Ana içeriğe atla

Tepeden Bakmanın Zevki Bir Başkaymış! *

Bir kesere sap olmak, ardından yüksek bir makama gelmek özlemini duydum içimde hep. Çoğu zaman da içimde durdurmadım, cümle aleme ilan ettim bu özlemimi. Olmayacak, durumuma razı olayım, olduğum olacağım bu, dediğim anda, ne zaman ki ilgi alanıma girsin veya girmesin bir koltuk boşalsa, teklif beklercesine içimdeki bu özlem yeniden depreşir.

Ben bu haleti ruhiye içerisinde ömrümü tamamlamayı beklerken Adana’daki 5.katta oturmamın haricinde hiç yüksek katta oturmadım. Hep zemin katlarda oturdum. Hala da öyleyim. Evin yükseği de ev, alçağı da ev. Ne fark eder, sonra yüksek kat ile yüksek makam ne alaka demeyin. Yüksek katlı bir evin balkonuna çıkıp etrafı kuşbakışı temaşa etmenin zevki bir başka. Ayrıca yüksek bir katta bulunmak benim için yüksek bir makamda oturmak gibi bir şey.  Çünkü bu hayatta tek muradım, hep yükseklerde olmaktır. Böylece yükseklerden bakarak makam özlemimi bir nebze de olsa gideriyorum. Bu arada yükseklik korkum falan yok. Asansör arızaya geçtiği zaman gerekirse yürüyerek çıkarım. Bu bedeli ödemeye razıyım. Yeter ki hep yükseklerde olayım.

Kendim, zemin katlardan kurtulup yüksek katlarda oturamasam da eş, dostun ve misafirliğe gittiğim kimselerin balkonuna bir vesile çıkıyor, oh be diyorum. Bugün yine öyle bir gündü. Üstelik ev sahibi de yoktu evinde. Tatile giderlerken evimize bakarak olun diye evinin anahtarını bize teslim eden bir yakınımın evine, bir kahve içimi kadar girmek durumunda kaldım. Eve girilir de balkona çıkılmaz mı? Benim için hobi gibi bir şey. Üstelik 10.katta oturuyorlar.

Onuncu katın balkonundan Konya’ya şöyle bir temaşa ettim. Zira Konya ayağımın altındaydı. Uçsuz bucaksız şehri sağdan sola, soldan sağa, yakından uzağa doğru bir güzel süzdüm. O koca koca binalar bana küçücük geldi. Bir ara acaba bu gördüklerim benim olabilir mi diye bir de alıcı gözle baktım. Alamam. Zira alacak gücüm yok. O zaman ne diye satın almaya kalkıyorsun, demeyin. Hayallerime de ket vuramam ya. Daha içimden neler geçiyor neler... Bir vadi dolusu altınım olsa ikinciyi bile isterim. 

Balkon sefam devam ediyor. Ardından bir de aşağıdan gelip geçenlere nazar ettim. Karınca misali küçücükler. Bense yukarıda dağları ben yarattım dercesine büyükçe duruyorum ve onlara tepeden bakıyorum. Şimdi anladım insanlara tepeden bakmanın bazı makam sahiplerine nasıl bir zevk verdiğini. Bu, ayrı bir duygu olsa gerek. Bir de böylelerine amma da kibirliler diye kızardım. Adamlar boşuna kibirlenmiyorlarmış demek ki... Onları tepeden bakmaya iten ya da onları kibirli yapan, oturdukları yüksek koltuklarmış meğer. Benim de bir koltuğum olsaydı aynı duruma ben de düşecektim belki. 

Ben böyle düşünceler içerisinde iken ayrılık vakti gelip çattı. Zira yolcu yolunda gerek. Zaten durduğum balkon da ev gibi emanet. İstemeye istemeye koltuktan pardon balkondan ayrıldım. Asansöre geçtim. Düğmeye bir bastım. Az sonra yukarıdan/tepeden karınca gibi gördüğüm insanlar arasına iniverdim. Balkon sefam böylece birden sona eriverdi. Az önce herkese, her yere zirveden bakıyordum halbuki. Şimdi zirvenin dibindeyim. Hemencecik böyle düşeceğimi hiç hesaba katmamıştım. Ne idim ne oldum. Ne olduğumu değil, ne olacağımı hesaba katmam gerekiyormuş. Hasılı düşmek zormuş zor! Düşmez kalkmaz bir Allah. Zira o hep zirvede. Gerçek makam sahibi de o. 

Siz siz olun, benim gibi yükseğe çıktım diye kibirlenmeyin. Zira aynı akıbete duçar olursunuz.

*19/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde