Ana içeriğe atla

Sin-Kaflı Halimiz ***

Adam, baba olmuş, baba olma sevincini sosyal medyadan tüm sevenlerine duyurmuş. İlgili kişinin paylaşımlarını takip edenlere ne düşer? “Allah, analı babalı büyütsün… Allah uzun ömürler versin… Sizi tebrik ediyorum… Hayırlı olsun…” gibi sözler söylenir, yazılır ve çizilir.
Baba olmasından dolayı tebrik ettiğimiz bu kişiyi sevmiyor, hatta ondan ve zihniyetinden nefret ediyor olabiliriz. Hatta bu kişi, bulunduğu koltuğa bir başkasının referansıyla gelmiş, oturduğu koltuğun hakkını tam veremiyor da olabilir. Kendisiyle rakip de olabiliriz.
Olması gereken de budur. Çünkü kişinin sevinç anına ortak oluyoruz.
Diyelim ki tebrik etmeye egomuz ve kibrimiz müsaade etmiyor ya da babalığını önemsemiyoruz. Bu durumda yapılması gereken, bu kişinin paylaşımını görmezlikten gelmektir. Bu da anlaşılabilir. Çünkü tebrik etmek kadar bu da bir yoldur.
Ama görmezlikten gelmek bazılarımıza ters geliyor. Adamın sevincini boğazına tıkamak için sokak jargonunda, zamanında öğrendiğimiz ne kadar küfür ve hakaret varsa bir bir sıralıyoruz.
Açıyoruz ağzımızı, yumuyoruz gözümüzü. İnsan onurunu ayaklar altına alacak ne kadar galiz küfürler varsa dışımıza vuruyoruz. Ne anası kalıyor ne avratı ne de çocuğu. Tüm bunları dilimizle söylemekle de kalmıyoruz. Aynı gün görmedik küfürlerimizi paylaşımın, altına yazıya döküp sıralıyoruz. Çünkü sevmiyoruz, nefret ediyoruz kendisinden ve zihniyetinden. Yazdığımız ve söylediğimiz her küfür ve hakareti o kişinin hak ettiğine kendimizi de inandırmışız.
Aslında bu yaptığımız çapımızı gösteriyor.
Bilinçaltında gizlediklerimizin bir dışa vurumudur.
Nasıl biri olduğumuzu ele veren bir ruh halidir.
Kendini bilmez bir kişinin Sin-Kaflı konuşup yazmasını sanmayın ki tüm topluma mal ediyorum. Toplum olarak biz böyleyiz de demiyorum. Çünkü hakaret bir kişinin hezeyanından ibarettir. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. “Ben asla Sin-Kaflı konuşmam” diyen nicelerimiz, sinirlenip gerildiğinde, içinde biriktirdiği ne varsa hakaret adına boşaltır. Bugün bu, yarın bir başkası. Maalesef toplum olarak biz böyleyiz. Sanki konuşmamıza küfürle başlayıp küfürle bitirmek bizim genlerimize işlemiş gibi. Hiç küfür etmiyorsak bile kelime ve kavramlarımızın çoğuna küfür anlamı yüklemişiz. Çoğunda cinsellik kokar. Her bir kelime ve söz cinsellik çağrıştırır bize/bizde. Böyle bir kastımız olmasa bile dervişin fikri ne ise zikri de o misali, her sözümüz bir yere çekmeye müsait olabiliyor.
Neredeyse hayat felsefemiz olmuş bu küfürlü halimiz. Türkçemizden mi, sığ kelime hazinemizden mi, yetişme ve yetiştirilme tarzımızdan mı yoksa çok sinirli bir toplum olduğumuzdan mıdır? Niçin böyleyiz deyip bu hali pürmelalimizle yüzleşmemiz gerek. Ayıptır, günahtır, biz iyi aile terbiyesi aldık, bu tür kelimeleri ailemiz ağzına almaz deyip kendimizi temize çıkarmayalım. Kimseyi de ayıplamaya gelmez. Çünkü durumumuz savunulmayacak şekilde ayan beyan ortada. Ben küfretmiyorsam, çocuğum küfrediyor. Benim ailem hakaret etmiyorsa sağımızdan, solumuzdan küfürler kulağımıza kadar geliyor. Her küfür, zihnin bir yerine yerleşiyor. Bilinçaltımıza işlemiş bu küfürlerin tümünü boşaltmak için bir sinir yeter de artar bize. Küfrü hiç ağzına almayanları tenzih ederim.
Küfür ve hakaretle yüzleşmemiz için sanırım toplumsal duyarlılığımızı geliştirerek bu işe başlayabiliriz. Yaşanan bu nahoş olayın en sevindirici yanı, birbirine ezeli siyasi rakip olanlardan küfür ve hakareti kınayan açıklamaların gelmesidir. İnşallah bu da küfürle yüzleşmemizin bir başlangıcı olur.

***02/07/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde