12 Ocak 2020 Pazar

Eleştiri Kültürü

"Ben her türlü eleştiriye açığım" desek de iş ciddiye bindiği zaman çok da eleştiriye açık olmadığımız ortaya çıkar. Ne dersek diyelim, eleştiriyi ve eleştirilmeyi sevmeyiz vesselam. Çok haksızlık yapmayalım, başkasına/rakibimize/sevmediğimiz ve haz almadığımız kişilere yapılan eleştirileri severiz. Buna da eleştiri demeyiz, bir tespit ve hakkın teslimi deriz. Yaptığımız, söylediğimiz, beceremediğimiz bir işimizden dolayı ne zaman ki eleştiri okları bize dönsün, nevrimiz döner, kan beynimize sıçrar. O anda eleştireni elimize geçirsek veya Rab Teala, "Dile benden ne dilersen, dileğin yerine getirilecek" veya "Yaptığından dolayı sorumlu tutulmayacaksın, kimse seni eleştirmeyecek" dese ilk işimiz, bizi eleştireni boğmaya çalışırız. Boğmasak da anasından doğduğuna pişman ederiz. Aslında eleştiriye tahammül etmeyen kendine ve fikrine güvenmiyor demektir. Zira ne yaptığını bilen ve yaptığına güvenen, asla eleştiriden korkmaz. Hatta lüzumundan fazla övgüden de hoşlanmaz. Çünkü eksikliğimizi biliriz. Bunun dillendirilmesini istemeyiz. Hoş, eksikliğimizi bilsek buna da gam yemeyeceğim. Çünkü yaptığımızın doğruluğuna kendimizi öyle inandırmışız ki eleştiriye o yüzden tahammül edemeyiz. Çünkü doğru yoldayız. Kim yolumuza dikilirse düşman belleriz.

Ben etkili ve yetkili bir makamda olsam, her sözümü ve yaptığımı alkışlayan, bana öneri getirmeyen, yaptığımın olumlu ve olumsuz yönlerini söylemeyen, asla eleştiri getirmeyen kişileri yanımdan uzaklaştırırım. Çünkü yanlışlarımla yüzleşmemin, hatalarımı göremememin ve kendimi geliştirememin önündeki en büyük engel bu tiplerdir. Ülkenin yalakaya değil, analitik düşünen, basiret sahibi insanlara ihtiyacı vardır.

Benim bu yazdıklarım kendi tespitimdir. Katılır veya katılmazsınız. Eleştiri sevilmez, eleştiren dışlanır iken sayıları az da olsa düşüncesini açıkça söyleyen ve eleştiri getiren insanlar ne diye eleştirilerine devam ederler? Çünkü bu eleştiri aleyhlerine işletileyecektir. Demek ki vicdanları el vermiyor. Bu şekil vicdan sahiplerinin çoğalması temennisiyle...

Kastettiğim eleştiri, her şeye karşı çıkan bir eleştiri değildir. Bunun adı muhalif olmaktır. Her şeye muhalif olanlar bazen doğru bile söyleseler inandırıcı olamazlar. Çünkü adı üzerinde muhaliftir. Yerli yerinde yapılan eleştiri makbul olandır. Bu şekil eleştiri bir kültürdür. Doğu toplumlarında pek rastlanmaz. Kazara olursa da büyük sessizlik nezdinde boğulur.

Konuşmamanın Ödülü ***

ATV'de yayımlanan Kim Milyoner Olmak İster bilgi yarışması programına, yarışmacı olarak katılan 27 yaşındaki Çevre Mühendisi Ümmü Gülsüm, yarışmadan 125 bin lira ödül alarak geceye damgasını vurdu. Genç yarışmacıyı diğer yarışmacılardan ayıran özelliği, 4 yaşında geçirdiği ateşli hastalıktan dolayı -işitmesine rağmen- konuşamıyor olması. 

Genç kızın aldığı para azımsanacak bir para değil. İki soruya daha cevap verebilse toplam ödül olan bir milyonun sahibi olabilirdi. 

Konuşamama engeline rağmen engel tanımayan ve "Engel dediğin nedir ki" dercesine yarışmaya katılması, kendisine güvenmesi, yarışmada gösterdiği performans takdire şayan. Anladım ki engel denilen şey, engelleri aşma cesaret ve iradesi gösteremeyenler için bir engel ve büyük bir sorundur. Kafada bitirilmediği müddetçe engel engeldir. 

İzleme imkanı bulamadığım konuşma engelli kızın, haber değeri olan başarısını okuyunca takdir ettim kendisini. Kızımızın başarısındaki en büyük payın, konuşamamasında olduğunu düşünüyorum. Bir yaşından sonra konuşmaya başladığını ve dört yaşına kadar toplam da üç yıl konuşabildiğini ve 27 yıllık yaşantısının 24 yılını dinleyerek geçirdiğini düşünürsek, yarışmacının başarılı olma sırrını anlayabiliriz. Konuşmamış; dinlemiş, kitaplara vererek kendisini yetiştirmiş. Konuyu mefhumu muhalifinden ele alırsak, ömrü boyunca konuşan bizlerin niçin başarısız veya yeterince başarılı olamadığımızı çıkarabiliriz. Biz konuşurken kızımız dinlemiş. Zaten öyle değil mi, konuşan hiçbir şey almaz, kendinden verir. Dinleyen ise hep alır. Yani anlayacağımız, biz çenemizi yorarken bu kız, iki kulağını açarak dinlemiş. Çok okuyan değil, çok gezen bilir dendiği gibi burada da çok konuşan değil, çok/hep dinleyen bilir/anlar diyebiliriz. "Söz gümüş ise sükût altındır" misali; biz, pek para etmeyen gümüş biriktirirken o, değerinden hiçbir şey kaybetmeyen altın biriktirmiş. İnanmazsanız 125 bin lira kaç altın eder, bir hesaplayıverin.  

Çok konuşan bir toplumuz.  Gevezelikte üstümüze yoktur. Bu özelliğimizden dolayı kimse elimize su dökemez. Hal ehli değil, kâl (konuşma) ehliyiz. Kızımız ise zorunluluktan da olsa dört başı mamur, tam bir hal ehli. Konuşamadığı için kimseyi de rahatsız etmemiştir bugüne kadar. 

Diğer organların fonksiyonları gibi konuşma da bir nimettir. Allah kimseyi konuşma nimetinden ve diğer nimetlerden mahrum bırakmasın. Ama fazla konuşmayıp çok dinleme konusunda bu kızımızı örnek alalım derim. Zaten iki kulağımız, bir dilimiz var. Bundan da iki dinleyip bir konuşmamız gerektiğini çıkarabiliriz.


ATV'de yayımlanan Kim Milyoner Olmak İster bilgi yarışması programına, yarışmacı olarak katılan 27 yaşındaki Çevre Mühendisi Ümmü Gülsüm, yarışmadan 125 bin lira ödül alarak geceye damgasını vurdu. Genç yarışmacıyı diğer yarışmacılardan ayıran özelliği, 4 yaşında geçirdiği ateşli hastalıktan dolayı -işitmesine rağmen- konuşamıyor olması. 

Genç kızın aldığı para azımsanacak bir para değil. İki soruya daha cevap verebilse toplam ödül olan bir milyonun sahibi olabilirdi. 

Konuşamama engeline rağmen engel tanımayan ve "Engel dediğin nedir ki" dercesine yarışmaya katılması, kendisine güvenmesi, yarışmada gösterdiği performans takdire şayan. Anladım ki engel denilen şey, engelleri aşma cesaret ve iradesi gösteremeyenler için bir engel ve büyük bir sorundur. Kafada bitirilmediği müddetçe engel engeldir. 

İzleme imkanı bulamadığım konuşma engelli kızın, haber değeri olan başarısını okuyunca takdir ettim kendisini. Kızımızın başarısındaki en büyük payın, konuşamamasında olduğunu düşünüyorum. Bir yaşından sonra konuşmaya başladığını ve dört yaşına kadar toplam da üç yıl konuşabildiğini ve 27 yıllık yaşantısının 24 yılını dinleyerek geçirdiğini düşünürsek, yarışmacının başarılı olma sırrını anlayabiliriz. Konuşmamış; dinlemiş, kitaplara vererek kendisini yetiştirmiş. Konuyu mefhumu muhalifinden ele alırsak, ömrü boyunca konuşan bizlerin niçin başarısız veya yeterince başarılı olamadığımızı çıkarabiliriz. Biz konuşurken kızımız dinlemiş. Zaten öyle değil mi, konuşan hiçbir şey almaz, kendinden verir. Dinleyen ise hep alır. Yani anlayacağımız, biz çenemizi yorarken bu kız, iki kulağını açarak dinlemiş. Çok okuyan değil, çok gezen bilir dendiği gibi burada da çok konuşan değil, çok/hep dinleyen bilir/anlar diyebiliriz. "Söz gümüş ise sükût altındır" misali; biz, pek para etmeyen gümüş biriktirirken o, değerinden hiçbir şey kaybetmeyen altın biriktirmiş. İnanmazsanız 125 bin lira kaç altın eder, bir hesaplayıverin.  

Çok konuşan bir toplumuz.  Gevezelikte üstümüze yoktur. Bu özelliğimizden dolayı kimse elimize su dökemez. Hal ehli değil, kâl (konuşma) ehliyiz. Kızımız ise zorunluluktan da olsa dört başı mamur, tam bir hal ehli. Konuşamadığı için kimseyi de rahatsız etmemiştir bugüne kadar. 

Diğer organların fonksiyonları gibi konuşma da bir nimettir. Allah kimseyi konuşma nimetinden ve diğer nimetlerden mahrum bırakmasın. Ama fazla konuşmayıp çok dinleme konusunda bu kızımızı örnek alalım derim. Zaten iki kulağımız, bir dilimiz var. Bundan da iki dinleyip bir konuşmamız gerektiğini çıkarabiliriz.

Not: 09/01/2020 tarihinde “Ahlak Bekçiliğine Soyunmak” başlıklı yazımda, Van’ın Çatak ilçesinde görev yapan bir kadın ve bir erkek öğretmenin birbirine sarılarak doğum günü kutlamasından dolayı şikayet üzere haklarında disiplin soruşturması açıldığını ve soruşturmanın sonucunda iki öğretmene ağır cezaların verildiğini irdelemeye çalışmıştım. Hemen hemen tüm gazetelerde aynı şekilde yer alan bu konuyla ilgili, bu olay basında çıktığı şekliyle sadece sarılmaktan ibaret olmasa gerek. Şayet böyle ise bu yapılanın tamamen ahlak bekçiliğine soyunmak olduğunu yazmıştım. 12/01/2020 günü Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, “Olayın basında çıktığı şekliyle olmadığını, niçin ceza verildiğini, öğretmenlik itibarını zedelememek adına söylemiyorum” açıklamasında bulundu. İçeriğini bilmesek de olayın sarılmadan ibaret olmadığını birinci ağızdan böylece öğrenmiş olduk. Keşke bu haber, gazetelere yansıdığı gün aynı anda yalanlansa daha iyi olurdu. Bence Bakan konuyu bu açıklamayla bırakmamalı. Gizli kalması gereken disiplin soruşturmasını karartmaya yönelik olarak basına sızdıranları da hesaba çekmeli. Umarım kamuoyunu yanıltmaya yönelik bu haberi ceza alan öğretmenler yapmamış olsun.  

***14/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

10 Ocak 2020 Cuma

Bu Hac Ne Zaman Çıkacak? *

9 Ocak itibariyle 2020 yılında hacca gitmek isteyenler arasında hac kurası çekildi. Kura, kime isabet etmişse doğal olarak sevindi. Bu durumda olanların sayısı az. Zira kurada ismine rastlamayan kişilerin sayısı daha fazladır. Bu durumdakiler "Bu sene de çıkmadı hac" deyip umutlarını öbür yıla saklıyor. 

Ertesi yıl ve sonraki yıllar hac görevi çıkar mı? Ümit var olunsa da yakın vadede pek ışık görünmüyor. Çünkü müracaat ettikten sonra yıllar yılı bekleyenler var. Yarınımızı göremediğimiz bugünlerde, yıllar sonrası umutla bekleniyor. Niçin bir türlü sıra gelmiyor? Gitmek isteyen sayısı çok fakat gönderilecek kontenjan sınırlı. Çünkü Suud hükümeti hac kotası uyguluyor. Kotayı da her ülkenin nüfusuna göre belirliyor.

2020 yılında hac kurasına katılan kişi sayısı 2 milyonu aştı. Ayrılan kontenjan ise 83.430 kişi. Gel de sıyrıl bu kadar kişinin arasından. Ben de 8 yıldır bekleyen biriyim. Daha benim önümde 10 yıldan fazla kuraya katılan ama nasip olmamış yüz binler var. Çıkacak diye bekleyenlere bir gün hac çıktığı zaman daha bir yaşlanacaklar. 

Suud hükümetinin uyguladığı hac kotasından dolayı hacca gidemeyenler sadece Türkiye'den ibaret değil. Bütün İslam ülkelerinde aynı sorun var. Usulleri farklı olsa da hepsinde kura yöntemi var. Dünyada hacca gitmek için sıra, salt sıra ve katsayılı sıra sistemi uygulanıyormuş, DİB Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürü Remzi Bircan'ın açıklamasına göre. Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde hacca müracaat edene "Şu tarihte hacca gideceksiniz" sırası veriliyormuş. Nijerya'da uygulanan salt sıra sisteminde ise hangi yılda müracaat edilirse edilsin, herkes eşit bir şekilde kuraya tabi tutuluyor. Türkiye ve bazı ülkelerde uygulanan katsayılı kura sisteminde ise vatandaşların konaklama tercihleri ve ön kayıt yaptırdıkları yıllara göre hesaplanan katsayı ve oranlar esas alınarak kura gerçekleştiriliyor. Buna göre bir kişi 11 yıl önce hacca müracaat etmiş ise kendisi ile çarpılarak elde edilen 121, bu kişinin katsayısı oluyor ve ismi kurada 121 defa dönmüş oluyor. Bu demektir ki bu yıl ilk defa kuraya katılanın katsayısı bir. Kurada bir defa ismi dönüyor. Katsayısı bir olana hac çıkması daha düşük bir ihtimal olmasına rağmen bu sistemde ilk müracaat edene de hac çıkabiliyor. Benim gibi şansı olmayanlar da yıllar yılı bekleyecek.

Türkiye ve diğer ülkelerde hacca gidecek olanların her yıl artış göstermesi biraz da uygulanan kura sistemlerinden kaynaklanıyor. Hacca niyetlenen, şartları oluşmasa da nasılsa hemen çıkmıyor, şimdiden sıraya gireyim diyor. Beklemediği halde kurada ismi çıkıveren de borç para arayışına giriyor.

Türkiye'nin uyguladığı katsayılı kura sistemi, çok adil bir sistem gibi gözükse de bence Endonezya ve Malezya'nın uyguladığı sıra sistemi daha uygun gibi görünüyor. Çünkü hacca müracaat eden, geç sıra verilse de hangi yıl hacca gideceğini biliyor ve ona göre planlamasını yapıyor. Türkiye'deki yöntem dipsiz bir kuyuya benzer. Ne zaman çıkacağı belli olmaz. Türkiye ne yapıp ne edip sıra sistemine geçmelidir. 

*13/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.