Ana içeriğe atla

Sözümüz Meclisten İçeri Olsun! **

Vaaz verilirken hutbe okunurken bir panel veya konferansta konuşulurken ya da iki veya daha fazla kişi konuşurken konu ne üzerine olursa olsun, eğer bir tenkit yapılıyor, herhangi bir hareket eleştiriliyor ise konuşmacıların ortak özelliği, "Sözüm meclisten dışarı" demeleridir. Bu sözü söylemeyen de sözü hep dışarıda olanlara söyler. Hiç içeridekilere yani yanındaki ve karşısındaki hâzirûna bir şey söylemezler. (Öyleyse de bir şey denmiyor.) Çünkü bize göre birlikte olduklarımız tıpkı bizim gibi sütten çıkmış birer ak kaşık. Ne kadar kötülük varsa yanımızda olmayanlara ait. Herkes, içeridekiler yani bizim gibi olsa dünya güllük gülistanlık olur.

Sözü üzerimize almaz tavrımızı Kur'an-ı Kerim okurken de yapıyoruz: Şu ayet Yahudiler, bu ayet münafıklar, o ayet kafir ve müşrikler hakkında inmiştir. Bunlar yaşantı ve inanç yönünden çok kötü bir hayat sürüyorlar. Allah bu ayetlerle bu kötü kimseleri eleştiriyor. Bunlar cehennemliktir, diyerek kendimizi bir güzel temize çıkarıyor ve üzerimize toz kondurmuyoruz. Geriye; bize hitap eden, bizi eleştiri konusu yapan Kur’an’dan fazla ayet kalmıyor. Bize kala kala “kebap” diyebileceğimiz cennet ayetleri kalıyor. Kendimizi de cennete bir güzel koyuyoruz. Öyle ya, cennete girmeye bizden daha layık kim olabilir?

Her sözün bir maksadı ve vermek istediği mesajı olduğu gibi kimin hakkında inerse insin, ayetlerin de bize vermek istediği mesajları vardır. Aynı şekilde Kur’an, geçmiş kavimlerin kıssalarını anlatırken de kıssadan hisse alınmasını ister. Allah, “Onlar şöyle şöyle inandı, böyle böyle yaptı, şu kadar sınırı aştılar, kötülükte ileri gittiler. Bu yapıp ettiklerinden dolayı başlarına şunlar şunlar geldi. Şayet sizler de aynı yolun yolcusu olursanız, sünnetullah gereği aynı akıbete duçar olacaksınız” mesajı veriyor. Bizler kafir, müşrik gibi inanmıyor, münafık gibi bir yaşantı içerisinde olmuyor olabiliriz. Ama benzerlerini yapıyor olabiliriz. O yüzden kimin hakkında inerse insin, ayetlerden mutlaka mesaj alma yoluna gitmek zorundayız. Bunun için ben, bunların ve bu özelliklerin neresindeyim özeleştirisi yapmak ve bir güzel düşünmek gerekiyor.

Konuşmalardaki sözüm meclisten dışarı şeklindeki üslup ile “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kastedildiği açık olmasına rağmen gelin görün ki gelin olmaya ve sözü üzerimize almaya pek niyetimiz yok. Bu yüzden yapılan onca konuşma ve verilen mesajlar, üzerine alacak kimseyi bulamadığı için havada kalıyor. Halbuki bu yol, bu işi kırmadan, dökmeden dolambaçlı yollarla anlatma yoludur ve güzel bir yoldur.

Aynı aymaz (laftan, sözden anlamaz ve üzerimize almaz) halimizi, Kur’an’dan okunan ayetlerde de göstermeye devam ettiğimize göre bundan sonra vaizlere, hatiplere, yazar ve çizerlere düşen, “söz anlayana söylenir” sözünde olduğu gibi sözü, meclis dışındakilere değil, meclis içindekilere anlayacakları dilden söylemeleridir. Ne zaman, nerede, nasıl ve ne şekil konuşurlarsa konuşsunlar konuşmalarının başında, arasında veya sonunda “Sözümüz meclisten içeri” demelidirler. Çünkü başka türlü bizim üzerimize alacağımız yok. Tabi, bu işi yaparlarken kırmadan, dökmeden, işi şahsileştirmeden güzel bir üslup ile yapmalıdırlar.

**13/06/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde