28 Şubat 2020 Cuma

Dış Politikamızı Gözden Geçirme Zamanı ***

Küçüklüğünüzde, Sadık Şendil tarafından yazılmış, tiyatrolarda sahnelenmiş, sinemaya da uyarlanmış “Yedi Kocalı Hürmüz” filmini izlemişsinizdir. Filmde, Hürmüz değişik meslek erbabından altı kişiyle gizlice evlenmiştir. Evlendiği her erkeği haftanın bir günü ağırlayan ve onları hoş eden Hürmüz’ün gözü ve gönlü yedinci kocadadır. Berber kocasının dükkanında gördüğü doktora aşık olur. Bir hastalığını bahane ederek doktorun da evine gelmesini sağlar. Doktor da Hürmüz'e aşık olur. İkili, tüm engelleri aşarak evlilik yolunda adım atarlar.

Mizahi bir şekilde işlenen bu tür bir evlilik şeklinin ne dinde ne ahlakta ne de örfte yeri vardır ve tasvip edilmez. Çünkü bu tür bir evlilik aile yapımıza terstir. Değil yedi kişiyi idare etmek, bir başkası ile aldatmak bile affedilemez. Böyle bir evliliğin en hafif sonucu boşanmadır. Ki çoğu aldatmalar öldürme ile sonuçlanır.

Yedi Kocalı Hürmüz filmindeki Hürmüz'ün yedi kişiyi idare etmesini unutmadan, bu filmi şimdilik bir tarafa bırakalım. Dış politikaya gelelim. Zira ben dış politikamızı Yedi Kocalı Hürmüz'e benzetiyorum. Ne alaka demeyin.

Birinci Dünya Savaşından sonra savaşın galipleri, sadece Osmanlı’yı parçalamakla kalmadılar. Bizden kopardıkları topraklar üzerinde, küçük küçük devletçikler kurdurarak kendilerine bağladılar. Bize de bu küçük Anadolu toprağını bırakırken tam bağımsızlık vermediler. Yönümüzü Batı'ya çevirmemizi, kendileriyle birlikte hareket etmemizi bizden istemediler, dayattılar. İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan iki kutuplu dünyada, başını Sovyetlerin çektiği Varşova Paktına karşı ABD'nin başını çektiği Batı blokunda saf tutma rolü verildi bize. Bu rol “Ben bu rolü beğenmedim, ben oynamıyorum artık, rolümü değiştiriyorum” şeklinde bize bırakılmış ihtiyari bir rol değildir.

Bakmayın siz, sınırları belli bir vatanımız ve üzerinde dalgalanan bir bayrağımız olduğuna... Biz bağımsız bir ülke falan değiliz. Göbeğimize kadar Batı'ya ve ABD'ye bağlı ve bağımlıyız. Kendi göbeğimizi kendimiz kesecek şekilde kendi kendine yeten ne güçlü ekonomimiz var ne savunma sanayimiz yeterli ne teknolojimiz ne de bize kol kanat gerecek güçlü bir ülkeyiz. Kısaca bize biçilen rol, sınır ötesinde inisiyatif alan lider ülke olmak değil, uydu devlet olma rolüdür. Onların ürettiğini alan, onların verdiğiyle yetinilmesi gereken bir pazar olmaktır. Hal böyle iken sınır ötesinde inisiyatif almak, bölgesel güç olmaya çalışmak, haksızlıklara karşı çıkmak, bölgede ben de varım demek, bizim için ateşten gömlek giymektir. Aynı zamanda bize biçilen bu rolü  beğenmeyip kutup ya da cephe değiştirmeye kalkmak da kefen giymektir. Yakın tarihimizde yapılan 60 ihtilalinin, Batı'dan/ABD'den umduğunu bulamayıp yönünü Sovyetlere/Rusya'ya çevirmeye yönelen Adnan Menderes'e karşı yapıldığı söylenir.

Bütün bunları niye anlatıyorum. Türkiye son yıllarda Batı'dan ve  yeterince ilgi ve alaka görmedi. Yalnız bırakıldı. “Stratejik ortağımız” tarafından defalarca hançerlendi. ABD/Batı/NATO zor günümüzde yanımızda yer almadı. Türkiye yönünü Rusya’ya çevirdi, ikili ilişkileri artırdı. Sonuç, ABD ve Batı'dan sonra İdlip konusunda Rusya'dan da büyük bir darbe yedik. İdlip sahasındaki askerlerimize yapılan saldırı sonucunda yazıyı kaleme aldığım saatlerde Hatay Valisinin açıkladığına göre 33 askerimiz şehit düştü. 32 askerimiz de yaralı. Türkiye, geç saatlerde “Ülkemizde yaşayan Suriyeli göçmenler kara ve deniz yoluyla gitmek isterlerse engel olunmayacağını” açıkladı. İdlip sorunu nasıl çözülür, bize bedeli ne olur, bizi bir savaşın içine çeker mi? Bunu zaman gösterecek.

Görünen o ki dış politikada Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında izlediği denge politikası çökmüştür ve yalnızız. Maalesef hem Rusya hem Batı ile hareket etmek bize yaramadı.  Ben işte bu durumumuzu -kızacaksınız ama- “Yedi Kocalı Hürmüz'e benzetiyorum. Tekrar ediyorum, teşbihte hata olmaz...

Allah rahmet eylesin şehitlerimize. Yaralılara da acil şifalar diliyorum. Başta ateşin düştüğü haneler olmak üzere milletimizin başı sağ olsun. Allah ülkemizin yardımcısı olsun.

***02/03/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

27 Şubat 2020 Perşembe

Türkiye'nin Aile Fotoğrafı ***


TÜİK, 2019 yılı evlenme ve boşanma istatistiklerini açıkladı. Buna göre,
2019 yılında evlenenler bir önceki yıla oranla yüzde 2,3 azalmış. Boşananların oranı ise bir önceki yıla göre yüzde 8,0 artış göstermiş. 

Önceki yıllara göre evlenme yaş ortalaması da artmış: Evlenen çiftlerden erkeklerin yaş ortalaması 27,9’a, kadınlarda ise 25’e çıkmış. Bu demektir ki evlenenler de daha geç evlenir olmuş.

Evlenmeler içinde yabancı uyruklularla evlilik oranlarına gelince, yabancı gelinlerle evlilikler, toplam gelinlerin yüzde 4,3’ünü oluşturuyormuş. Yabancı uyruklu erkeklerle evlilikler ise toplam erkeklere oranla 0,8’de kalmış. 

Yabancı uyruklu erkeklerle evlenen kadınlarda ilk üç sıra: Yüzde 31 ile Alman, 16,4 ile Suriyeli, 6,8 ile Avusturyalı damatlar olmuş.

Yabancı uyruklu kadınlarla evlenen erkeklerimizde ilk üç sıra ise, yüzde 14,5 ile Suriyeli, 11,7 ile Azerbaycanlı, 10,5 ile Alman gelinlermiş.

Boşanmalarda en yüksek üç il; binde 2,95 ile İzmir, 2,88 ile Antalya, 2,71 ile Muğla başı çekiyor. Boşanma oranlarının en düşük olduğu ilk üç il ise binde 0,25 ile Hakkari, 0,33 ile Siirt ve Muş.

Evliliklerle oranın en fazla olduğu üç ilimiz, binde 7,89 ile Aksaray, 7,86 ile Adıyaman, 7,77 ile Kilis olmuş.

Evlilik süresine göre boşanmaların oranı(yüzde): 2,6’ı 1 yıl dolmadan, 33,4’ü 1-5 yıl, 20,6’ı 6-10 yıl, 15,8’i 11-15 yıl, 10,8’i 16-20 yıl, 7,9’u 21-25 yıl, 8,8’i 26 ve üzeri yıllar arasında boşanıyor. 

Son bir yıl içinde meydana gelen boşanma olaylarından 139.660 çocuk etkilenmiş. Çocukların velayeti yüzde 76 oranında anneye verilirken yüzde 24’ü de babaya verilmiş.

Evlilik ve boşanmalarda bir de Konya'ya göz atalım: 2019 yılında şehrimizde evlenen çiftlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0,7 azalarak 15.30’a düşmüş. Boşananların sayısı da bir önceki yıla göre 2,1 artış göstererek 3.823’e yükselmiş. 

TÜİK'in evlenme ve boşanma istatistiklerini vererek sizleri rakamlara boğmuş olabilirim. Özetlersem, evlenmeler azalırken boşanmalar artıyor, yabancı uyruklarla evliliklerde artış var. Evlenme yaşı gittikçe yükseliyor, boşanmaların çoğunluğu evliliğin ilk beş yılı içerisinde meydana geliyor. Ekonomik durumu iyi olan illerde boşanmalar daha fazla iken geliri daha zayıf olan illerimizde boşanma oranı daha az. Boşanmalardan dolayı etkilenen çocuk sayısı da az değil. Tüm illerimiz Mersin'e giderken Konya tersine gitmemiş. Türkiye ortalamasında olduğu gibi Konya’da da evlenenler azalırken boşananlar artmış.

Kısaca Türkiye’nin aile fotoğrafı bu. Bu fotoğrafa, geçinemediği için ayrı yaşayan, resmiyete girmemiş, parçalanmış aileleri de dahil edersek karşımıza korkunç boşanma oranları çıkar. Siz ne dersiniz bilmiyorum ama Türkiye'nin bu medeni hali içimizi karartan cinsten. Bu görüntü kimseye huzur vermez. Çünkü mevzubahis olan toplumun en küçük parçası ailedir. Ailelerde huzur yoksa toplumda da huzur olmaz. Aileler çatırdıyor maalesef. Gidişat odur ki her yeni yıl, bir önceki yılı aratacağı ve boşanan aile sayısının daha da artacağını gösteriyor.

Evliliklerin ilk beş yılında bitmesini anlayabiliyorum. Çiftler birbirini denedi, olmadı diyelim. 20.ve 25.yılında biten evlilikler var. Çok anlaşılır gibi değil. Her boşananın kendince haklı bir sebebi olabilir. Ama evliliğin meyvesi olan çocuklar olduktan sonra “Anlaşamıyoruz, ayrılalım” durumunu anlamakta zorlanıyorum. Zira orta yerde kalan çocuklarımızın, bu durumu anlaması daha bir zor olsa gerek. Onlara bunu yaşatmaya hakkımız yoktur diye düşünüyorum.

Eskiden bir tanıdığımızla karşılaşınca hal hatırdan sonra çoluk çocuk nasıllar, ne yapıyorlar diye sorardık. Bu gidişle soramayacağız. Çünkü dün evli olan çiftler bir bakmışsın, yollarını ayırmışlar. Sormakla yaralarını depreştirmiş oluyoruz... Allah kimsenin aile saadetini bozmasın.

***04/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

26 Şubat 2020 Çarşamba

Bir Sevindim Bir Sevindim!

Birkaç kalem ihtiyacım için bir alışveriş merkezine gittim. Alelacele alacaklarımı aldıktan sonra kasaya yürüdüm. Yaptığım alışveriş 130 lira tuttu. Ödeme için kartı uzattım. Bir poşet ver demeden kasiyer: Size bir de poşet vereyim” dedi, rafın masanın altından iki poşet verdi, bir taraftan da ödememi çekti.

Birkaç kalem eşya için kartımdan çekilen 130 lirayı düşünmedim. Önüme konan iki poşete bir sevindim bir sevindim. Sormayın. Hem de iki defa birden. Çünkü önüme konan iki poşet. Poşete sevinilir mi demeyin. Poşeti bedavaya getirdim ne de olsa. Elli kuruş cebimde kaldı. 

Birkaç kalem eşya için karta çekilen 130 TL'nin “Sonra bir de ödemesi var” diye düşüneceğim yerde ederi 50 kuruş olan bedava poşete sevindiğimi garipseyebilirsiniz. Siz garipseseniz de edindiğim bu iki sirke, pardon poşet bana  bal gibi geldi. Kasiyer bana o anda aldıklarımı koymam için  poşet yerine boş mezar bile verse hayır demezdim. Bu, anlatılmaz ancak yaşanır.

Gördüğünüz gibi gani gönüllüyüm. Azla sevinebilen birisiyim. Fazlasında gözüm yok. Bir poşet bana 130 lirayı unutturdu, yarama merhem oldu. 

Bu arada poşeti paralı hale getirenlere de bir teşekkürü borç bilirim. Çünkü onlar poşeti paralı hale getirmeselerdi, ben bana verilen poşetlere sevinebilecek miydim? Karamsarlığın hakim olduğu, gülmeyi unuttuğumuz, yarınlara güvenle ve umutla bakamadığımız bugünlerde iki poşet bir nebze de olsa dertlerimi unutturup mutlu etti.

Siz de beni memnun etmek ve sevindirmek isterseniz büyük olsa da fena olmaz ama gördüğünüz gibi küçük şeylere sevinebilen birisiyim.