Ana içeriğe atla

Sorun Ağzım ve Burnumda (2) *

Geçen yazımda virüsün ağız ve burun yoluyla bulaşmasından dolayı sorunun ağız ve burnumuzdan kaynaklandığını, bu yüzden maske ile kapattığımıza işaret ederek burnumla ilgili sorunlara değinmiş, ağzıma sıra gelmemişti. Çünkü problem olma yönünden ağzım da burnumu aratmaz. Zaten biri üstte diğeri altta olmak üzere ikisi muhteşem ikili. Zaman zaman paslaşırlar. Bu yazımda da ağzımın problem olduğunu ele almaya çalışacağım:
*İster boşboğaz, ister çenesiz deyin. Gevezelikte üstüme yoktur. Sessizliği pek değil, hiç sevmem. Olur-olmaz konuşurum. Hatta bazen başkasının ağzından lafını alırım. “Söz gümüş ise sükut altındır” sözü gereğince altını severim ama bahtıma hep gümüş çıkar. Bu açıdan kanaatkar sayılırım. Çoğu zaman ağzımdan çıkanı kulağım duymaz.
*Yerli yersiz her şeye karışırım. Bu yüzden ağzımın payını veren eksik olmaz. Yerime oturur kalır, tozarırım. (Siz buna Konyalı tabirle doşşarmak deyin) Bir anda dut yemiş bülbüle dönerim ve kendim ettim, kendim buldum derim içimden.
*Yemek yerken bile konuşmayı ihmal etmem. Bu da bazen nahoş durumlara yol açabiliyor. Çünkü yol kazasına uğrayabiliyor.
*Sır saklamam. Zira ağzımda bakla ıslanmaz. Verilen bir sırrı gider hemen bir başkasına aktarıveririm. Söylemezsem çatlar ölürüm sanki.
*Her konuda fikrimi söylerim, sanki soran var gibi. Biraz da başkası fikrini söylesin, demem. Sanırsın ki allameyi cihanım. Halbuki bildiğim bir şey yok. Sadece bildiğini sanan bir zavallıyım.
*Yemek yerken sanki bal-börek yiyor gibi ağzımı şapırdatırım. Başkası rahatsız olurmuş, hiç umurumda olmaz. Önemli olan kendi rahatım. Zira rahatsız olan çekip gitsin. Onları yanımda tutan mı var sanki?
*Zandan kaçınmam. Başlarım hemen bana göre demeye. Sanki dünyanın merkeziyim.
*Ölmüş kardeşimin etini yemeyi pek severim. Üzerine, şu anda gıybet yapıyorum ama diyorum bir de.
*Öyle bir aciz ağzım var ki birinin ağzına bir parmak bal bile çalamaz.
*Hak eden bazılarının ağzına tükürmeyi çok istedim ama bugüne kadar gerçekleştiremedim. Zira beceriksizim.
*Konuşurken konuşmama aşık olmama rağmen bugüne kadar kimseyi ağzıma baktıramadım, kimsenin de ağzına bakakalmadım.
*Kendimce mizah yapmaya çalışırım. Onu da ağzıma yüzüme bulaştırırım.
*İçimden geçeni karşı taraf üzülür, içimde tutayım demez. Ağzım geldiği gibi çıkarır. Bazı zaman lafım karşı tarafa ok gibi saplanır. Zira dilimin kemiği olmadığı gibi ağzımın da perhizi yok.
*Kendi ağız kokum kendime yettiği için ağzım ayrıca başkasının ağzının kokusunu çekmeye gerek duymaz.
*Ağzımı kapatıp susmamın konuşmamdan daha beter olduğu söylenir. Bilenler, sen ne olursun, konuş. Zira susman hiç çekilmiyor, der.
*Müthiş önyargılıyım. Bazıları ağzıyla kuş tutsa Allah bir dediğinden başkasına inanmam. Bunu da içten söylemedi diye niyetini okurum.
*Dobra gibi görünsem de bazı zamanlarda lafı ağzımda geveler dururum.
*Kendimi akıllı belki de dünyanın en akıllı insanlarından biri olarak görmeme rağmen birileri gelir, beni kandırır. Zira ağzımdan girer, burnumdan çıkar.
*Öfkelendiğim zaman ağzımı açar, gözümü yumarım. Allah ne verdiyse, kelime dağarcığım ne kadarsa boşaltırım. Arkasından söylediklerimden dolayı pişmanlık duyarım. Halbuki laf ok gibidir. Çıktı mı girer mi?
*Bazı zamanlarda ağzımı bozduğum olur.
*Şeytan ve nefsim bana bazen fısıldar ve şeytan diyor ki derim. Sağ olsun dostlarım, ağzını hayra aç, der.
Gördüğünüz gibi burnumdan sonra ağzım da sorun. Ağzımın bu sorunları da saymakla bitmez. Ne edersiniz ki benden bir parça. Ben onunla, o benimle birlikte yaşamaya mahkumuz. Ağzım bu kadar kötü ama haksızlık yapmayayım. Ne kadar kötü olursa olsun bugüne kadar bazılarımızın yaptığı gibi bir başkasının ağzına pislemeye kalkmadı. Ne zaman “Senin ağzına s…” diyen biri olsa, şunun pisleyeceği yere bak. Acaba bunu nasıl becerecek? Bu da ayrı bir zevk olsa derim. Şükür ki sizin ağzınız, benim ağzım gibi değil…

*12/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde