Ana içeriğe atla

Bir Yanlış Bir Başka Yanlışla Düzeltilmez *


Usul, yol, yöntem bilmek ve adabı muaşeret dediğimiz nezaket kurallarına riayet etmek asıl olandır. Bunu herkes ister. Zaman zaman nezaket ve görgü kurallarına uymayan insanımız olmuyor mu? Oluyor elbet. Mesela bir büyüğün karşısında bacağı bacak üstüne atıp oturmak bizim toplumun saygı anlayışına uymaz. 

Bu durumda ne yapmak lazım? Kişi bu şekil oturmasına devam etmeli, ses çıkarılmamalı mı? Yapanın yanına kar kalmamalı. Mutlaka tepki verilmeli. Ama bu tepki nasıl gösterilmeli?

*İsim belirtmeden, kişinin yüzüne bakmadan üstü kapalı bir şekilde genel bir uyarı yapılabilir. Kulakları çınlasın! Burnunu karıştıran bir öğrenciyi gördüğünde Recai Gümüş, başını havaya dikerek "Yavrum! Çöp sepeti gibi burnunu karıştırıp durma" derdi. Herkes bu kim diye bakardı. Ama öğretmen kimse değil diyerek şahsın kim olduğunu söylemezdi. Peygamberimiz de herkesi rahatsız eden bir koku sürünen bir kimseyi görünce "Bazılarına ne oluyor ki insanları rahatsız edecek şekilde koku sürünüyor" şeklinde genel bir hatırlatma yapardı.
*Kişiyi uyarması için birini yanına gönderebilir. Bu durumdan kimsenin haberi olmayabilirdi.
*Toplantı ve program sonrası kişi yanına çağırılarak "Bu şekil oturuş çok dikkat çekti. Böyle oturmazsanız memnun olurum" denebilirdi.
*Konuşma esnasında dikkat çeken oturuşla ilgili kıssadan hisse alınsın diye "Arkadaşlar! Daha önce bir başka yerde bir toplantıda konuşma yaparken protokol ve görgü kurallarına uymayan birine gözüm ilişmişti. İçinizde böyle oturan yok. Sizi tebrik ediyorum" diyerek faullü oturan kişinin kendisine çekidüzen vermesini sağlayabilirdi.

Böylesi durumlarda yapılmaması gereken, kişinin kalabalık içerisinde muhatap alınarak uyarılmasıdır. Çünkü bu, bir yanlışın bir başka yanlışla düzeltilmesi demektir. Kişiyi topluluk nezdinde rencide etmektir. Kimsenin buna hakkı yoktur. Burada yapılabilecek bir başka yanlış da yanlışı yanlışla düzelteni alkışlamaktır. Zira bu alkış "İyi yaptın. Helal olsun sana. Bacağı bacak üstüne atana iyi haddini bildirdin" şeklinde bir destek açıklamasıdır.

Evet, “Bir yanlış, bir kötülük gördüğümüz zaman elimizle düzelteceğiz, buna gücümüz yetmiyorsa dilimizle düzelteceğiz, buna da gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğzedeceğiz.” Ama bunu nasıl yapacağız? Kırmadan, dökmeden, insanların onurunu koruyarak maksada ulaşmalıyız.

Unutmayalım ki yerinde, usulünce yapılmayan uyarılar ters tepebilir. Çünkü kişi topluluk içerisinde rencide olmuştur. Yaptığının yanlış olduğunu bilmesine rağmen bir başka yerde de aynı yanlışı sergilemeye devam edebilir. Kaş yapalım derken göz çıkarmayalım. Aman dikkat!

* 27/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde