda yapacağınız pamuk elleri cebe atmak ve en azından bir dolmuş parası çıkarıp vermektir. “Allah versin” demek ya da “Cebimde bozuk para yok” demek, dilencilerin en hoşlanmadığı sözlerden olsa gerek. Unutmayın! Bozuk para yok, “Bir dolmuş parası…”
Dilencilerden kaçı, ne kadar ihtiyaç sahibi bilmiyorum. Biri bırakıyor, diğeri yakalıyor seni. Ama sayıları o kadar çok ki sanırım bir sektör haline geldi. Hem öyle sektör ki kendisini durmadan yeniliyor. Durmadan kendisini yenileyen bu sektöre bir çözüm bulmak lazım ama nasıl? En azından devlet, STK’lar ve yardım kuruluşları bunlara bir el atmalı. Devlet bunlara göz açtırmazken yardım kuruluşları da tek çatı altında bunlara el uzatabilir. Bu mesele uzun ve ayrı bir yazı konusu.
Not: Yazmış olduğum bu yazıyı hazırlayıp göndermek için taslaklara kaydettim. Dilenciler gibi dolmuşa falan binmedim. Bir görüşme için yürüyerek çarşıya gittim. Bir GSM operatörünün önünde beklerken elinde ekmek poşeti olduğu halde tesettürlü ve mazbut bir kadın yanıma yaklaştı: “Mutfağımda yiyecek bir şey yok. Oğlum hapishanede” dedi. Cebimden çıkarıp bir 5 lira verdim. Parayı aldı ama azırgandı. Halbuki gidiş ve gelişe yetecek iki dolmuş parasıydı verdiğim. “Şurada market var. Gel, alışveriş yapıver, bir şeyler al” dedi. Bir görüşmeye geçeceğim için market alışverişine gidemedim. Epey bir ısrardan sonra benden uzaklaştı. Yan taraftaki dükkanın kapısından bir şey söylemesiyle uzaklaşması bir oldu. Esnaf dolmuş parası da vermedi ama ısrarcı da olmadı. Sanırım kendilerini dinleyen, az veya çok bir şeyler verenlere ısrarcı oluyorlar.

*25/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.