25 Mayıs 2020 Pazartesi

Fiili Dua mı yoksa Minare Duası mı? ***

Bu yıl din alanında ihtisas yapmış ve bir ağırlığı olan bazı din bilginleri, zaman zaman yaptıkları konuşmalarında fiili duaya dikkat çektiler. Son yıllarda din alanında duyduğum en güzel sözlerden biridir bu fiili dua sözü. Koronavirüs sürecinde işini kaybedenler için yardım kampanyalarının düzenlenmesi, ihtiyaç sahiplerine yardımların yapılması, oluşturulan Vefa Grubu (Diyanet ve MEB personeli, muhtarlar, askerler ve polis vb) vasıtasıyla, yaşı ve risk durumu nedeniyle evinden çıkamayanların ihtiyaçlarının evlerine kadar götürülmesi, maske dağıtılması gibi karşılıksız yapılan nice eylemler fili duaya örnek olarak verilebilir.

Dua, kulun darda kaldığı zaman değil, aynı zamanda şükreden bir kul olmasının bir gereği olarak yapılan, dinde önemli bir yere sahip olan bir ibadet şeklidir. Aynı zamanda dua, kulun acizliğini itiraf etmesidir. Tabir yerinde ise bir -dilekçe ile ellerini açarak- Yaradan’a müracaatıdır. Duanın kabul şartları, yeri ve zamanı önemli olmakla birlikte bir konuda sebebi işlenmeden veya elinde yapabileceği imkânlar olduğu halde bunları tamamen kullanmadan el açmak suretiyle Allah'a emirler yağdırırcasına yapılan dualar, bana sonucu değiştirmeyen kuru dualar gibi gelmektedir. Diyanet öncülüğünde minarelerde yatsı ezanından sonra okunan dualar, fiili olmayan duaya verebileceğim en güzel örnektir. Ben bu tür duaya minare duası diyeceğim izniniz olursa.

Minarelerden edilen bu dualar, ardından getirilen salavat; milletin maneviyatını yükseltmek, hastalara moral vermek, sağlık çalışanlarına manevi destek olmak anlamında birkaç günlüğüne sembolik olarak yapılsa veya haftada bir cuma vaktinde tekrarlansa olabilir diyeceğim. 23 Martta okunmaya başlanan minare duasının üzerinden iki ay geçtiği halde hala dua edilmeye devam ettiğine göre sanırım virüsle yaşamaya devam ettiğimiz sürece okunmaya devam edecek görünüyor.  Bu minare duasının öyle beklendiği gibi halk nezdinde de bir karşılığının olduğu söylenemez. Üstelik okunan dualarda ne söylendiğini anlamak da ayrı bir mesele.

Kültürümüzde, örfümüzde ve dinimizde alışık olmadığımız minareden edilen bu şekil dua, Diyanetin eski köye getirdiği bir adet. Tadında ve kıvamında bırakılmadığına göre ileride herhangi bir afette, minarelerden yine dua yapılması istenecek veya böyle bir beklenti içerisine girilecek. Bu da bizi bidate götürür. Çünkü bu durum alışkanlık haline gelecek demektir. Dinimizin içine girdirilmiş haddinden fazla bidat varken Diyanetin kendi eliyle böyle bir bidate kapı aralaması kanaatimce uygun değildir.

Bu durumda Diyanet, “Tüm dünyayı ve ülkemizi etkisi altına alan ve insanlığı aciz bırakan koronavirüs tehlikesine karşı Teşkilatımız da diğer kurum ve kuruluşlar gibi üzerine düşen kamu görevini yerine getirmiş, çoğu personelimiz Vefa Gruplarında aktif rol üstlenmiş ve devletin verdiği diğer görevleri yapmış, hala da yapmaya devam etmektedir. 23 Marttan itibaren hastalarımıza ve sağlık çalışanlarına moral-destek vermek amacıyla minarelerden personelimiz tarafından okunan dualar amacına ulaştığından dolayı şu tarihten itibaren minarelerden dua yapılmayacaktır. Zaten aslı olan fiili duadır. Halkımız bir taraftan salgın riskine karşı tüm tedbirlere uyarken diğer taraftan da kendi kendine duasını yapabilir.” açıklaması yaparak minare duasına bir son vermelidir.

***28/05/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



24 Mayıs 2020 Pazar

Ramazanın Bitmesine Sevinilmez mi?

Üniversiteyi Kayseri’de okuduğum yıllarda bir dersin -Tefsir Usulü- vizesinden öğrencilerin büyük bir çoğunluğu düşük puan almıştı. Puanı düşük gelen o öğrencilerden biri de ben idim. Çalışmamış mı idim? Ne münasebet! İsmail Cerrahoğlu’nun Tefsir Usulü isimli kitabını o kadar okumuştum ki neredeyse sular seller gibi ezberlemiştim. Kitapta bakmadığım yani es geçtiğim tek yer, eser isimleri ve eserlerin müelliflerinin kim olduğu idi. Bir de kitabın dipnotlarına bakmadım. Ders Hocamız Celal Kırca, haftada iki saat olan bu dersin vizesinde bize 60 puanlık eser ve eser müelliflerinin isimlerini sormuştu. Haliyle öğrenciler dökülmüştü. Benim puanım da 14 ya da 16 idi. İkinci vize sonucu da bu şekil geldiği takdirde finale girememe durumu söz konusuydu. Bundandır ki notu düşük olanları bir düşüncedir almıştı.

Sınav sonuçlarının okul panosunda açıklanmasının ardından Hocamız derse geldiği zaman parmak kaldırıp söz aldım: Hocam, vize sınavında sorduğunuz sorular üzerine bir değerlendirmede bulunabilir miyim, dedim. Elbette dedi, sağ olsun. Kendisine, biz haftada iki saat olan bu dersi görmekle tefsiri tüm ana hatlarıyla öğrenmeyeceğiz. Sadece Tefsir Usulü hakkında genel bilgi edinmiş oluruz, öyle değil mi, dedim. Evet dedi. Tefsir Usulü konusunda bilgilenmek amacıyla sizi Ankara’da bir konferansa davet etseler, siz oradaki hâzirûna; tefsir ile ilgili yazılmış şu eser şuna ait, falan müfessirin kitabının adı şudur diye konferans boyunca eser ve müellif ismine mi yer verirsiniz yoksa tefsir hakkında genel bilgi mi verirsiniz, dedim. Kendisine bir eleştiri getireceğimi anlayan hocamız, duruma göre değişir, dedi.  Yine de içimdekini söylemeden edemedim: Hocam, sınavınızda değişik sorular görmek isterdim. Siz ağırlıklı olarak maalesef eser-müellif ismine yer verdiniz. Sizin bu yaptığınıza Müslüman’ın Müslüman’a zulmü diyebilir miyiz, dedim. “Nasıl düşünürseniz” dedi ve derse geçtik.

Sınav sonucu kötü gelenlerden biri gülerek yanıma geldi. Bana, “Hemşerim, sınav sonucu kötü geldiği için herkes üzülüyor, ben ise üzülmediğim gibi seviniyorum” dedi. Cevap vermedim. Sessiz kaldığımı görünce “Bir şey demedin” dedi. Kendisine hemşerim, sınav puanı kötü geldiği zaman normal olanı üzülmektir. Bu durumda olanlar da normal olanı yapmışlardır, dedim. Benden kendisine destek çıkmayınca “O zaman anormal olan benim galiba” dedi. Nazım da geçtiği için ha şunu bileydin, dedim; gülüştük.

Sadede gelmeden bir anımı anlatayım dedim. Gördüğünüz gibi anım yarım sayfayı kapladı. Şimdi gelelim sadede. Sosyal medyadan izlediğim bazıları “Ramazanın gitmesine üzülüyorum, keşke hiç gitmese” diye paylaşım yapıyor. Yine gündelik hayatta bazıları “Ramazan birden bitti. Keşke daha da tutsak” diye temennilerini dile getirirler. Bu tür paylaşım ve temennide bulunanlara saygı duymakla beraber garipsediğimi dile getirmeliyim burada. Ramazanın bitmesine üzülmek yerine sevinilmelidir. Çünkü imsak vaktinden, iftara kadar ibadet niyetiyle yemeden ve içmeden durmaya, oruç ibadeti adı versek de bu yaptığımız eylem, nihayetinde bir imtihandır. Başta oruç olmak üzere tutulan ve yerine getirilen tüm ibadetlerin sona ermesi bizi sevindirmelidir. Şükürler olsun üzerime farz olan ramazan ibadetini kazasız-belasız atlattım, sınavı geçtim ve bir bayramı hak ettim düşüncesi bana daha sağlıklı ve normal olan gibi geliyor. Orucun bitmesine üzülmeleri gerekenler ise bu ibadeti yerine getirmeyen ve bu imtihanda başarı gösteremeyenler olmalıdır. Tıpkı eğitim ve öğretimin herhangi bir safhasında girdiğimiz sınavlarda başarılı olduğumuzda sevindiğimiz, başarısız olduğumuzda üzüldüğümüz gibi.

Ne dersiniz yoksa siz de mi garip buldunuz bu düşüncemi?

Allah hem oruç sınavında hem diğer ibadetlerin sınavlarında hem de hayata dair her türlü sınavda ikmale kalanlardan değil, başarılı olanlardan eylesin. Bayramınız mübarek olsun…

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Şimdi “Nerede O Eski Bayramlar” Demenin Tam Zamanı! **


Önceki ramazanlar gibi bir ramazan iklimini yaşayamasak da, cemaatle namazı camilerde eda edemesek de, teravihe gidemesek de, cumaları kılamasak da, camilerde mukabele okuyup dinleyemesek de, her bölgede az sayıda insanımız, ramazanın son on gününü camide geçirip itikafa giremese de, iftar daveti veremeyip iftara gidemesek de çoğunluk evinde, bir kısmımız ise işinde iken üzerimize farz olan ramazan orucumuzu tuttuk, aynı zamanda anlamak ve hayatımıza tatbik etmek için Yüce Kitabımız Kur’an’ı Kerim’imizi okuduk ve ödül olarak bir bayramı hak ettik.

Hak ettiğimiz bu bayram maalesef önceki bayramlar gibi olmayacak. Çünkü eski bayramlarda olduğu gibi birbirimize ziyaretleşme yapamayacağız, büyüklerin ellerini öpüp gönüllerini alamayacağız. Evlerimiz şenlenmeyecek, başkasının evlerini de şenlendiremeyeceğiz. El yapımı ikramlarımızı eşimize, dostumuza ikram edemeyeceğiz. Tıpkı oruç gibi bayramımız da sessiz, sedasız ve buruk geçecek eğer buna bayram denirse. Çünkü salgın riskini en aza indirmek amacıyla bayramı evlerimizde bir başımıza geçireceğiz. İşte bu bayramı görünce “Nerede o eski bayramlar” demenin tam zamanı.

Bayramı evlerimizde bir başına geçirirken ne yapacağız? Böyle bayram olur mu diye karalar bağlayıp sızlanacak değiliz. “Bana bir şey olmaz” deyip gizli kaçak yollarla sokağa çıkma yasağını delerek konu komşuyu bayramlaşmaya gidecek halimiz de yok. Bu yaşadığımız/yaşayacağımız bayram, ayrıca dünyanın sonu değil. Zira beterin beteri var. Nasıl ki mart ayından beri birçok alanda B planını devreye koyup hayatımızı idame ettirmeye ve dünyayı eve sığdırmaya çalışmışsak bu bayramı da evlere sığdıracağız ve bayram B planını hayata geçireceğiz. Böyle bir ortamda en iyi bayram, bir türlü elimizden düşürmediğimiz el, pardon cep telefonlarını bol bol kullanmak olacaktır. Yakınlık ve uzaklığa göre tanıdıklarımızın kimini görüntülü, kimini telefonla arayıp bayramlarını kutlayacağız. Kimine kısa mesaj göndereceğiz, kimine whatsapptan mesaj yazacağız. Başkasından gelen mesajlara cevap vereceğiz. Sosyal medyayı kullanıyorsak yazdığımız bayram mesajını profilimizde paylaşacağız ya da başkasının paylaşmış olduğu mesajları kah beğenerek kah yorum yazarak kutlayacağız.  

Göndereceğimiz bayram mesajlarının eş, dost ve tanıdıklar nezdinde bir anlam ifade etmesini istiyorsak, yazdığımız mesajların kendi el emeği, göz nuru mesajlarımız olmasına dikkat etmemizde fayda var. Başkasının hazırlayıp servis ettiği resim formatındaki mesajlar veya başkasından gelen bu şekil mesajları başkasına iletmek bana kuru ve yavan gelmektedir. Bu tür mesajlar yasak savma babından mesajlardır. Bana göre kişiye özgü yazılan yazı formatındaki mesajlar daha bir anlam ifade eder. Yine de tercih tebrikleşenlere ait.

Bu vesileyle bir ay boyunca tuttuğumuz oruçlarımızın kabul edilmesini, okuduğumuz Kur’an’ın ufkumuzu açıp hayatımıza yön vermesini, oruç ve Kur’an ile hemhal olmak suretiyle yaşadığımız ramazan ikliminin diğer aylarda da devam etmesini, yerine getirdiğimiz ibadetlerin ahlakımıza yansımasını; idrak ettiğimiz bu olağanüstü bayramın size, ailenize, ülkemize, İslam dünyasına ve tüm insanlığa huzur getirmesini Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum. Bayramınız mübarek olsun…

**23/05/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.