Üniversiteyi
Kayseri’de okuduğum yıllarda bir dersin -Tefsir Usulü- vizesinden
öğrencilerin büyük bir çoğunluğu düşük puan almıştı. Puanı düşük gelen o
öğrencilerden biri de ben idim. Çalışmamış mı idim? Ne münasebet! İsmail
Cerrahoğlu’nun Tefsir Usulü isimli kitabını o kadar okumuştum ki neredeyse
sular seller gibi ezberlemiştim. Kitapta bakmadığım yani es geçtiğim tek yer,
eser isimleri ve eserlerin müelliflerinin kim olduğu idi. Bir de kitabın
dipnotlarına bakmadım. Ders Hocamız Celal Kırca, haftada iki saat olan bu
dersin vizesinde bize 60 puanlık eser ve eser müelliflerinin isimlerini
sormuştu. Haliyle öğrenciler dökülmüştü. Benim puanım da 14 ya da 16 idi.
İkinci vize sonucu da bu şekil geldiği takdirde finale girememe durumu söz
konusuydu. Bundandır ki notu düşük olanları bir düşüncedir almıştı.
Sınav sonuçlarının okul panosunda açıklanmasının ardından Hocamız derse
geldiği zaman parmak kaldırıp söz aldım: Hocam, vize sınavında sorduğunuz
sorular üzerine bir değerlendirmede bulunabilir miyim, dedim. Elbette dedi, sağ
olsun. Kendisine, biz haftada iki saat olan bu dersi görmekle tefsiri tüm ana
hatlarıyla öğrenmeyeceğiz. Sadece Tefsir Usulü hakkında genel bilgi edinmiş
oluruz, öyle değil mi, dedim. Evet dedi. Tefsir Usulü konusunda bilgilenmek
amacıyla sizi Ankara’da bir konferansa davet etseler, siz oradaki hâzirûna;
tefsir ile ilgili yazılmış şu eser şuna ait, falan müfessirin kitabının adı
şudur diye konferans boyunca eser ve müellif ismine mi yer verirsiniz yoksa
tefsir hakkında genel bilgi mi verirsiniz, dedim. Kendisine bir eleştiri
getireceğimi anlayan hocamız, duruma göre değişir, dedi. Yine de
içimdekini söylemeden edemedim: Hocam, sınavınızda değişik sorular görmek
isterdim. Siz ağırlıklı olarak maalesef eser-müellif ismine yer verdiniz. Sizin
bu yaptığınıza Müslüman’ın Müslüman’a zulmü diyebilir miyiz, dedim. “Nasıl
düşünürseniz” dedi ve derse geçtik.
Sınav sonucu kötü gelenlerden biri gülerek yanıma geldi. Bana, “Hemşerim,
sınav sonucu kötü geldiği için herkes üzülüyor, ben ise üzülmediğim gibi
seviniyorum” dedi. Cevap vermedim. Sessiz kaldığımı görünce “Bir şey demedin”
dedi. Kendisine hemşerim, sınav puanı kötü geldiği zaman normal olanı
üzülmektir. Bu durumda olanlar da normal olanı yapmışlardır, dedim. Benden
kendisine destek çıkmayınca “O zaman anormal olan benim galiba” dedi. Nazım da
geçtiği için ha şunu bileydin, dedim; gülüştük.
Sadede gelmeden bir
anımı anlatayım dedim. Gördüğünüz gibi anım yarım sayfayı kapladı. Şimdi
gelelim sadede. Sosyal medyadan izlediğim bazıları “Ramazanın gitmesine
üzülüyorum, keşke hiç gitmese” diye paylaşım yapıyor. Yine gündelik hayatta bazıları
“Ramazan birden bitti. Keşke daha da tutsak” diye temennilerini dile getirirler.
Bu tür paylaşım ve temennide bulunanlara saygı duymakla beraber garipsediğimi
dile getirmeliyim burada. Ramazanın bitmesine üzülmek yerine sevinilmelidir. Çünkü
imsak vaktinden, iftara kadar ibadet niyetiyle yemeden ve içmeden durmaya, oruç
ibadeti adı versek de bu yaptığımız eylem, nihayetinde bir imtihandır. Başta
oruç olmak üzere tutulan ve yerine getirilen tüm ibadetlerin sona ermesi bizi
sevindirmelidir. Şükürler olsun üzerime farz olan ramazan ibadetini kazasız-belasız
atlattım, sınavı geçtim ve bir bayramı hak ettim düşüncesi bana daha sağlıklı
ve normal olan gibi geliyor. Orucun bitmesine üzülmeleri gerekenler ise bu
ibadeti yerine getirmeyen ve bu imtihanda başarı gösteremeyenler olmalıdır.
Tıpkı eğitim ve öğretimin herhangi bir safhasında girdiğimiz sınavlarda
başarılı olduğumuzda sevindiğimiz, başarısız olduğumuzda üzüldüğümüz gibi.
Ne dersiniz yoksa siz
de mi garip buldunuz bu düşüncemi?
Allah hem oruç sınavında
hem diğer ibadetlerin sınavlarında hem de hayata dair her türlü sınavda ikmale
kalanlardan değil, başarılı olanlardan eylesin. Bayramınız mübarek olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder