3 Temmuz 2020 Cuma

Sosyal Medyaya Neşter ***

Sosyal medya hayatın sanal olanı olsa da hayatımızın bir parçası. Anlık veya günlük milyonlarca paylaşım buralarda dolaşıma giriyor. Piyasanın nabzı buralarda atıyor desek abartı olmaz.
Çoğu kimsenin hesabının bulunduğu ve vakit geçirdiği bu âlem, hem uçsuz bucaksız hem de denetimsiz. Sahte hesaplardan tutun da hakaret, küfür ve ithamlar diz boyu bu âlemde. Aynı zamanda bu âlem; propagandaların yapıldığı, algıların oluşturulduğu ve insanların fişlendiği bir yer. Bu âlemde yazılıp çizilenler gerçek hayatı çoğunlukla olumsuz etkiliyor.
Tüm bu olumsuzluklarının yanında yerinde ve kıvamında kullanıldığı takdirde sosyal medyayı yararlı bulanlardanım. Fakat yukarıda bahsettiğim gibi denetlenmesi gereken denetimsiz bir âlem burası.
Sosyal medyada algılara dayalı dezenformasyondan rahatsızlığını ve ne şekilde olması gerektiğini İktidar Partisi,  2020’nin Nisan ayında “Sosyal medyada uyulması gereken kurallar” başlığı altında 12 maddelik bir etik kuralı kamuoyu ile paylaşmıştı. Her birimizin altına imzasını atacağı bu etik kurallar yeterli olmamış ve uygulama alanı bulamamış olmalı ki hükümet şimdi sosyal medyaya bir kanuni düzenleme getirme üzerine çalışıyor. Sanırım Meclis tatile girmeden bu konuda bir yasal düzenleme Meclisten geçecek. Yerinde ve olması gereken bir düzenleme. Bu düzenleme şu ana kadar çoktan yapılmalıydı. Zira bu âleme mutlaka bir neşter vurulmalıydı.
Nedense bizde bir şey ilk önce görülmez ya da görmezden gelinir. İnsanımız bodoslama dalar. Kendince bir dünya oluşturur. Ardından kanuni düzenleme gelir. Halbuki siyasi partiler, Meclis ve iktidar bu ve her konuda halkın bir adım önünde olmalıydılar. Keşke bu âlem ortaya çıktığı zaman önce kriterler belirlenip sonra yaygınlaşsaydı hayatımızda.
Hürriyet’ten Abdulkadir Selvi’nin verdiği bilgilere göre düzenlemede, “Sosyal medya platformlarına Türkiye’de ofis açma zorunluluğunun getirilmesi ve kazançlarından vergi vermelerinin sağlanması, sosyal medya hesaplarının gerçek kimlikler üzerinden açılması, suç konusu olan paylaşım yapanlar hakkında, yargının talep etmesi durumunda sosyal medya platformlarının, bilgileri hızla vermesi ve nefret söylemine izin verilmemesi…” gibi hususlar yer alacak.
Sosyal medya ve sanal alem ile ilgili çıkacak düzenlemeyi desteklemekle beraber bu konuda kantarın topuzunun kaçırılmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Konacak yasaklar sağa sola çekilmeyecek şekilde net bir şekilde belli olmalıdır. Küfür ve hakaretin tanımı yapılmalıdır. Neyin, kişilerin onurunu zedelediği açıklanmalıdır. Düzenlemenin bazı maddeleri kapalı kaldığı takdirde en ufak bir eleştiriden nem kapan alıngan tiplerin sayısı az değildir. Uygulamada küfür, hakaret, saldırı türü paylaşımlarda adamına göre muamele yapılmamalıdır. Yapılacak küçük bir eleştiri kişilik haklarına saldırı gibi görülmemelidir. İnsanlar, eleştiri hakkını korkmadan sonuna kadar kullanabilmelidir. Çünkü eleştiri ve tenkit hem bu alemin hem de gerçek hayatın olmazsa olmazıdır.
Kanuni düzenleme yapılırken bir söz de devlet memurları için söyleyeyim. Bildiğim kadarıyla 657 sayılı kanuna göre devlet memurlarının siyaset yapması yasak kapsamındadır. Bu yasağa rağmen bir kısım devlet memurunun bu âlemde ömrü bir partiyi övmek, bir başka partiyi yermekle geçiyor. Bu yasak halen devam edecekse devlet memurlarının bu âlemde siyaset yapmamaları sağlanmalıdır. Siyaset yapmasın derken yanlış anlaşılmasın. Herkes gibi devlet memurları da bir konuda fikrini söylesin, tasvip ve eleştirilerini dile getirsin. Bunda bir sakınca görmüyorum. Ama bir partinin resmi görevlisi gibi de bu âlemde siyaset yapmasın. Böyleleri, çok istiyorsa istifalarını verip bir partinin organlarında görev alabilirler.

***04/07/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

1 Temmuz 2020 Çarşamba

Sin-Kaflı Halimiz ***

Adam, baba olmuş, baba olma sevincini sosyal medyadan tüm sevenlerine duyurmuş. İlgili kişinin paylaşımlarını takip edenlere ne düşer? “Allah, analı babalı büyütsün… Allah uzun ömürler versin… Sizi tebrik ediyorum… Hayırlı olsun…” gibi sözler söylenir, yazılır ve çizilir.
Baba olmasından dolayı tebrik ettiğimiz bu kişiyi sevmiyor, hatta ondan ve zihniyetinden nefret ediyor olabiliriz. Hatta bu kişi, bulunduğu koltuğa bir başkasının referansıyla gelmiş, oturduğu koltuğun hakkını tam veremiyor da olabilir. Kendisiyle rakip de olabiliriz.
Olması gereken de budur. Çünkü kişinin sevinç anına ortak oluyoruz.
Diyelim ki tebrik etmeye egomuz ve kibrimiz müsaade etmiyor ya da babalığını önemsemiyoruz. Bu durumda yapılması gereken, bu kişinin paylaşımını görmezlikten gelmektir. Bu da anlaşılabilir. Çünkü tebrik etmek kadar bu da bir yoldur.
Ama görmezlikten gelmek bazılarımıza ters geliyor. Adamın sevincini boğazına tıkamak için sokak jargonunda, zamanında öğrendiğimiz ne kadar küfür ve hakaret varsa bir bir sıralıyoruz.
Açıyoruz ağzımızı, yumuyoruz gözümüzü. İnsan onurunu ayaklar altına alacak ne kadar galiz küfürler varsa dışımıza vuruyoruz. Ne anası kalıyor ne avratı ne de çocuğu. Tüm bunları dilimizle söylemekle de kalmıyoruz. Aynı gün görmedik küfürlerimizi paylaşımın, altına yazıya döküp sıralıyoruz. Çünkü sevmiyoruz, nefret ediyoruz kendisinden ve zihniyetinden. Yazdığımız ve söylediğimiz her küfür ve hakareti o kişinin hak ettiğine kendimizi de inandırmışız.
Aslında bu yaptığımız çapımızı gösteriyor.
Bilinçaltında gizlediklerimizin bir dışa vurumudur.
Nasıl biri olduğumuzu ele veren bir ruh halidir.
Kendini bilmez bir kişinin Sin-Kaflı konuşup yazmasını sanmayın ki tüm topluma mal ediyorum. Toplum olarak biz böyleyiz de demiyorum. Çünkü hakaret bir kişinin hezeyanından ibarettir. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. “Ben asla Sin-Kaflı konuşmam” diyen nicelerimiz, sinirlenip gerildiğinde, içinde biriktirdiği ne varsa hakaret adına boşaltır. Bugün bu, yarın bir başkası. Maalesef toplum olarak biz böyleyiz. Sanki konuşmamıza küfürle başlayıp küfürle bitirmek bizim genlerimize işlemiş gibi. Hiç küfür etmiyorsak bile kelime ve kavramlarımızın çoğuna küfür anlamı yüklemişiz. Çoğunda cinsellik kokar. Her bir kelime ve söz cinsellik çağrıştırır bize/bizde. Böyle bir kastımız olmasa bile dervişin fikri ne ise zikri de o misali, her sözümüz bir yere çekmeye müsait olabiliyor.
Neredeyse hayat felsefemiz olmuş bu küfürlü halimiz. Türkçemizden mi, sığ kelime hazinemizden mi, yetişme ve yetiştirilme tarzımızdan mı yoksa çok sinirli bir toplum olduğumuzdan mıdır? Niçin böyleyiz deyip bu hali pürmelalimizle yüzleşmemiz gerek. Ayıptır, günahtır, biz iyi aile terbiyesi aldık, bu tür kelimeleri ailemiz ağzına almaz deyip kendimizi temize çıkarmayalım. Kimseyi de ayıplamaya gelmez. Çünkü durumumuz savunulmayacak şekilde ayan beyan ortada. Ben küfretmiyorsam, çocuğum küfrediyor. Benim ailem hakaret etmiyorsa sağımızdan, solumuzdan küfürler kulağımıza kadar geliyor. Her küfür, zihnin bir yerine yerleşiyor. Bilinçaltımıza işlemiş bu küfürlerin tümünü boşaltmak için bir sinir yeter de artar bize. Küfrü hiç ağzına almayanları tenzih ederim.
Küfür ve hakaretle yüzleşmemiz için sanırım toplumsal duyarlılığımızı geliştirerek bu işe başlayabiliriz. Yaşanan bu nahoş olayın en sevindirici yanı, birbirine ezeli siyasi rakip olanlardan küfür ve hakareti kınayan açıklamaların gelmesidir. İnşallah bu da küfürle yüzleşmemizin bir başlangıcı olur.

***02/07/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.





Bir Ağacın Azim ve Zaferi

Bu ağaç, Ayanbey Mah. Ciritli Sokakta (Meram Eski Yol Mevkii) yol ortasında kalmış, Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Dairesi tarafından 0332 numara ile bakıma alınmış bir ağaç. 
Resimlere bakarsanız ben anlayamasam da ağaca bakıldığı görülecektir:
1.Ağaca bakım numarası verilmiştir. (Bakımdan kastedilen aynı zamanda korumak da olmalı)
2.Bu ağacın bakıma alınan diğer ağaçlardan farkı, diğer ağaçlarda ağacın dibine su gitsin veya sulansın diye bir dudak payı kadar yer bırakılıp diğer taraflar asfalt veya kilitli taş ile döşenirken bu ağacın etrafı tamamen asfalt ile kapatılmıştır. 
Bu ağacı, içine bir gram yağmur suyu dahi almayacak şekilde bu şekil asfalt ile kapatanın niyetini bilemem. Ancak yorum yapabilirim: Ağacı yavaş yavaş işkence ede ede önce kurumaya ve ölüme terk etmiştir. Taammüden adam öldürmek gibi bir şey. Bunun suç ortağı da vardır. Çünkü asfalt tek kişiyle dökülmez. Bir ekiptir. Asfaltı döken dökmüş. Döktüren döktürmüş. Yayan yaymış. Tüm bunları yapanlara siz ne yapıyorsunuz dememiş, gölgesinden faydalanan mahalleli. Denetleyen de aferin demiş olmalı. 
Tüm bu iş bilmez ve art niyetli, ağaç katili mirasyedilere rağmen ağaç, aç ve susuz bir şekilde yolun ortasında gönderdeki bayrak gibi dalgalanmaya devam ediyor. "Beni ölüme terk ettiniz, işbirlikçilerinizle birlikte dört gözle ölümümü bekliyorsunuz. Size izan, yaşamaya devam edeceğim. Allah izin verdiği müddetçe nefes almaya ve görevimi bihakkın yerine getirmeye devam edeceğim" diyor sanki. Dili yok ki bunları söylesin. Bu ağaca bunu reva görenleri Rabbime havale ediyorum. 
Bu dua anlayan için yeter de artar bile. Yine de yeşile, oksijen depomuza bunu layık görenlere, başkasına emsal olsun diye kısa süreliğine bir kısas uygulamak ya da empati yapmak en iyisi. 
Ne mi yapalım? Bu ağacın bu şekil olmasında pasif-aktif kim rol almış, kim göz yummuş, kim denetimini adam gibi yapmamış ise tümünü birden bir veya birkaç gün boyunca yerlerinden kalkamayacak ve hareket edemeyecek şekilde aynı yol üzerinde ayaklarına asfalt dökmeli. Güneşin altında ne su vermeli ne de ekmek. Bize acıyın. Biz ettik. Siz etmeyin bağrışlarına karşın ağızlarına da bant çekmeli. Bu ağaç da görün bakalım. Nasılmış susuz kalmak dercesine onları izlemeli. Yoldan gelip geçenler, yüzlerine tükrük gelmeyecek şekilde uzaktan tüh size deyip tükürmeli. (Yakından tükürürlerse yüzlerine gelen tükrük onları serinletebilir ve yağmur yağıyor sanabilirler.)
Bu ağaca bakmakla yükümlü Park ve Bahçeler ne yapıyor, elleri armut mu topluyor derseniz, ne yaptıklarını bilmiyorum ama Tavusbaba'ya nazır bir yerde, üzerinde amblemi bulunan araçlarını gördüm. Bu ağaca bir km'lik bir mesafedeler. Sanırım şube işlevi görüyor burası.
Sözlerimi uzattım. Takdirlerinize sunuyorum efendim. 
Son söz, iyi ki bu ağaç bakıma alınmış. Düşünün ki bakıma alınmasaydı, bu ağacın hali nice olurdu? Varın orasını siz düşünün.

Not: Ben bu yazıyı sosyal medyada paylaşınca bir yorumcu (M.Y.) paylaşımımın altına şu bilgilendirmeyi yapmıştır.
"Hocam mahalle benim mahalle, bazen gözle görünmeyen şeyler vardır, malesef ters köşe olmuşunuz. O kaldırımın altında bahçe sulama kanalı var, önceden üstü açıktı ama şimdi kapatildi, ağacı merak etmeyin, en iyi şekilde suyunu alıyor çünkü köklerinin üzerinden o sokağın tüm bahçelerine giden su geçiyor..."Bu bilgiye sevindim doğrusu. Kendisine teşekkür ediyorum. Bu bilgilendirmenin ardından bu paylaşımı kaldırmak istedim. Kamuoyunun bilinçlenmesi, yetkililerin bu ağaçlara daha fazla itina göstermesi temennisiyle paylaşım kaldırılmamıştır.

Not: M. Ş. isimli hocamızın bilgilendirici yorumunu da buraya alıyorum: "Ağacın altından su geçiyor ancak gövdesinin genişlemesini engelleyen asfaltın gövdesine değmeyecek şekilde açılması gerekir. Boğazı sıkılan bir adam su içebilir mi? Ağacın kabuğu belli bir bölümü kalkarsa ağaç kendini onarabilir ancak kabuk çepeçevre soyulursa ağaç mutlaka kurur. Ağacın gövdesini çepeçevre saran asfalt, gövde büyüdükçe kabuğu kesecek ve çepeçevre kabuğu kesilen ağaç ölecek. Acilen bu durumda olan ağaçların dipleri açılmalı." Kendisine teşekkür ediyorum.