Ana içeriğe atla

Ayasofya Camii ve İmamı

Ayasofya'nın yeniden camiye dönüşmesi hiç bu kadar ciddi olmamıştı. Hep konuşulur konuşulur kalırdı. Ayasofya nihayet camiye dönüşüyor. Sorunun çözümüne katkı sunan, sebep olan, inisiyatif kullanan herkese teşekkür ediyorum. Temenni ediyorum ki Ayasofya şu ya da bu şekilde bundan sonra tartışmaların odağı olmaz.

İyi de burası cami olarak açılacak. Namaz için cemaat de geleceğine göre haliyle buraya bir de imam lazım. 
Burada görev yapacak hiç imam bulunamaz, mevcutlar da burada imamlık yapmaya yanaşmayıp cami imamsız kalırsa, nasıl ki geçmişte Küçük Ayasofya Camii imamlığına geçen bir Bekri Mustafa ortaya çıkmış ise Büyük Ayasofya Camii imamlığına geçecek ikinci bir Bekri Mustafa niçin çıkmasın. 

Hasılı talibim bu göreve. Şanım da yürür bu arada. Ayasofya'nın ilk imamı unvanını elde ederim. Torumlarıma "Ben Ayasofya'da imam iken..." şeklinde başlayan geçmişimi anlatır dururum. Torunlarım da "Eyvah dedem! Şimdi yine Ayasofya diye başlayacak" deyip kaçışacak. Neyse bu kısım sonra.

Ardımda namaz kılacak sizler de "Burası, bunun için mi açıldı" şeklinde hayıflana hayıflana bağrınıza taş bastırarak ardımda namaz kılmaya devam edersiniz. Yapacağınız tek şey, "Uydum hazır olan imama" demek. Bu arada söz, kendime çekidüzen vermeye çalışırım. Hala bunun arkasında namaz olmaz derseniz, başka ne yapabilirim ki...Sultan Ahmet'e gidin. Bakın sizi uzağa göndermiyorum. Mesela "Suudi Arabistan'a gidin" demiyorum.
Yok, biz oraya dört başı mamur, cevval birini atayacağız denirse Ali Erbaş'tam önce burada ilk cumayı kıldırmak isterim... Bu arada Ayasofya'da ilk cumanın 24 Temmuzda kılınacak olması, Lozan Barış  Antlaşmasına bir gönderme olabilir mi?

İşin latife boyutu bir tarafa. Alınan bu karar, ortaya konan bu irade hayırlı olsun. İçinde samimiyetle namaz kılanlardan olmak temennisiyle... Bu arada cemaati de bol olsun. Burası, tüm cami işlevini gören bir takva mescidi olsun inşallah.

Bekri Mustafa'yı bilmeyenler için:
"Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede “Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir... O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar:
“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar, dedim" der.

Not: Ayasofya ile ilgili 20.53 ulusa sesleniş konuşması yaparken Sayın Erdoğan'ın, yanına beni de alıp elimi havaya kaldırarak "Ayasofya'nın ilk imamı da hepinizin yakından tanıdığı yanımdaki zatı muhteremdir. İmamımız da hayırlı olsun" demesini Sayın Erdoğan'dan beklerdim. Kırıldım doğrusu. Sanırım heyecandan unutmuş olmalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde