12 Temmuz 2020 Pazar

Yeni Usul Düğün Yemeği

Konya'da yeni usul düğün yemeği (tabildot)
Kişiye özel yemek menüsünde:
1.Yoğurt çorbası,
2.Bamya,
3.Etli pilav
Ağzı kapalı plastik kabın içinde:
1.Zerde,
2.İrmik helvası.
3.Aromalı meyve suyu.
Bir ambalajın içinde:
1.Plastik kaşık,
2.Kağıt mendil,
3.Islak mendil
4.Su ve
Ekmek.
Bu yemek menüsünde:
1 Her masaya 10 kişi oturacak kuralı yok. Bir masaya en fazla 6 kişi oturacak şekilde sandalye konmuş.
2.Masaya oturan her kişiye 6 kişi beklenmeden yemek servisi yapılıyor.
3.İlk servisi yapan görevliler ilave yemek isteyenlere tekraren ilave yemek getiriyor.
4.Masamda oturan bir kişi dışında ilave yemek isteyen olmadı.
5.Gelen menü herkesi doyurdu.
6.Plastik bardakta çay.

Karışıklık yok, kargaşa yok, ardında bekleyen yok, yemek artığı yok, ortak kaba kaşık sallamak yok, tıka basa yemek yok, aç kalkmak yok...

Nasıl buldunuz bu yeni usul Konya yemeğini?

Not: Konya düğünlerinde ortak yemeği birçok yazımda eleştiri konusu yapmış, tabildot usulü yemeği önermiştim. Sakalım olmadığı için Konyalılar beni dinlemedi ama küçücük virüs bizi yola getirdi.

10 Temmuz 2020 Cuma

Ayasofya Camii ve İmamı

Ayasofya'nın yeniden camiye dönüşmesi hiç bu kadar ciddi olmamıştı. Hep konuşulur konuşulur kalırdı. Ayasofya nihayet camiye dönüşüyor. Sorunun çözümüne katkı sunan, sebep olan, inisiyatif kullanan herkese teşekkür ediyorum. Temenni ediyorum ki Ayasofya şu ya da bu şekilde bundan sonra tartışmaların odağı olmaz.

İyi de burası cami olarak açılacak. Namaz için cemaat de geleceğine göre haliyle buraya bir de imam lazım. 
Burada görev yapacak hiç imam bulunamaz, mevcutlar da burada imamlık yapmaya yanaşmayıp cami imamsız kalırsa, nasıl ki geçmişte Küçük Ayasofya Camii imamlığına geçen bir Bekri Mustafa ortaya çıkmış ise Büyük Ayasofya Camii imamlığına geçecek ikinci bir Bekri Mustafa niçin çıkmasın. 

Hasılı talibim bu göreve. Şanım da yürür bu arada. Ayasofya'nın ilk imamı unvanını elde ederim. Torumlarıma "Ben Ayasofya'da imam iken..." şeklinde başlayan geçmişimi anlatır dururum. Torunlarım da "Eyvah dedem! Şimdi yine Ayasofya diye başlayacak" deyip kaçışacak. Neyse bu kısım sonra.

Ardımda namaz kılacak sizler de "Burası, bunun için mi açıldı" şeklinde hayıflana hayıflana bağrınıza taş bastırarak ardımda namaz kılmaya devam edersiniz. Yapacağınız tek şey, "Uydum hazır olan imama" demek. Bu arada söz, kendime çekidüzen vermeye çalışırım. Hala bunun arkasında namaz olmaz derseniz, başka ne yapabilirim ki...Sultan Ahmet'e gidin. Bakın sizi uzağa göndermiyorum. Mesela "Suudi Arabistan'a gidin" demiyorum.
Yok, biz oraya dört başı mamur, cevval birini atayacağız denirse Ali Erbaş'tam önce burada ilk cumayı kıldırmak isterim... Bu arada Ayasofya'da ilk cumanın 24 Temmuzda kılınacak olması, Lozan Barış  Antlaşmasına bir gönderme olabilir mi?

İşin latife boyutu bir tarafa. Alınan bu karar, ortaya konan bu irade hayırlı olsun. İçinde samimiyetle namaz kılanlardan olmak temennisiyle... Bu arada cemaati de bol olsun. Burası, tüm cami işlevini gören bir takva mescidi olsun inşallah.

Bekri Mustafa'yı bilmeyenler için:
"Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede “Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir... O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar:
“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar, dedim" der.

Not: Ayasofya ile ilgili 20.53 ulusa sesleniş konuşması yaparken Sayın Erdoğan'ın, yanına beni de alıp elimi havaya kaldırarak "Ayasofya'nın ilk imamı da hepinizin yakından tanıdığı yanımdaki zatı muhteremdir. İmamımız da hayırlı olsun" demesini Sayın Erdoğan'dan beklerdim. Kırıldım doğrusu. Sanırım heyecandan unutmuş olmalı.

"Kaç Oğlum Kaç..." *

Sabah namazından sonra tenha bir ortamda, serin bir havada biraz yürüyüş yapayım diye Evliya Çelebi Parkına gittim. Akşam kalabalığı yoktu parkurun. Tenha mı tenha. Birkaç kadın yürüyüşlerini yapıp bir kamelyaya oturmuşlar. Kahvaltı yapmak için ellerinde nevaleleriyle iki kadın bir kamelyaya oturdu. 800 metrelik parkur neredeyse bana ait.

Girdim parkura. Kimse olmadığı için maskeyi de boynuma indirdim. Terledikçe boynumdaki maskeyi elime aldım. Yürüyüşü sonlandırmak için başladığım noktaya gelmiştim ki ihtiyar bir amca belirdi önümde.  Yürümüyor da. Parkurun kenarında bekliyor. "O maskeyi elinde tutma, tak yüzüne. Az önce polis şurada maske takmadığı için bir gence ceza yazdı" dedi. Cevap vermeden parkuru terk ettim. Belli ki maske kontrolüne gelmiş.
*
Bir pazar yürüyüş için güzergah olarak Meram Dere'yi seçtim. Aşkan Mahallesinde başlayan yürüyüşüm Meram Dere'yi geçtikten sonra iki-üç sıra dağı geride bırakacak şekilde iki saat sürdü. Geri dönerken meskûn mahallin dışında yolun solunda sürekli akan çeşmenin suyundan içmek istedim. Dağın başındaki suyun başında karı, koca ve bir oğuldan ibaret bir aile vardı. Evden koca aracın içine, buldukları ne kadar 5 litrelik pet şişe varsa doldurup geldiklerine göre buranın suyu meşhur olmalıydı.

Maskemi, gözlüğümü, şapkamı ve cep telefonumu bir kenara koydum. Ailenin iki metre gerisine durdum.  İstedim ki müsaade ederler, suyumu içer, yoluma devam ederim. Epey bekledim. Genç birini doldurdu, diğerini koydu musluğun altına. Su içmek için izin vermedikleri gibi kenarda bekleyen baba ile aramızda şu diyalog geçti:
 —Ne olacak böyle? Hasta sayısı iyice arttı.
—Ne yapacağız, virüsle yaşamayı öğreneceğiz.
—Yoğun bakımdaki hastaları ne yapacağız  ya. Hiç gördün mü? Nasıl nefes alıyorlar...(Sanki görmüş gibi. Yoğun bakıma kimseyi almazlar.)
—Hastaların çoğu da yaşlı ve kronik hasta imiş. Covit-19'da çalışan tanıdıklarım var. Bundan biliyorum durumlarını.

Buraya kadar konuşma normal seyrinde gidiyor. Ben de adamı normal biri sanıyor ve normal bir şekilde cevap veriyorum. Ağzındaki baklayı çıkardı sonunda. Bir karın ağrısı varmış meğer.
—Sordum mu yoğun bakımda tanıdığın olduğunu. Sende maske yok, bende maske yok. Aramızda mesafe yok. Hastalık artmayıp da ne yapacak? Bakan ne yapsın bu durumda? Ulan kardeşim, az ötede dur şöyle. (Az ötesi vızır vızır aracın geçtiği dar yol. Yani bizden uzak dur da gerekirse arabanın altında kal demekti bu.)
—Aramızdaki mesafede ne var? Şu dağın başında şu mesafede birbirimize temas etmeden birbirimizden virüs bulaşacaksa bırakalım virüs bulaşsın. Evden niye çıkıyoruz ki? Eve kapanıp çıkmayalım o zaman.  İki saattir yol yürüyorum. İki yudum su içip gideceğim. Maskeli mi içeceğim suyu. Siz su doldurmaya devam edeceksiniz anlaşılan. İzin verin suyumu içip gideyim.
—Çekil oğlum kenara. Suyunu içip gitsin.
Şükür ki oğlu çekildi. Ben de suyumu içip ayrıldım.
*
Maske boynumda. Yanımda kimse yok. Ahmet Özcan Caddesi kaldırımında bir başıma bir tempo tutturmuş, yürüyorum. 8-10 metre öteden yüzlerinde maskeleri olan, alışveriş yapıp gelen bir baba ile oğlu geliyor. Caddenin bazı kaldırımları dar olsa da geçmekte olduğum kısım geniş. Adam ağız ve burnumu kapatmadığımı görür görmez oğluna, "Kaç Oğlum kaç! Bu adamın maskesi yok" demez mi? Hiç istifimi bozmadan ve duraklamadan acı acı gülümseyerek yoluma devam ettim.

Anlattığım bu üç olay da maske ile ilgili. Belki içinizden bazıları, adamların bu hassasiyetini doğru buluyor da olabilir. Doğru olan; dışarı çıkıldığı, insanların arasına girildiği durumlarda nizami bir şekilde maskeyi takmaktır. Bir başına yürünürken maske takılmasını abartı buluyorum. Sanılmasın ki maskeyi önemsemiyorum ve maske takmıyorum. Kendi sağlığımı düşündüğüm kadar başka insanların da sağlığını düşünüyorum. Evden çıkarken boynuma taktığım maskeyi kalabalık yerlerde, alışveriş merkezlerinde, insanlarla muhatap olduğumda usulüne uygun takıyorum. Yürüyüş yaparken de hızımı kesmeyecek tenha yerleri seçiyorum. Bu anekdotlarda garibime giden temasın, kalabalığın ve iletişimin olmadığı yerlerde de maske takılmasıdır. Beni esas düşündüren, bu koronavirüs bugünden yarına gideceğe benzemiyor ama bir gün gidecek ve normalleşeceğiz. Ama bu tiplerin normalleşmesi zor. Kendine güvenen bunları normalleştirsin de göreyim.

*11/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.