Vaaz
verilirken hutbe okunurken bir panel veya konferansta konuşulurken ya da iki
veya daha fazla kişi konuşurken konu ne üzerine olursa olsun, eğer bir tenkit
yapılıyor, herhangi bir hareket eleştiriliyor ise konuşmacıların ortak özelliği,
"Sözüm meclisten dışarı" demeleridir. Bu sözü söylemeyen de sözü hep
dışarıda olanlara söyler. Hiç içeridekilere yani yanındaki ve karşısındaki hâzirûna
bir şey söylemezler. (Öyleyse de bir şey denmiyor.) Çünkü bize göre birlikte
olduklarımız tıpkı bizim gibi sütten çıkmış birer ak kaşık. Ne kadar kötülük
varsa yanımızda olmayanlara ait. Herkes, içeridekiler yani bizim gibi olsa
dünya güllük gülistanlık olur.
Sözü
üzerimize almaz tavrımızı Kur'an-ı Kerim okurken de yapıyoruz: Şu ayet
Yahudiler, bu ayet münafıklar, o ayet kafir ve müşrikler hakkında inmiştir. Bunlar
yaşantı ve inanç yönünden çok kötü bir hayat sürüyorlar. Allah bu ayetlerle bu
kötü kimseleri eleştiriyor. Bunlar cehennemliktir, diyerek kendimizi bir güzel
temize çıkarıyor ve üzerimize toz kondurmuyoruz. Geriye; bize hitap eden, bizi
eleştiri konusu yapan Kur’an’dan fazla ayet kalmıyor. Bize kala kala “kebap”
diyebileceğimiz cennet ayetleri kalıyor. Kendimizi de cennete bir güzel koyuyoruz.
Öyle ya, cennete girmeye bizden daha layık kim olabilir?
Her
sözün bir maksadı ve vermek istediği mesajı olduğu gibi kimin hakkında inerse
insin, ayetlerin de bize vermek istediği mesajları vardır. Aynı şekilde Kur’an,
geçmiş kavimlerin kıssalarını anlatırken de kıssadan hisse alınmasını ister. Allah,
“Onlar şöyle şöyle inandı, böyle böyle yaptı, şu kadar sınırı aştılar,
kötülükte ileri gittiler. Bu yapıp ettiklerinden dolayı başlarına şunlar şunlar
geldi. Şayet sizler de aynı yolun yolcusu olursanız, sünnetullah gereği aynı
akıbete duçar olacaksınız” mesajı veriyor. Bizler kafir, müşrik gibi inanmıyor,
münafık gibi bir yaşantı içerisinde olmuyor olabiliriz. Ama benzerlerini
yapıyor olabiliriz. O yüzden kimin hakkında inerse insin, ayetlerden mutlaka
mesaj alma yoluna gitmek zorundayız. Bunun için ben, bunların ve bu özelliklerin
neresindeyim özeleştirisi yapmak ve bir güzel düşünmek gerekiyor.
Konuşmalardaki
sözüm meclisten dışarı şeklindeki üslup ile “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen
anla” kastedildiği açık olmasına rağmen gelin görün ki gelin olmaya ve sözü
üzerimize almaya pek niyetimiz yok. Bu yüzden yapılan onca konuşma ve verilen
mesajlar, üzerine alacak kimseyi bulamadığı için havada kalıyor. Halbuki bu
yol, bu işi kırmadan, dökmeden dolambaçlı yollarla anlatma yoludur ve güzel bir
yoldur.
Aynı
aymaz (laftan, sözden anlamaz ve üzerimize almaz) halimizi, Kur’an’dan okunan
ayetlerde de göstermeye devam ettiğimize göre bundan sonra vaizlere, hatiplere,
yazar ve çizerlere düşen, “söz anlayana söylenir” sözünde olduğu gibi sözü,
meclis dışındakilere değil, meclis içindekilere anlayacakları dilden söylemeleridir.
Ne zaman, nerede, nasıl ve ne şekil konuşurlarsa konuşsunlar konuşmalarının
başında, arasında veya sonunda “Sözümüz meclisten içeri” demelidirler. Çünkü
başka türlü bizim üzerimize alacağımız yok. Tabi, bu işi yaparlarken kırmadan,
dökmeden, işi şahsileştirmeden güzel bir üslup ile yapmalıdırlar.
**13/06/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder