15 Mart 2020 Pazar

Salgına Rağmen Umre

Küresel bir virüs salgınına rağmen salgına aldırmayıp umreye gidenler! Geri niye geldiniz? Kalaydınız orada. Kaçak göcek tavaf yapıp duraydınız. Siz orada oldukça gözümüz hiç arkada kalmadı. Ne aradık ne de sorduk.

Şimdi geldiniz. İçimiz dışımıza çıktı. Devlet seferber oldu. Sizi karantinaya aldı. Dışarıyla ve yakınlarınızla bir bağınız olmayacak. 14 gün boyunca hapis hayatı yaşayacaksınız. 

Ne olurdu, inat etmeyip bu olağanüstü durumda umre umre diye tutturmasaydınız olmaz mıydı? Umre ibadeti kadar salgının olduğu yere gitmemek ve salgın yerinden çıkmamak da bir ibadet. Ha ne olurdu, bir ibadeti yaparken diğer ibadeti yıkmasaydınız olmaz mıydı...

Bilin ki İslam'da zarar vermek de yoktur, zarar görmek de. Dini ritüelleri yerine getirmek kadar toplumsal bir din olan İslam'da, başkasına yük olmamak ve zarar vermemek de önemli bir yer tutar. 

Hele içinizde her yıl umreye gitmeyi rutin hale getirip gidip gelenler yok mu? Allah onları bildiği gibi yapsın. Biliniz ki sizin mutluluğunuz bizim mutsuzluğumuzdur. Bizi fazlasıyla huzursuz ettiniz. Bunu bilesiniz. Hoş sizin huzurunuzun yanında bizim huzurumuzun kaçmasının ne önemi var, değil mi? 

Bu arada bu son umrenizle umre sayınız kaç oldu? Benimki de merak işte...

Kara Kıştan Kışa, Kıştan Hazan Mevsimine ***

Küresel ısınma ile birlikte kara kış diye isimlendirdiğimiz eski kışlardan eser kalmadı. Kışla özdeşleşmiş karları görmez olduk artık. Kar, belli bölge, kenar ve yüksek yerlere yağıp geçip gidiyor. 

Kara kış önce yerini kışa, şimdi de hazan mevsimine bıraktı. Sonbaharı yaşadığımız kışları serin geçiriyoruz. 

Eskiden kış gelse de kar yağsa şu mikroplar bir kırılsa derdik. Eski kışlardan eser kalmayınca hazan mevsimini yaşadığımız kışlar, bırakın mikropları kırmayı, mikrop saçıyor, hem de küresel bir şekilde dünyayı tehdit ediyor. Her kış, dünyanın bir köşesinde bir virüs salgını baş gösteriyor. Yeter ki birine bulaşsın. Virüslü hasta kiminle temas etmişse hastalık ona geçiyor. Binlerce insan bu virüsten ölüyor. 

2019 kışında Çin'de baş gösteren, 2020 kışına devreden, gittikçe yayılan yeni korana virüs, dünyayı tümden tehdit eden küresel boyutta. Etkilenmeyen devlet ve millet yok gibi. Nice canlar virüse teslim olup ölüyor, devletlerin ekonomisinde tehlike çanları çalıyor. Dünya Sağlık örgütü bu Yeni virüse pandemi dedi. Pandemi: "Bir kıta, hatta tüm dünya yüzeyi gibi çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara” verilen genel addır. Gerçekten Afrika dışında virüsün girmediği ülke yok gibi.

Dünyayı kasıp kavuran bu virüs, dünyayı ne zaman terk eder, bilinmez. Zira söylenen kesin bir bilgi yok. Tek umut, sıcaklar artarsa etkisini kaybedeceği yönünde.

Birçok ülkeden nice ölümlere sebebiyet verse de bu virüs, bir gün etkisini kaybedecek. Dünyanın derdi bitecek mi? Yazın ardından güz, sonra kış tekrar gelecek. Bana göre kışlar, bundan sonra kâbusumuz olacak. Çünkü her kış yeni bir virüsle tanışacağız. 2020-2021 kışında ortaya çıkacak virüsü görünce koronavirüs daha iyiymiş diyeceğiz belki de. 

Anlatmak istediğim, etkisini her yıl daha fazla hissettirecek olan küresel ısınma, bundan sonra kış mevsimlerinde yüzümüzü güldürmeyecek. Küresel ısınmayı da dünyanın başına bela eden yine bizleriz, yapıp ettiklerimizdir. Çünkü bize emanet bu dünyayı hoyratça kullandık ve kullanmaya devam ediyoruz.

Dünyanın pestilini çıkardığımız gibi kendi vücudumuza da acımıyoruz. Dünyalı, bize ne sunuyorsa onu yiyip onu içiyoruz. Doğal beslenmiyoruz. Vücut yıprandıkça ve hastalandıkça çareyi ilaçlarda arıyoruz. Durmadan ilaç kullanıyoruz, özellikle antibiyotikleri. Vücudumuz da pes ediyor. Çünkü vücudumuzu mikrop ve tehlikelere karşı koruyan, bize yaratılıştan verilen bağışıklık sistemimizi her geçen gün kaybediyoruz. Vücut, savunmasız kalınca en ufak bir virüse boyun eğiyoruz.

Ne demek istediğimi koronavirüsten en fazla etkilenen kesime bakınca daha iyi anlayabiliriz. Açıklanan verilere göre bu virüsten en fazla etkilenen kesim, 60-70 arası yaş aralığında olanlar. Tanıdığım yaşlılarda gördüğüm kadarıyla yaşlılarımız, rapora dayalı olarak poşet poşet ilaç kullanıyorlar. Yani rapora bağlı ilaçlarla ayakta duruyorlar. Öyle zannediyorum, insanı koruyan bağışıklık sistemleri iyice zayıflıyor ve görevini yapamıyor.

2019-2020 virüsünü hayırlısıyla bir atlatalım. Bundan sonra yapacağımız, en ufak bir virüs ve mikropta hastalığa duçar olmamak için vücudumuzun bağışıklık sistemini güçlendirmek olmalı.

***17/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Türkiye'nin Kronik Sorunu ***

Partiler, eskiden kısaltmalarının içinde "Nizam, Selamet, Halk, Adalet, Demokrasi, Millet, Doğru Yol, Güven, Hareket, Cumhuriyet..." isimlerine yer verirken 80'den sonra kurulan partiler kısaltma olmadan partilerine "Refah, Fazilet, Saadet..." isimlerini verir oldu. 2000'den sonra kurulan partiler ise partilerinin kısa adını genel geçer kelimeler ile kurmaya başladı. Bunlara AK, İYİ ve DEVA partileri örnek olarak verilebilir.

İsim önemli elbet bir parti için. Bir anlam ifade etmesi de önemli. Ama tek başına isim partiler için bir anlam ifade etmez. Partilerin parti programları da vardır. Hepsi teoride güzellikleri ifade eder ve sorunlara çözüm yolları sunar. Parti programları güzel olsa da yine tek başına bir anlam ifade etmez. Çünkü teori başka, pratik başkadır.

Partileri parti yapan aslında ekiptir. Ekip demek istişare demektir, sorumluluk demektir, aralarında bir iş bölümü yapmak demektir. Her düşünceden insana, partilerinde yer veren partiler bir taban bulur, er veya geç seçmenden vize alır.

Son kurulan DEVA partisi ile birlikte Türkiye'deki parti sayısı 84'tür. Böyle giderse parti sayımız yüz rakamını bulursa şaşırmam. Çoğu tabela partisi olsa da ülkemizde aktif veya pasif faaliyette bulunan partilerin hemen hemen hepsi, ekibinden ziyade liderleriyle anılır. Liderleriyle doğar, liderleriyle ölür veya zayıflar. Sonrasında bir varlık gösteremez. Çünkü adları parti olsa da partiyi kuran, çekip çeviren, tabandan tavana teşkilatlandıran parti lideridir. Delegesinden belediye başkanı ve milletvekiline varıncaya kadar lider belirler. Aşağıdan yukarıya varıncaya kadar partide mutlak bağlılık vardır. Çünkü hepsinin bulunduğu yerde olması liderin eseridir. Lidere bağlılık olmaz, parti disiplinine uyulmaz ise partilerin yüksek disiplin kurulu devreye girer, partiden ihraç edilir. Lider kurduğu veya bir vesile başına geçtiği partinin genel başkanlığı kendisi bırakmadığı müddetçe partide lider değişmez. Parti ister başarılı olsun veya olmasın, lider koltuğunu korur. Siyasi tarihimizde partilerin olağan veya olağanüstü seçimlerinde parti liderinin değiştiği nadirdir. Zaten çoğu partide genel başkanın karşısına aday bile çıkmaz. Formaliteden yapılan kongrede lider, tek aday olarak yeniden genel başkanlığa aday olarak gösterilir ve seçilir. Lider partisinde güven tazelemiş olur. Liderin karşısına kongrede rakip çıkarsa bu, rakibin siyasi hayatına mal olabilir.

Gördüğüm, CHP'de birden fazla partili, kongrede genel başkanlığa aday olur ve aralarında yarışırlar. Bu yarışta genellikle mevcut genel başkan hep avantajlı olur ve kazanır.

Lider eksenli partilerimizde parti liderine mutlak itaat şart olduğu için partilerimizde parti içi bir demokrasi olduğu söylenemez. Partiler arasında tam olmasa da parti içinde demokrasinin işletildiği tek parti, halihazırda CHP görünüyor. Bu parti için lider partisi denemez. Türkiye'nin en eski tek partisi olması da bundan olsa gerek.

Parti içinde demokrasi var mı bilmiyorum ama lider partisi olmayan bir diğer parti bana göre HDP'dir. Eş başkanlık modeli uygulanan bu partide, bayrağı hangisi alırsa alsın bu parti lider ve genel başkan sıkıntısı çekmiyor. Genel başkanları cezaevine girerse yerine biri geliyor veya getiriliyor. Yeni gelen öncekini aratmayacak şekilde inandığı davası uğruna mücadelesini sürdürüyor. Bu başkanla olmayacak diye seçmenleri, partilerinden desteklerini kesmiyor.

Lider endeksli doğan partilerimiz maalesef uzun soluklu olmuyor. Liderle doğup liderle ölüyor. Bu da parti kültürünün oturmadığını gösteriyor. Görüşlerine katılmasam da lider partisi görünümü vermeyen HDP'nin, diğer siyasi partilerimize örnek olması gerektiğini düşünüyorum.

Bizde olduğundan fazla siyasi parti olmasını ben, değişmeyen liderlere bağlıyorum. Kendine biraz güvenen, yeni bir parti kurarak partisinin başına geçiyor. Bu da hepsinin baş olma sevdasına giriştiğini ortaya koyuyor. Bu da siyasetin önünü tıkayan kronik bir sorunumuz olduğunu gösteriyor.

***11/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.