23 Şubat 2020 Pazar

Sınıfta Kalma Yeniden *

90’lı yıllardan itibaren Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna hangi bakan oturursa otursun, yaptığı ilk icraatlardan biri ortaokul ve liselerdeki sınıf geçme sistemi ile oynamak oldu. Kısa bir süre yürürlükte kalan kredili sistem uygulamasının dışında, derslerinde başarılı olamayan öğrenciler için bütünleme diyebileceğimiz ek sınav hakları verdi. Öğrenci yeni sınav hakkında da başarılı olamadıysa öğretmenler kurulu kararıyla bir üst sınıfa geçirilmesi murat edildi. Hepsinin yaptığı, sınıf geçmeyi daha da kolaylaştırmak oldu. Mesajı almayıp sınıf tekrarına karar verilen öğrencilerin yeniden öğretmenler kurulunda görüşülmesi yinelendi. Bakanların bu niyetini geç de olsa anlayan öğretmenler “Benim dersimden başarılı olamayan öğrenci, nasılsa kurul kararı ile geçirilecek. Bu durumda veli ve öğrencinin gözünde ben niye kötü olayım? En iyisi zayıf vermeyeyim” deme yoluna giderek öğrencisine pek zayıf vermez oldu. 1999 yılından itibaren çıkarılan yönetmeliklerle devamsızlık haricinde neredeyse sınıfta kalma kaldırıldı.

Halen yürürlükte olan yönetmeliklere göre ilkokulda sınıfta kalma yok. Ortaokulda başarılı olamayan öğrenciler, şube öğretmenler kurulu kararı ile bir üst sınıfa geçirilmekte. Lisede ise zayıf dersi ne kadar olursa olsun 50 ortalamasını tutturan öğrenci bir üst sınıfa geçebiliyor. Mesela Matematik dersinden bir öğrenci dört yıl boyunca sıfır çeksin, diğer derslerin ortalamasıyla hiç Matematik bilmeden mezun olabiliyor. Sadece Dil ve Anlatım(Türk Dili ve Edebiyatı), İHL’lerde ilaveten Kur’an-ı Kerim dersleri ortalama ile geçilemeyen derslerdendir. Öğrenci, üst sınıfa bu derslerden sorumlu olarak geçebiliyor. Bu demektir ki nice yıllardır ilkokul birinci sınıfa başlayan öğrenciler liseyi bitirinceye kadar sınıf arkadaşlarını hiç kaybetmediler. Böyle bir politikanın güdülmesinde sınıf tekrarına kalan bir öğrencinin devlete maliyeti hesabı yapıldı hep.

Bir devlet politikası haline gelen bu maliyet hesabı bize pahalıya patladı.  Haliyle başarılı olan da başarılı olamayan da liselerden mezun olunca ÖSYM’nin yaptığı sınavlarda sıfır çeken öğrenci sayısında artış oldu. Bugün öyle bir noktadayız ki ne okulların bir değeri var ne öğretmenlerin ne de okunan üniversitelerin. Üniversiteler liselere, liseler ortaokullara, ortaokullar da ilkokullara kızıyor: Çocukların temeli yok diye. Bilenin ve bilmeyenin ayırt edilmeden sınıf geçtiği bir sistemde temel mi olur mübarekler! İşin garibi öğrencinin sınıfta kalmaması adına sınıf geçme sistemiyle oynamanın en ağır faturasını okullarda başarılı birçok çocuk ödedi. Nasılsa kalma yok. Arkadaşım kaç dersten zayıf olmasına rağmen sınıf geçti, ben niye çalışayım dedi, ders çalışmayı bıraktı. Bir yaptırımı olmayınca birçok öğretmen ortaokul ve liselerde sınıfa hakimiyet sorunu yaşadı.

Her gelen iktidarın sınıf geçme üzerinde oynamasının sonucu olarak eğitim ve öğretimimiz yerlerde sürünür oldu. Müsebbibi olarak da herkes öğretmenleri suçladı. Halbuki suçlu aranacaksa esas suçlu, sınıfa giren herkesi mezun etme hastalığına tutulan devlet politikamızdı.

Eğitim ve öğretimimize bir neşter vurmasını beklediğimiz müjde, nihayet Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tan geldi. 2020-2021 öğretim yılından itibaren ortaokul ve liselerde sınıfta kalmanın yönetmeliklere gireceğini söyledi. Bu açıklama, edindiğim izlenime göre kamuoyundan tam puan aldı. Bu açıklamanın ardından, lise öğretiminin zorunluluktan çıkarılması da kamuoyunun en büyük beklentisidir. Umarım buna da sıra gelir. Bu arada inşallah Bakanlık, yönetmelik çıktıktan sonra sınıfta kalmanın arkasında durur. Eskiden olduğu gibi “Bir seneye mahsus” istisnaları getirerek sınıfta kalanları bir üst sınıfa geçirme yoluna gitmez. Bu kapı bir açılırsa her sene “Bir defaya mahsus”ların arkası kesilmez.

*24/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

20 Şubat 2020 Perşembe

Bazı Şeyler Şüphe Götürmez *

Bazı şeyler vardır ki şüphe götürmez. Para da bunlardan biridir. Para kişinin kendi öz sermayesi ise parayı nasıl, ne şekilde, nereye harcayacağını kendi bilir, kimse karışamaz. (Aslında buna da karışılır ama şimdi konumuz bu değil.) Para kamunun veya kamu yararına çalışan bir kurumun ise buralarda olanlara düşen yoğurdu üfleyerek yemeleridir. Çünkü buralar halkın ortak malıdır, halkın yardımlarıyla ayakta dururlar ve amme adına iş yaparlar. Sadece kullanımı için buralar birilerine emanet edilmiştir.

Kamu malının veya kamu yararına toplanan yardım paralarının yerli yerince harcanıp harcanmadığı zaman zaman tartışma konusu olur. Vatandaş sorar ve merak eder: Bu ödenek nereye harcandı, toplanan yardım paraları ne kadar, acaba para yerine vardı ve yerli yerince kullanıldı mı diye. Vatandaşı böyle düşünmeye iten sebep geçmiş kötü örneklerdir. Böyle konularda para musluğunun başında olanların daha bir duyarlı olması gerekir. Devlet yetkilileri ve yardım paralarının toplanma ve harcanmasına ön ayak olanlar, toplanan paralar konusunda hem şeffaf hem de hesap verebilir olmalı. Bu konu, harcanması gereken yere harcandı denip kestirip atılamaz.

Hepinizin bildiği gibi okullarda okulların para pul işlerine bakmak için yönetmeliğe uygun bir şekilde Okul Aile Birlikleri kurulur. Birliğin geliri -varsa- kantin geliri, spor salonu varsa salonun geliridir. Bunun yanı sıra birlik okula gelir elde etmek için kermesler düzenler. Birliklerin esas geliri bağışlardır. Her bağış makbuza bağlanır. Toplanan paralar daha önce açılmış banka hesabına yatırılır. Okulun bir ihtiyacı olduğunda beş kişiden(veli) oluşan birlik yönetimi karar alır. Alınan bu karar, karar defterine yazılır ve imzalanır. Alınacak mal için en az üç esnaftan teklif alınır. İhale en uygun teklifi verende kalır. Ödeme için birlik başkanı ve birlik muhasibinin imzalı dilekçesiyle para bankadan çekilir ve ödeme yapılır. Aynı zamanda gider makbuzu kesilir. Birliğin gelir ve giderleri üç ayda bir, ayrıntılı bir şekilde veli ve öğrencilerin göreceği yerlere asılır. Birliğin gelir gider hesabı yılsonu itibariyle kontrol edilir. Gelir ve giderler yeni yıla aktarılır. Birliğin gelir ve gider hesapları iki öğretmen ve bir veli tarafından belirli periyotlarla denetlenir. Herhangi bir şikayet söz konusu olduğunda veya okul, bir denetim geçirdiğinde birliğin gelirleri de incelenir. İnceleme yapılırken banka cüzdanı, birlik karar defteri ve gelir gider defteri birlikte incelenir. Herhangi bir usulsüzlük tespit edildiği takdirde yönetim kurulunda olmamasına rağmen okulun müdürü hakkında gerekli inceleme ve soruşturma başlatılır. Her yıl ekim ayı içerisinde birlik genel kurulu toplanır. Bu toplantıda okulun gelir gideri ibra edilir. Yeni yönetim kurulu seçilir. Genel kurulda ayrıca izleyen yılın bütçesi karara bağlanır.

Bu yazımda okul aile birliklerinin işleyişinden bahsetmek değildi niyetim. Ama yukarıda yardım ve bağış paralarının kullanımından bahsedince para pul işlerinin şeffaf ve usulüne uygun bir şekilde yürütüldüğü okul aile birliklerini örnek vermek istedim. Bir yerde şeffaflık, hesap verebilirlik ve denetim olunca şaibe de o kadar az olur. Çok az paranın döndüğü okul aile birlikleri şeffaf olabiliyorsa niçin diğer kurumlarımız da şeffaf olmasın? Kurum ve kuruluşlarımız niçin töhmet altında kalsın? Özellikle büyük paraların döndüğü yardım kuruluşlarımızın belirli periyotlarla kamuoyunu bilgilendirmelerinde fayda var. Çünkü mevzubahis olan paradır. Bir yerde varsa orada imtihan var demektir ve herkesin gözü de oradadır. Para pul işlerine bakanların çoğu da bu imtihandan alnının akıyla çıkamaz, altında ezilir.

Halkımızın yardımlarıyla ayakta duran, büyük paraların döndüğü, kötü gün dostu yardım kuruluşlarımızın yıpranmaması ve halkımızın yardımseverliğinin devam etmesi için kurum ve kuruluşlarımız, her tür töhmet ve şaibeden uzak olmalı ve uzak tutulmalıdır. Çünkü bir şeyin şüyuu, vukuundan beterdir. Kurumlarımız güven sorunu yaşarlarsa vatandaş elini eteğini çekiverir.

*21/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Şubat 2020 Çarşamba

Bazıları Sadece Şemsiye İşiyle Uğraşmalı! ***

Sosyal medyada, sanal alemde ve köşe yazılarında din üzerine yazıp çizmeyen yok gibi. Yazan yazana, paylaşan paylaşana… Buralarda dini bir konu enine boyuna ele alınıyor. Kah fetva veriliyor kah ahkam kesiliyor. 

Dini konularda görüş belirten bazılarına yazdıkları yakışıyor. Çünkü ayakları yere basarak yazıyor, meseleyi derinlemesine analiz ediyorlar. Umum bakış açısına aykırı da olsa yazılanlar okunuyor, tasvip görüyor, ufuk açıyor. Bazıları vardır ki dini bilgi diye yazdıkları, dinden ziyade toplumda oluşan dini gelenektir. Görüşünü desteklemek için malzeme sıkıntısı da çekmiyorlar. Mevzu(uydurma) olduğu erbabınca belirtildiği halde yazılarında uydurma hadisleri mesnet olarak kullanmaktan da çekinmiyorlar. Yeter ki tezlerini ispatlamada işlerine yarasın. Dine sonradan sokuşturulmuş bidat ve hurafeyi dinin kendisi diye öyle emin yazıyorlar ki şaşırıp kalıyorsun. Bu tiplere göre din budur. Yersen... İtiraz ve eleştiriye de gelmezler. Çünkü imanını sorgulamaktan da geri kalmazlar. Seni hemen İslam dairesinden çıkarırlar. Ne de olsa ellerinde iman terazisi var.

Dini bir konu üzerine yazıp çizmenin, üzerinde ahkam kesmenin, köşesinde dini bir konuyu işlemenin önünde bir engel yok. Herkes dağarcığını boşaltabilir. Zira İslam'da ruhbanlık ve din adamı sınıfı yok. Din kimsenin tekelinde değil. Kendisine, ufkuna, bilgi birikimine güvenen, olay ve konulara bütüncül bir pencereden bakabilen herkes yazıp çizebilir. Düşüncesi sığ olan, bilgi birikimi kulaktan dolma bilgiden ibaret olan, hayata tek pencereden bakan insanların kendi alanlarında yazmasında fayda vardır. Dine ve dini değerlere en büyük zararı da bunlar veriyorlar. Ama farkında değiller. Kazara bu tiplere işin doğrusunu söylemeye kalksan seni sapık, bilmem ne düşmanı ya da din dışına çıkmış, müsteşriklerin yolunda giden bir kişi olarak lanse eder.

İnsan din, tıp, mühendislik vb her alanla ilgili az veya çok bilgisi olabilir. Ama kimse bir din bilgininden daha bilgin, bir doktordan daha doktor, bir mühendisten daha mühendis kesilmemeli. Alanı dışında ne kadar bilgili olursa olsun yazıp çizerken haddini, yerini ve sınırını bilmeli. Bu konuda Shakespeare ile ilgili anlatılan bir anekdotu bu tiplere sıkça hatırlatmakta fayda var: “Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare'e gönderir. Ünlü yazarın cevabı: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın...” olur.

Yanlış anlaşılmasın, kimse alanı dışında konuşmasın, yazıp çizmesin, başka konularda görüş, tasvip ve tenkitlerini dile getirmesin demiyorum. Elbette alanı dışında yazılıp çizilenlerle ilgili görüş bildirecek, yazılıp çizilenlere eleştirilerini dile getirecek. Ama tüm bunları yaparken kendi alanını bir tarafa bırakmadan yapacak. Hele dini alanla ilgili yazarken yalan-yanlış ve uydurma hadisleri emellerine alet etmemeli. Zira bu, peygambere yapılan en büyük kötülüktür.

Sahi çok mu zor bazılarının sadece şemsiye yapım ve tamir işi ile uğraşmaları? Bence günümüzde şemsiye tamir işini yapacak kişilere ne çok ihtiyacımız var…
***27/02/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.