Ana içeriğe atla

Sınıfta Kalma Yeniden *


90’lı yıllardan itibaren Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna hangi bakan oturursa otursun, yaptığı ilk icraatlardan biri ortaokul ve liselerdeki sınıf geçme sistemi ile oynamak oldu. Kısa bir süre yürürlükte kalan kredili sistem uygulamasının dışında, derslerinde başarılı olamayan öğrenciler için bütünleme diyebileceğimiz ek sınav hakları verdi. Öğrenci yeni sınav hakkında da başarılı olamadıysa öğretmenler kurulu kararıyla bir üst sınıfa geçirilmesi murat edildi. Hepsinin yaptığı, sınıf geçmeyi daha da kolaylaştırmak oldu. Mesajı almayıp sınıf tekrarına karar verilen öğrencilerin yeniden öğretmenler kurulunda görüşülmesi yinelendi. Bakanların bu niyetini geç de olsa anlayan öğretmenler “Benim dersimden başarılı olamayan öğrenci, nasılsa kurul kararı ile geçirilecek. Bu durumda veli ve öğrencinin gözünde ben niye kötü olayım? En iyisi zayıf vermeyeyim” deme yoluna giderek öğrencisine pek zayıf vermez oldu. 1999 yılından itibaren çıkarılan yönetmeliklerle devamsızlık haricinde neredeyse sınıfta kalma kaldırıldı.

Halen yürürlükte olan yönetmeliklere göre ilkokulda sınıfta kalma yok. Ortaokulda başarılı olamayan öğrenciler, şube öğretmenler kurulu kararı ile bir üst sınıfa geçirilmekte. Lisede ise zayıf dersi ne kadar olursa olsun 50 ortalamasını tutturan öğrenci bir üst sınıfa geçebiliyor. Mesela Matematik dersinden bir öğrenci dört yıl boyunca sıfır çeksin, diğer derslerin ortalamasıyla hiç Matematik bilmeden mezun olabiliyor. Sadece Dil ve Anlatım(Türk Dili ve Edebiyatı), İHL’lerde ilaveten Kur’an-ı Kerim dersleri ortalama ile geçilemeyen derslerdendir. Öğrenci, üst sınıfa bu derslerden sorumlu olarak geçebiliyor. Bu demektir ki nice yıllardır ilkokul birinci sınıfa başlayan öğrenciler liseyi bitirinceye kadar sınıf arkadaşlarını hiç kaybetmediler. Böyle bir politikanın güdülmesinde sınıf tekrarına kalan bir öğrencinin devlete maliyeti hesabı yapıldı hep.

Bir devlet politikası haline gelen bu maliyet hesabı bize pahalıya patladı.  Haliyle başarılı olan da başarılı olamayan da liselerden mezun olunca ÖSYM’nin yaptığı sınavlarda sıfır çeken öğrenci sayısında artış oldu. Bugün öyle bir noktadayız ki ne okulların bir değeri var ne öğretmenlerin ne de okunan üniversitelerin. Üniversiteler liselere, liseler ortaokullara, ortaokullar da ilkokullara kızıyor: Çocukların temeli yok diye. Bilenin ve bilmeyenin ayırt edilmeden sınıf geçtiği bir sistemde temel mi olur mübarekler! İşin garibi öğrencinin sınıfta kalmaması adına sınıf geçme sistemiyle oynamanın en ağır faturasını okullarda başarılı birçok çocuk ödedi. Nasılsa kalma yok. Arkadaşım kaç dersten zayıf olmasına rağmen sınıf geçti, ben niye çalışayım dedi, ders çalışmayı bıraktı. Bir yaptırımı olmayınca birçok öğretmen ortaokul ve liselerde sınıfa hakimiyet sorunu yaşadı.

Her gelen iktidarın sınıf geçme üzerinde oynamasının sonucu olarak eğitim ve öğretimimiz yerlerde sürünür oldu. Müsebbibi olarak da herkes öğretmenleri suçladı. Halbuki suçlu aranacaksa esas suçlu, sınıfa giren herkesi mezun etme hastalığına tutulan devlet politikamızdı.

Eğitim ve öğretimimize bir neşter vurmasını beklediğimiz müjde, nihayet Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tan geldi. 2020-2021 öğretim yılından itibaren ortaokul ve liselerde sınıfta kalmanın yönetmeliklere gireceğini söyledi. Bu açıklama, edindiğim izlenime göre kamuoyundan tam puan aldı. Bu açıklamanın ardından, lise öğretiminin zorunluluktan çıkarılması da kamuoyunun en büyük beklentisidir. Umarım buna da sıra gelir. Bu arada inşallah Bakanlık, yönetmelik çıktıktan sonra sınıfta kalmanın arkasında durur. Eskiden olduğu gibi “Bir seneye mahsus” istisnaları getirerek sınıfta kalanları bir üst sınıfa geçirme yoluna gitmez. Bu kapı bir açılırsa her sene “Bir defaya mahsus”ların arkası kesilmez.

*24/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde