12 Mart 2020 Perşembe

"Namaz 5 Vakit, Ahlak 24 Saat Farz" *

Dünyayı kasıp kavuran, seri ölümlere sebebiyet veren, şüyuu vukuundan beter olan Koronavirüs vakası, Türkiye'de bir erkekte de görülmesinin ardından bazı fırsatçılar, vatandaşın ihtiyaç duyduğu bazı ürünleri fahiş fiyatla satmaya başlayınca Show TV Haber Spikeri Ece Üner, bu durumu şu sözleriyle milyonlara aktardı:
"Namuslu esnafa hiçbir lafımız sözümüz yok. Ama virüs mü, fırsatçılar mı daha hızlı yayılıyor, bilemedik. Koronavirüs geliyor maske fiyatı 5 katına çıkıyor. Dezenfektan fiyatları katlanıyor. Makarna 3 katına çıkıyor. Deprem oluyor ev sahipleri kirayı 3 kat artırıyor. Sorsan hepimiz Müslüman’ız. Ama gel gör ki namaz 5 vakit, ahlak 24 saat farz. İhbar edin, Bu bizim vatandaşlık sorumluluğumuz."

Esnafımızın bu fırsatlığı dolayısıyla içini döken Ece Üner’in videosunu, (https://v.internethaber.com/storage/files/videos/2020/03/11/oguzhan-ugur-5ne3.mp4) sosyal medya ve sanal âlem vasıtasıyla paylaşan paylaşana. 28 saniyelik konuşması izlenme rekorları kırıyor. Ece Üner’i yüreğinden kopup gelen bu serzenişinden dolayı kendisine teşekkür ve tebrik etmek lazım. Çünkü kitabın ortasından konuşmuş ve bize büyük bir ders vermiştir. Ders ancak böyle verilir. Öyle zannediyorum bu haklı serzeniş, camideki imam-hatibin ve kürsüdeki vaizin konuşmasından daha etkili olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Paylaşım ve izlenmenin bu kadar fazla olmasının temelinde, insanımızın bu konuda çektiği susuzluk vardır. Yani vatandaşımız bu konuda dertlidir. Gerçekten fırsatçılık bizim genlerimize işlemiştir. Yeter ki elimize bir fırsat geçsin ve vatandaş bir şeyi ihtiyaç hissetsin. Serbest piyasa diyerek gözümüzü kapatır, fiyatları istediğimiz rakamlara çeker, cebimizi kısa bir süreliğine de olsa doldurmaya çalışır, bu fırsatı ganimete dönüştürürüz. Spikerin dediği gibi ramazanda da böyleyiz, dövizin dalgalanmasında da böyleyiz…

Spikerin “Namazın 5 vakit, ahlakın ise 24 saat farz” olduğu cümlesinden ben, “Namaza verdiğimiz önem kadar ahlaka önem vermiyoruz. Halbuki namaz 24 saatlik bir günün içerisinde sınırlı bir zaman dilimini kapsarken ahlak, günün her saatini kapsamaktadır. Eğer Müslüman isek namaza verdiğimiz önem kadar ahlaka da önem vermeliyiz” demek istediğini anlıyorum. Çünkü “İslam, güzel ahlaktır”. Ahlakı olmayan ve ahlakla süslenmeyen bir Müslümanlık meyve vermeyen ağaca benzer. Aslında başta namaz olmak üzere ibadetlerin kökeninde ahlaklı birey ve toplum oluşturma çabası vardır. Özellikle namaz için Allah “Şüphesiz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir" buyurmaktadır. Aynı şekilde Allah, peygamber, melek ve ahiret inancının temelinde de ahlaklı birey ve toplum oluşturma mantığı yatmaktadır. Nedense ne kıldığımız namaz ne tuttuğumuz oruç ne Allah, melek ve ahiret inancımız bizi genel geçer ahlak ve etik değerlerle bezenmemizi sağlıyor. Demek ki inandığımızı söylediğimiz inanca ve yerine getirmeye çalıştığımız ibadetlere dinin istediği şekilde değil, kendimize uydurmuş bir şekilde inanıyor ve yerine getiriyoruz.

