12 Haziran 2020 Cuma

Sözümüz Meclisten İçeri Olsun! **

Vaaz verilirken hutbe okunurken bir panel veya konferansta konuşulurken ya da iki veya daha fazla kişi konuşurken konu ne üzerine olursa olsun, eğer bir tenkit yapılıyor, herhangi bir hareket eleştiriliyor ise konuşmacıların ortak özelliği, "Sözüm meclisten dışarı" demeleridir. Bu sözü söylemeyen de sözü hep dışarıda olanlara söyler. Hiç içeridekilere yani yanındaki ve karşısındaki hâzirûna bir şey söylemezler. (Öyleyse de bir şey denmiyor.) Çünkü bize göre birlikte olduklarımız tıpkı bizim gibi sütten çıkmış birer ak kaşık. Ne kadar kötülük varsa yanımızda olmayanlara ait. Herkes, içeridekiler yani bizim gibi olsa dünya güllük gülistanlık olur.

Sözü üzerimize almaz tavrımızı Kur'an-ı Kerim okurken de yapıyoruz: Şu ayet Yahudiler, bu ayet münafıklar, o ayet kafir ve müşrikler hakkında inmiştir. Bunlar yaşantı ve inanç yönünden çok kötü bir hayat sürüyorlar. Allah bu ayetlerle bu kötü kimseleri eleştiriyor. Bunlar cehennemliktir, diyerek kendimizi bir güzel temize çıkarıyor ve üzerimize toz kondurmuyoruz. Geriye; bize hitap eden, bizi eleştiri konusu yapan Kur’an’dan fazla ayet kalmıyor. Bize kala kala “kebap” diyebileceğimiz cennet ayetleri kalıyor. Kendimizi de cennete bir güzel koyuyoruz. Öyle ya, cennete girmeye bizden daha layık kim olabilir?

Her sözün bir maksadı ve vermek istediği mesajı olduğu gibi kimin hakkında inerse insin, ayetlerin de bize vermek istediği mesajları vardır. Aynı şekilde Kur’an, geçmiş kavimlerin kıssalarını anlatırken de kıssadan hisse alınmasını ister. Allah, “Onlar şöyle şöyle inandı, böyle böyle yaptı, şu kadar sınırı aştılar, kötülükte ileri gittiler. Bu yapıp ettiklerinden dolayı başlarına şunlar şunlar geldi. Şayet sizler de aynı yolun yolcusu olursanız, sünnetullah gereği aynı akıbete duçar olacaksınız” mesajı veriyor. Bizler kafir, müşrik gibi inanmıyor, münafık gibi bir yaşantı içerisinde olmuyor olabiliriz. Ama benzerlerini yapıyor olabiliriz. O yüzden kimin hakkında inerse insin, ayetlerden mutlaka mesaj alma yoluna gitmek zorundayız. Bunun için ben, bunların ve bu özelliklerin neresindeyim özeleştirisi yapmak ve bir güzel düşünmek gerekiyor.

Konuşmalardaki sözüm meclisten dışarı şeklindeki üslup ile “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kastedildiği açık olmasına rağmen gelin görün ki gelin olmaya ve sözü üzerimize almaya pek niyetimiz yok. Bu yüzden yapılan onca konuşma ve verilen mesajlar, üzerine alacak kimseyi bulamadığı için havada kalıyor. Halbuki bu yol, bu işi kırmadan, dökmeden dolambaçlı yollarla anlatma yoludur ve güzel bir yoldur.

Aynı aymaz (laftan, sözden anlamaz ve üzerimize almaz) halimizi, Kur’an’dan okunan ayetlerde de göstermeye devam ettiğimize göre bundan sonra vaizlere, hatiplere, yazar ve çizerlere düşen, “söz anlayana söylenir” sözünde olduğu gibi sözü, meclis dışındakilere değil, meclis içindekilere anlayacakları dilden söylemeleridir. Ne zaman, nerede, nasıl ve ne şekil konuşurlarsa konuşsunlar konuşmalarının başında, arasında veya sonunda “Sözümüz meclisten içeri” demelidirler. Çünkü başka türlü bizim üzerimize alacağımız yok. Tabi, bu işi yaparlarken kırmadan, dökmeden, işi şahsileştirmeden güzel bir üslup ile yapmalıdırlar.

**13/06/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

11 Haziran 2020 Perşembe

Sorun Ağzım ve Burnumda (2) *

Geçen yazımda virüsün ağız ve burun yoluyla bulaşmasından dolayı sorunun ağız ve burnumuzdan kaynaklandığını, bu yüzden maske ile kapattığımıza işaret ederek burnumla ilgili sorunlara değinmiş, ağzıma sıra gelmemişti. Çünkü problem olma yönünden ağzım da burnumu aratmaz. Zaten biri üstte diğeri altta olmak üzere ikisi muhteşem ikili. Zaman zaman paslaşırlar. Bu yazımda da ağzımın problem olduğunu ele almaya çalışacağım:

*İster boşboğaz, ister çenesiz deyin. Gevezelikte üstüme yoktur. Sessizliği pek değil, hiç sevmem. Olur-olmaz konuşurum. Hatta bazen başkasının ağzından lafını alırım. “Söz gümüş ise sükut altındır” sözü gereğince altını severim ama bahtıma hep gümüş çıkar. Bu açıdan kanaatkar sayılırım. Çoğu zaman ağzımdan çıkanı kulağım duymaz.

*Yerli yersiz her şeye karışırım. Bu yüzden ağzımın payını veren eksik olmaz. Yerime oturur kalır, tozarırım. (Siz buna Konyalı tabirle doşşarmak deyin) Bir anda dut yemiş bülbüle dönerim ve kendim ettim, kendim buldum derim içimden.

*Yemek yerken bile konuşmayı ihmal etmem. Bu da bazen nahoş durumlara yol açabiliyor. Çünkü yol kazasına uğrayabiliyor.

*Sır saklamam. Zira ağzımda bakla ıslanmaz. Verilen bir sırrı gider hemen bir başkasına aktarıveririm. Söylemezsem çatlar ölürüm sanki.
*Her konuda fikrimi söylerim, sanki soran var gibi. Biraz da başkası fikrini söylesin, demem. Sanırsın ki allameyi cihanım. Halbuki bildiğim bir şey yok. Sadece bildiğini sanan bir zavallıyım.

*Yemek yerken sanki bal-börek yiyor gibi ağzımı şapırdatırım. Başkası rahatsız olurmuş, hiç umurumda olmaz. Önemli olan kendi rahatım. Zira rahatsız olan çekip gitsin. Onları yanımda tutan mı var sanki?

*Zandan kaçınmam. Başlarım hemen bana göre demeye. Sanki dünyanın merkeziyim.

*Ölmüş kardeşimin etini yemeyi pek severim. Üzerine, şu anda gıybet yapıyorum ama diyorum bir de.

*Öyle bir aciz ağzım var ki birinin ağzına bir parmak bal bile çalamaz.

*Hak eden bazılarının ağzına tükürmeyi çok istedim ama bugüne kadar gerçekleştiremedim. Zira beceriksizim.

*Konuşurken konuşmama aşık olmama rağmen bugüne kadar kimseyi ağzıma baktıramadım, kimsenin de ağzına bakakalmadım.

*Kendimce mizah yapmaya çalışırım. Onu da ağzıma yüzüme bulaştırırım.

*İçimden geçeni karşı taraf üzülür, içimde tutayım demez. Ağzım geldiği gibi çıkarır. Bazı zaman lafım karşı tarafa ok gibi saplanır. Zira dilimin kemiği olmadığı gibi ağzımın da perhizi yok.

*Kendi ağız kokum kendime yettiği için ağzım ayrıca başkasının ağzının kokusunu çekmeye gerek duymaz.

*Ağzımı kapatıp susmamın konuşmamdan daha beter olduğu söylenir. Bilenler, sen ne olursun, konuş. Zira susman hiç çekilmiyor, der.

*Müthiş önyargılıyım. Bazıları ağzıyla kuş tutsa Allah bir dediğinden başkasına inanmam. Bunu da içten söylemedi diye niyetini okurum.

*Dobra gibi görünsem de bazı zamanlarda lafı ağzımda geveler dururum.

*Kendimi akıllı belki de dünyanın en akıllı insanlarından biri olarak görmeme rağmen birileri gelir, beni kandırır. Zira ağzımdan girer, burnumdan çıkar.

*Öfkelendiğim zaman ağzımı açar, gözümü yumarım. Allah ne verdiyse, kelime dağarcığım ne kadarsa boşaltırım. Arkasından söylediklerimden dolayı pişmanlık duyarım. Halbuki laf ok gibidir. Çıktı mı girer mi?

*Bazı zamanlarda ağzımı bozduğum olur.

*Şeytan ve nefsim bana bazen fısıldar ve şeytan diyor ki derim. Sağ olsun dostlarım, ağzını hayra aç, der.

Gördüğünüz gibi burnumdan sonra ağzım da sorun. Ağzımın bu sorunları da saymakla bitmez. Ne edersiniz ki benden bir parça. Ben onunla, o benimle birlikte yaşamaya mahkumuz. Ağzım bu kadar kötü ama haksızlık yapmayayım. Ne kadar kötü olursa olsun bugüne kadar bazılarımızın yaptığı gibi bir başkasının ağzına pislemeye kalkmadı. Ne zaman “Senin ağzına s…” diyen biri olsa, şunun pisleyeceği yere bak. Acaba bunu nasıl becerecek? Bu da ayrı bir zevk olsa derim. Şükür ki sizin ağzınız, benim ağzım gibi değil…

*12/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

10 Haziran 2020 Çarşamba

Bu Kadar Rahatlık Fazla Değil mi? *

Gece 11 suları. Yürüyorum yine. Erimemekte inat eden bu göbek yerinde durduğu müddetçe de yürümeye devam edeceğim ve gördüklerimi sizinle paylaşacağım. 

Meram Yeni Yola çıkayım diye Fatih Caddesinden Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesine doğru giden Ortaırmak Sokağına saptım. Sokak demişsem de cadde gibi işlek bir sokak burası. Çoğu, hastaneye gitmek için bu yolu kullanır.

Hava serin. Hafif bir rüzgar ediyor. Çoğunluk ya parklara akın etmiş ya da evlerine çekilmiş olmalı. Anlayacağınız yürümeme müsait bir ortam var. Daracık kaldırımlar da benim, yollar da.

Mehmet Beğen Ortaokulunun önüne vardığımda bu sessiz ortamı, hastane tarafından hızla  gelmekte olan iki mobilet bozdu. Bir taksinin sağ ve solundaki farlar mesafesinde yan yana yarış yaparcasına giden iki mobilet. Bana kadar gelen ses sadece mobilet sesi değil. Mobilet üstündekiler on parmağında on marifet misali şarkı da söylüyorlar. Koro halinde söyledikleri şarkı, mobiletlerin seslerini de bastırıyor. Bir an için ilahi mi söylüyorlar diye düşündüm. Değil. Düpedüz şarkı. Yanımdan geçip giderlerken kaç kişiler diye saydım. Her birinde üçer kişi olmak üzere toplam altı kişiler. Seslerini tüm mahalle duyacak şekilde şarkılarını söylemeye devam ederek yanımdan geçip gittiler. Bu arada bana ve kaldırım üzerinde duran iki gence de bakmayı ihmal etmediler. Onlar, efkârlı efkârlı söylemeye devam ederlerken biz de arkalarından ne oluyor, bunlar da kim diye baka kaldık. 

Görünüşe bakılırsa mobilet üzerinde gezinirken sesli şarkı söylemeye alışkınlar. Demek ki bu işi sürekli yapıyorlar. O kadar tecrübeliler ki bizi gördükleri halde seslerini kısmadıklarına göre utanmayı da atmışlar artık. Mahalleli, rahatsız olurmuş öyle bir dertleri zaten görünmüyor. Niyetleri sanat olunca ortam, rahatsızlık verme ve utanma düşünülmez artık. Hızla geçip gittikleri için icra ettikleri sanattan yeterince faydalanamadım. Çünkü dolaşıyorlar. Biraz da başka mahalle, cadde ve sokak sakinleri faydalansın niyetindeler.

Hangi şarkıyı söylediklerini sormayın bana. Zira şarkı kültürüm yok. Ki olsa da bilemezdim. Çünkü başka bir dilden söylüyorlardı.

Mobiletteki gençlerin kimler olabileceğini teyit amaçlı kaldırımdakilere bunlar, şuralı mı dedim. "Evet, başka kim olabilir" dediler. Yani yabancı uyruklu gördüklerim. Hangi uyruk demeyin. Söylemeyeceğim. Adım yabancı düşmanlığına çıkar. Bazılarımız da uyruklarından hareketle o millete toptancı davranır ve topa tutar. Bunlar hep böyle zaten, der en hafifinden.

Gecenin bir vaktinde şahit olduğum bu vakayı garipsedim. Hatta kaldırımdaki gençlere de “Adamlardaki rahatlığa bakın. Siz böyle yapabilir misiniz, dedim. "Yapamayız abi" dediler. Ne biçim gençsiniz? Görün de örnek alın, dedim ve geçip gittim.

Bu ülkenin yerlisiyim. 56. yılımı devirdim bu ülkede. Buna rağmen  yabancı uyruklu  bu gençler gibi bu ülkenin caddesinde, sokağında, çarşı, pazar ve mahalle aralarında sesimi salarak ne bağırdım ne de şarkı söyledim. Zira edebim müsaade etmez. Tamam, bu ülkeyi evleri bilsinler. Rahat davransınlar. Ama bu kadar rahatlık fazla değil mi? Pes doğrusu!

*13/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.