25 Kasım 2019 Pazartesi

Zamanın Ruhunu Yakalayabilmek ***

Son yıllarda sıkça dillendirdiğimiz "Değişmeyen tek şey değişimdir" sözüdür. Zira her şey değişiyor. Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle değişim daha bir hızlandı. Hiçbir şey dünkü gibi değil. Yaşam tarzımız, giyim kuşamımız, aile yapımız, yetişme tarzımız da bu değişimden nasibini aldı. Örf-adetler, ahlaki ilke ve değerler de değişimden etkilendi.

Günümüzde mahalle baskısına boyun eğmeyen, anne ve babayı dinlemeyen, öğretmeni rol model olarak almayan; toplumun yerleşik düzenini, yaşam tarzını ve değer yargılarını iplemeyen bir nesil var. Ben bir bireyim ve özgürüm, beni bu şekilde kabul edin. Yoksa siz bilirsiniz diyen ve özgürlüğünden ödün vermeye yanaşmayan bir gençlik var. Farklılığını göstermek ve bir farkındalık oluşturmak için kendisini farklı şekil ve şemailde göstermeye çalışıyor. Kah kulağına küpe takıyor kah saçını kadın gibi uzatıyor, sakal koyuyor, değişik aksesuarlarla kendini süslüyor, modayı takip ediyor, aldığı elbiseyi tam vücuduna göre alıyor, bizim yediğimizi yemiyor, içtiğimizi içmiyor, TV izlemiyor; yolda, çarşıda, araçta kimseyle konuşmuyor, kulağında kulaklık bana mısın demiyor. 

Apolitik gibi görünen bu nesil, polisten korkmuyor, askerden çekinmiyor, mülki amiri önemsemiyor. Öğretmene beklenildiği gibi saygı göstermiyor. Anne-babaya karşı geliyor.

Orta yerde bizim yetişme tarzımızdan farklı bir nesil var iken biz onlara eski gelenekleri ve saygı anlayışlarını dayatmaya çalışıyoruz. Çünkü biz saygının alasını büyüklerimize gösterdik. Şimdi sıra onlarda diyoruz.

Veli ve öğrenci profili farklılaşmışken öğretmen, kendisine saygı gösterecek ve kendisini sorgulamayan veli ve öğrenci istiyor.

Vatandaş farklılaşmış iken mülki amirler eski vatandaşı arıyor. İstiyor ki karşısında ayak ayak üstüne atan biri olmasın. 

Devlet bile kendisini vatandaşın hizmetinde bir hizmetkar olarak görmeye başlamışken devleti taşrada temsil edenler, hizmet yerine eskisi gibi vatandaşa ayar vermeye çalışıyor.

Devlet memurlarının iş yerinde ne şekilde giyineceğini belirten yönetmelik hala yürürlükte olmasına rağmen memurlar, "sivil itaatsizlik" adı altında okul, kamu kurum ve kuruluşlara aykırı kılık kıyafetle gidip geliyor.

Baş döndüren bu hızlı değişime ayak uydurmak bir nevi zamanın ruhunu yakalamak, çağı okumak, ona göre hareket etmek ve ona göre proje geliştirmek demektir. Değilse ya oyun dışı kalırız ya da zamanın ruhu ile çatışır dururuz. Hz Ali "Çocuğunuzu kendi zamanınıza göre değil, yaşadığı döneme göre yetiştirin" derken öyle zannediyorum zamanın ruhuna işaret ediyordu. Bence büyükler bu mevcut duruma bakarak zamanı anlamaya çalışsalar daha iyi ederler. Yoksa mahcup olmaya devam ederler. Yok, eskisi gibi olsun, bunlar bizim değerlerimizdir, yaşatalım diyorlarsa bu işi kırıp dökmeden, insanların psikolojisini bozmadan ve onların onurlarıyla oynamadan edebince yapmalılar. Şayet böyle yapmazlar ise kaybedenler hep kendileri olacaktır. Unutmasınlar ki geçmiş yaşanıp bitmiştir ve dünde kaldı. Bugüne dair söyleyecekleri ve tedavileri varsa usulünce yol göstersinler. Yoksa sussunlar... Zamanın ruhunu yakalayabilmek, zamanı okuyabilmek, çağa uygun nesiller yetiştirmek ve kendisini bu çağa göre uyarlamak, okumak ve okutmak ve bu işi kırıp dökmeden yerli yerince nezaket kurallarına uyarak yapmak sadece öğretmenlerin görevi değildir. Bu iş aynı zamanda mülki amirlerin de görevidir. İmam osurursa cemaat ne yapar?

***26/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

24 Kasım 2019 Pazar

Ah Şu Beklentilerim Ah!

Öğretmenler günü münasebetiyle üç gün önce düzenlenen kahvaltı programına katılmak için giderken arabamın tekerine çivi batması sebebiyle kahvaltıdan sonra zorunlu ve hummalı bir çalışma ile tekeri değiştirebildim. Amatörce yaptığım bu iş saatlerime mal oldu. Akşamı nasıl yaparım bugün derken iş esnasında vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Madem güne lastiğimin patlamasıyla başlamıştım. Bu vesileyle kışlık lastikleri de değiştirip aradan çıkardım. Patlayan lastiğin tamiri ve yaz-kış lastik değişimi derken cebime sıkışan parayı lastikçiye verdim. 

Yıllardır hiç patlamayan lastiğimin bir öğretmenler günü münasebetiyle düzenlenen yemeğe giderken patlaması, üzümünü yediğim bağını sormadığım kahvaltıdan Allah razı olmadı demek ki. Halbuki günüme dair bir kahvaltı buldum diye ne kadar sevinmiştim. Ne ummuştum ne buldum. Çıkacağı ve olacağı varmış demek ki… Bu da benim kulağıma küpe olsun.
*
24 Kasım öğretmenler günü sabahında eşimin kahvaltı hazır sesiyle uyandım. Bakalım kahvaltıda beni neler bekliyordu. Ne de olsa günümdü bugün. Felekten bir gün çalacaktım. Bir sevinç bir sevinç… Nasıl da sevinmem. Sene de bir gün ne de olsa.

Kahvaltı için mutfağa indim. Ne vardı masada? Tost. İyi ya, bundan iyisi can sağlığı demeyin. Tostu küçümsediğimden değil şaşkınlığım. Tostu da severim. Ama tost benim okulda simitten sonra milli katığım. Açlık hissettiğimde atıştırmalık olsun diye kantinden sipariş ederim. Şaşkınlığım geçtikten sonra “Bu da ne? Böyle bir günde kahvaltıda tost reva mı? Günümü böyle mi kutlayacaksın” demek istedim. Nasıl söylerim? Böyle bir günde aile faciası demekti bu. Bana “Eve bal börek getirdin de ben önüne koymadım mı” dese zoruma gitse de içime atarım. Zira haklı. Ya eşim, 6284 sayılı kanunun kendisine verdiği hakkı kullanmaya kalkar da polise veya adliyeye giderek “Önüne koyduğum yemeği beğenmedi. Bana öyle bir baktı ki korktum. Evden uzaklaştırma talep ediyorum” dese işte bu yandığımın resmidir. Çünkü altı ay evden uzaklaştırılmam garanti. Ondan sonra 6 ay boyunca evin etrafında dolaş dur. Olur mu demeyin. Çünkü “kadının beyanı esastır”. Eşim yapar mı böyle mutlu günümde? Ne bugün ne de bir başka gün aklına böyle bir şey gelmez. Ama televizyonlarda “Falan kimse, eşine şunu dediği için evden uzaklaşma aldı” gibi haberleri duya duya, “Benim neyim eksik? Bir de ben beyanda bulunayım” dese gel de çık işin içinden o zaman. İçime atıp sesimi çıkarmadım. Okulda zaman zaman yediğim rutin tostumu yedim. Ne ummuştum ne bulmuştum. Buna da şükür.

Eşim belki akşam benim için bir ziyafet düşünmüştür. Kahvaltıda değilse niye akşam olmasın dedim. Acaba ne pişirebilir diye bir düşüncedir aldı beni. Hay Allah! En son pazardan bana pırasa aldırmıştı. Pişirse pişirse ancak pırasa pişirir dedim. Akşam yemeğindeki ziyafet beklentim de akşam olmadan suya düştü. Bereket, bir düğün daveti vardı. O düğüne katılarak Konya’nın milli yemeği Konya pilavını yedim. Pırasa, gözümün önüne geldikten sonra bu Konya pilavı bana tam bir ziyafet oldu.

Hasılı, başıma gelenler ve bir türlü gerçekleşmeyenler hep benim beklentilerimdir. Bir beklentim olmasa, hiçbir şey ummasam aslında hayat yaşamaya değer. Bu beklentilerden kurtulmadıkça hayat bana zindan olmaya devam edecek.

Komisyonların Marifeti

Hiçbir anne baba bir suç işlesin diye dünyaya getirmez. Aynı şekilde çocuk da suç işlemek için dünyaya gelmez. En problemli aile bile çocuğunun dünyada mutlu ve iyi olmasını ister. Hakeza çocuk da öyle. Ama burası dünya. İnsan olup da suç işlemeyen, hata ve yanlış yapmayan var mı? Çünkü bu dünya suç makinesi gibi. Ürettikçe üretir.

Suçu dünyaya atma niyetim yok. İnsanın olduğu yerde suç da vardır. İyi biri olmak için yola çıkanın çoğu yollarda kaybolur. Kimi kanar, kimi kandırılır, kimi de girdiği bataklıktan kurtulmaya çalışır. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, sonunda yakayı ele verir, polis yakalar. Suçlu mahkemeye çıkarılır. Hakim kararını verir. Zanlı ya suçludur, cezasını çekmek için hapsi boylar ya işlenen suç içeride yatmayacak kadar TCK nezdinde küçüktür, adli kontrol şartı ile salıverilir ya da suçu yoktur, beraat eder veya takipsizlik alır. Kişi kendini dışarıda bulur.

Suçlu bulunan kimselerin bir kısmı cezasını çektikten sonra tövbekar olur, kendisine yeni bir yol çizer. Çoğu zaman iş bulamaz. Çünkü mahkuma kolay kolay iş verilmez.

Ceza aldıktan sonra cezasını çekenlerin çoğu çıkınca tekrar tekrar suça bulaşır. Alışmıştır bir defa. Zaten alışmasa da toplum bu tiplere iyi gözle bakmadığı için bu kişiler yalnızlara oynar, mecburen suça itilir.

Son yıllarda kamuda görev yapan terör örgütü üyelerini tespit etmek için komisyonlar kuruldu. Komisyonlar personelinin kim olduğuna bakmadan hepsini tek tek inceledi. Terör örgütüne üyeliği veya iltisaklı olduğunu tespit ettiklerini önce açığa aldı, ardından ihraç edilmesi için atamaya yetkili makama gönderdi. Üst makam uygun bulmuşsa ihracı onayladı.

Komisyon o kadar geniş yetkilere haiz ki kişinin görevde kalması komisyonun ve üst amirin iki dudağının arasında. Ben bundan şüphe duyuyorum, bizim kanaatimiz bu yönde dedi mi işin küldür. Sen mahkemede yargılanıp berat, takipsizlik almışsın, hiç önemli değil. Zira yetkileri mahkemeden daha geniş. Kastedilen veya ortaya konan suç yeni bir suç değil. Zira mevcut durumuna bakmıyor. Seni geriye dönük bir güzel inceliyor. Geçmişte suç olmayanlar karşına bunları bunları işlemişsin diye dökülüyor. Dosyan gittikçe kabarıyor. Bu işte müruruzaman da yok, kurtuluşun da yok, elinden tutan da yok. Yapmayaydın diyor.

Komisyon, hakim, savcı, avukat gibi hukukçulardan mı oluşuyor? Hayır. Devlet veya kamu görevlisi olarak görev yapman ve muhakkik olarak görevlendirilmen yeterli. Astığı astık, kestiği kestik. Hata varsa OHAL Komisyonundan veya idari mahkemeden döner. Bu durumda zaten bir mağduriyet de olmaz. Zira geri göreve döndüğünde tazminatını geri alacak. Ayrıca bu konu savsaklamaya gelmez. Çünkü burada terörle bir mücadele yapılıyor. Devlet bu tür teröristlerden temizlenmeliydi. Keşke hakkında soruşturma açılanlar, komisyon üyeleri kadar temiz ve sütten çıkmış ak kaşık olabilselerdi.