Bugün İslam dünyasının içler acısı durumunun temelinde inancın, ibadetlerin, ahlakın, insani değerlerin, geleneklerin ve kanunların fayda sağlamamasının temelinde, denetim ve yaptırım eksikliği yatmaktadır. Bu eksikliğinden dolayı insanımız, işini çıkarmanın yoluna gitmektedir. Ne zamanki yaptığımız yanımıza kar kalmaz, birileri başımızda ekşir, işte o zaman biz, yola geliriz. Ötesi vicdanlara kalmış bir durumdur ki yaşadığımız hayatta bir geçerliliği maalesef yoktur.

*13/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Mart 2020 Çarşamba

Sığınmacılar Politikamız

Gündem o kadar hızlı değişiyor ki baş döndüren türden. Değişmeyen tek gündemimiz, Suriye içinde yaptığımız operasyonlar, şimdilerde savaş ve şehit haberleri. Böyle devam ederse ne Suriye içinde yapacağımız operasyonların sonu kesilecek ne de buna paralel olarak gelen şehit haberlerinin sonu gelecek. Temennimiz askerimizin, burnunun kanamaması ve Rusya ile yapılan ateşkesin kalıcı olması. Bir diğer konuda da yine Suriye ile yakından ilgili olan Suriyeli sığınmacılar konusu. İçimizde yaşayan başka ülkelere ait sığınmacılar da var ama 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacı -öbür sığınmacılara göre daha çok olduğundan olsa gerek- diğer sığınmacıların önüne geçiyor. Dolayısıyla sığınmacı dendi mi bu ülkede ilk akla gelen, Suriyeli göçmenlerdir.

Suriyeli sığınmacılar konusu sadece bugünün değil, Suriye iç savaşının çıktığı 2011’den beri bu ülkenin gündeminde. Şu anda gündemin ilk sırasına oturması, İdlip’te 36 askerimizin şehit olmasıyla birlikte sığınmacılarla ilgili politika değişikliğine gitmemiz sebebiyledir. Nihayet üst perdeden “Taahhütlerinizi yerine getirin yoksa kapıları açar, göçmenleri salarız” sözü pratiğe dönüştü ve sınır kapılarını açtık. İsteyen sığınmacı gidebilir, dedik.

Göçmen veya Suriyeli sığınmacılar konusunda ülke olarak doğru bir politika izledik mi? Bu soruya gönül rahatlığıyla maalesef evet diyemiyorum. 2016 yılında AB'nin güvenliği adına, Suriyeli göçmenlerin Türkiye'de tutulması ile ilgili AB ile bir anlaşma yapılmamalıydı. Suriye'den ülkemize sığınanlar başta Avrupa olmak üzere istediği ülkeye gidebilmeliydiler. Geldiğimiz noktada 2011 yılından itibaren ülkemize peyderpey gelen sığınmacılar, değişik illerimize dağılarak yerleştiler. 36 şehidin ardından "AB, anlaşmanın gereğini yerine getirmedi. Biz de kapıları açıyoruz, isteyen gidebilir" dedikten sonra Avrupa'ya gitmek için ülkemizden ayrılıp Yunanistan sınırına dayanan sığınmacıların çoğunluğu Afgan ve Pakistanlı. Beklenildiği gibi ülkeden Suriyeli sığınmacı çıkmadı. Çünkü Suriyelilerin çoğu ülkemizde iş buldu, çalışıyor. Çoğunun burada çocuğu dünyaya geldi. İnsanımızdan Suriyelilerle evlenenlerin sayısı da az değil. Buradaki Suriyeliler Avrupa'ya gitmek istese orada hayatlarına sıfırdan başlamaları gerekecek. Bu riski kaç kişi göze alır? Halen Yunanistan sınırında bekletilen sığınmacıların geri dönmesi de yüksek ihtimal. 

Hasılı içimizde yaşayan başta Suriyeliler olmak üzere sığınmacılar bu ülkede kalıcı. Çoğu bu ülkede kalmaya devam edeceği gibi bir taraftan da kaçak yollarla ülkemize göçmen gelmeye devam ediyor. Ülkemizden gitmeleri için Avrupa, göçmenleri ülkelerine kabul ederse veya Suriye'de Beşşar Esad dönemi sona erer, yerine gelen yönetim, Suriye'yi terk etmiş vatandaşlarına kapıyı açar, eski evlerine ve işlerine dönebilme garantisi verirse ülkemizden çoğunluğu gidebilir ya da Türkiye'nin önerdiği fakat dünyaya kabul ettiremediği güvenli bölge modeli hayata geçirilir, oralarda Suriyelilere ev yapılır, iş verilirse belki o zaman ülkemizden ayrılabilirler. Göçmenler kendilerine önerilen yere ancak buradaki imkanlardan daha iyi imkanlara kavuşursa giderler.

Bugün sorun olarak gördüğümüz mülteci sorunu, ileride daha büyük sorunlara gebe gibi görünüyor. Halkın ekseriyetindeki Suriyelilere olumsuz bakış, ileride yerini gerilim ve çatışmaya bırakabilir. En ufak bir kıvılcım tarafları sokağa dökebilir. Bu durumda ne yapılabilir, bu sorun nasıl çözülür bilmiyorum. Allah bu ülkenin yardımcısı olsun, mültecilerinde...

Günlerle İmtihanımız *

Günler, haftalar, aylar ve yıllar, birbirini takip eden ve sürekli dönmekte olan fiziki yasalardır. Dünün bugünden, bugünün yarından bir farkı olmadığı gibi hiçbirinin de diğerine bir üstünlüğü yoktur. Hepsi zaman dilimini ifade eden Allah'ın günleri, haftaları, ayları ve yıllarıdır.

Günler, haftalar ve ayların birbirine bir üstünlüğü olmamasına rağmen bazı günlerde meydana gelen olaylar sebebiyle bazı gün, gece ve aylara önem atfedilmiştir. Belirli gün ve haftaları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bazı gün ve haftalar önemini örf, âdet ve kültürümüzden alırken bazısı dinden almaktadır. Bazısı da Batı kültürünün dünyaya egemen olmasından kaynaklanmaktadır. 

Bir günün diğer günden bir farkı olmasa da belirli gün ve haftalar hayatımızın bir parçasıdır. Neredeyse her gün ve hafta, bir gün veya haftaya hasredilmiş durumda. Bu, gün ve haftaların kimi sönük geçse de bazılarının toplumda bir karşılığı var. Hem gündem oluşturuyor hem de insanları harekete geçiriyor. Bu belirli gün ve haftalara önem atfetme, toplumdaki insanların kafa ve düşünce yapısına göre değişmektedir. Kiminin gözünde bazı günler önemli olabiliyorken kiminin gözünde bir anlam ifade etmeyebiliyor. Kimi ise bazı günlere olduğundan fazla önem atfederek kutlama ve anmaları abartabiliyor.

Hasılı belli gün ve haftalarla yaşamaya devam ediyoruz. Bu, gün ve haftaların bazısı yöresel, bazısı ulusal, bazısı da küreselleşen dünyada uluslararası düzeyde kutlanıp anılıyor. Bizim için önemli olmayan bir gün, yanı başımızdaki bir başkası için önemli olabiliyor.

Belirli gün ve haftalarla ilgili içimizde yaşayan bir kesimin yaşadığı çelişki durumuna işaret etmek istiyorum. Anneler Günü gelir: Bizim annelerimiz bir günlük değil, her günlük derler. Sevgililer Günü gelir: 14 Şubatta şunlar şunlar oldu, şöyle yapıldı, böyle yapıldı derler. Kadınlar Günü gelir: Bu Kadınlar Günü de neymiş. Kadına değeri dinimiz verdi, peygamberimiz Veda Hutbesinde değindi, derler. 23 Nisan, 29 Ekim, 19 Mayıs gibi günler gelir: Efendim bugünlerde neler yapıldı, bir bilseniz, derler. Fatımîler zamanında icat edilmiş kandil gecelerinden birini kutlamaya kalkarsın: Aslında kandillerin dinimizde yeri yok, derler... Uzatmayayım, derler oğlu derler.

Açıkçası hangi gün olursa olsun, günlere sıcak bakan birisi değilim. Bana o güne özel yaptıklarımız yapmacık gelir. Buna rağmen dini, milli veya örfi olarak kutlanan veya anılan ne kadar gün, kaynağını nereden alırsa alsın, ne kadar savunsak veya eleştirsek de her günün az veya çok toplumda bir karşılığı vardır. Bu durumda yapılacak olan günlere karşı çıkmak veya eleştirmekten ziyade bu günleri bir araç bilip olumlu katkı sunabilmek gerekir diye düşünüyorum.

*18/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.