Ana içeriğe atla

Zamanın Ruhunu Yakalayabilmek ***


Son yıllarda sıkça dillendirdiğimiz "Değişmeyen tek şey değişimdir" sözüdür. Zira her şey değişiyor. Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle değişim daha bir hızlandı. Hiçbir şey dünkü gibi değil. Yaşam tarzımız, giyim kuşamımız, aile yapımız, yetişme tarzımız da bu değişimden nasibini aldı. Örf-adetler, ahlaki ilke ve değerler de değişimden etkilendi.

Günümüzde mahalle baskısına boyun eğmeyen, anne ve babayı dinlemeyen, öğretmeni rol model olarak almayan; toplumun yerleşik düzenini, yaşam tarzını ve değer yargılarını iplemeyen bir nesil var. Ben bir bireyim ve özgürüm, beni bu şekilde kabul edin. Yoksa siz bilirsiniz diyen ve özgürlüğünden ödün vermeye yanaşmayan bir gençlik var. Farklılığını göstermek ve bir farkındalık oluşturmak için kendisini farklı şekil ve şemailde göstermeye çalışıyor. Kah kulağına küpe takıyor kah saçını kadın gibi uzatıyor, sakal koyuyor, değişik aksesuarlarla kendini süslüyor, modayı takip ediyor, aldığı elbiseyi tam vücuduna göre alıyor, bizim yediğimizi yemiyor, içtiğimizi içmiyor, TV izlemiyor; yolda, çarşıda, araçta kimseyle konuşmuyor, kulağında kulaklık bana mısın demiyor. 

Apolitik gibi görünen bu nesil, polisten korkmuyor, askerden çekinmiyor, mülki amiri önemsemiyor. Öğretmene beklenildiği gibi saygı göstermiyor. Anne-babaya karşı geliyor.

Orta yerde bizim yetişme tarzımızdan farklı bir nesil var iken biz onlara eski gelenekleri ve saygı anlayışlarını dayatmaya çalışıyoruz. Çünkü biz saygının alasını büyüklerimize gösterdik. Şimdi sıra onlarda diyoruz.

Veli ve öğrenci profili farklılaşmışken öğretmen, kendisine saygı gösterecek ve kendisini sorgulamayan veli ve öğrenci istiyor.
Vatandaş farklılaşmış iken mülki amirler eski vatandaşı arıyor. İstiyor ki karşısında ayak ayak üstüne atan biri olmasın. 
Devlet bile kendisini vatandaşın hizmetinde bir hizmetkar olarak görmeye başlamışken devleti taşrada temsil edenler, hizmet yerine eskisi gibi vatandaşa ayar vermeye çalışıyor.
Devlet memurlarının iş yerinde ne şekilde giyineceğini belirten yönetmelik hala yürürlükte olmasına rağmen memurlar, "sivil itaatsizlik" adı altında okul, kamu kurum ve kuruluşlara aykırı kılık kıyafetle gidip geliyor.

Baş döndüren bu hızlı değişime ayak uydurmak bir nevi zamanın ruhunu yakalamak, çağı okumak, ona göre hareket etmek ve ona göre proje geliştirmek demektir. Değilse ya oyun dışı kalırız ya da zamanın ruhu ile çatışır dururuz. Hz Ali "Çocuğunuzu kendi zamanınıza göre değil, yaşadığı döneme göre yetiştirin" derken öyle zannediyorum zamanın ruhuna işaret ediyordu. Bence büyükler bu mevcut duruma bakarak zamanı anlamaya çalışsalar daha iyi ederler. Yoksa mahcup olmaya devam ederler. Yok, eskisi gibi olsun, bunlar bizim değerlerimizdir, yaşatalım diyorlarsa bu işi kırıp dökmeden, insanların psikolojisini bozmadan ve onların onurlarıyla oynamadan edebince yapmalılar. Şayet böyle yapmazlar ise kaybedenler hep kendileri olacaktır. Unutmasınlar ki geçmiş yaşanıp bitmiştir ve dünde kaldı. Bugüne dair söyleyecekleri ve tedavileri varsa usulünce yol göstersinler. Yoksa sussunlar... Zamanın ruhunu yakalayabilmek, zamanı okuyabilmek, çağa uygun nesiller yetiştirmek ve kendisini bu çağa göre uyarlamak, okumak ve okutmak ve bu işi kırıp dökmeden yerli yerince nezaket kurallarına uyarak yapmak sadece öğretmenlerin görevi değildir. Bu iş aynı zamanda mülki amirlerin de görevidir. İmam osurursa cemaat ne yapar?

***26/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde