24 Kasım 2019 Pazar

Ah Şu Beklentilerim Ah!


Öğretmenler günü münasebetiyle üç gün önce düzenlenen kahvaltı programına katılmak için giderken arabamın tekerine çivi batması sebebiyle kahvaltıdan sonra zorunlu ve hummalı bir çalışma ile tekeri değiştirebildim. Amatörce yaptığım bu iş saatlerime mal oldu. Akşamı nasıl yaparım bugün derken iş esnasında vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Madem güne lastiğimin patlamasıyla başlamıştım. Bu vesileyle kışlık lastikleri de değiştirip aradan çıkardım. Patlayan lastiğin tamiri ve yaz-kış lastik değişimi derken cebime sıkışan parayı lastikçiye verdim. 

Yıllardır hiç patlamayan lastiğimin bir öğretmenler günü münasebetiyle düzenlenen yemeğe giderken patlaması, üzümünü yediğim bağını sormadığım kahvaltıdan Allah razı olmadı demek ki. Halbuki günüme dair bir kahvaltı buldum diye ne kadar sevinmiştim. Ne ummuştum ne buldum. Çıkacağı ve olacağı varmış demek ki… Bu da benim kulağıma küpe olsun.
*
24 Kasım öğretmenler günü sabahında eşimin kahvaltı hazır sesiyle uyandım. Bakalım kahvaltıda beni neler bekliyordu. Ne de olsa günümdü bugün. Felekten bir gün çalacaktım. Bir sevinç bir sevinç… Nasıl da sevinmem. Sene de bir gün ne de olsa.

Kahvaltı için mutfağa indim. Ne vardı masada? Tost. İyi ya, bundan iyisi can sağlığı demeyin. Tostu küçümsediğimden değil şaşkınlığım. Tostu da severim. Ama tost benim okulda simitten sonra milli katığım. Açlık hissettiğimde atıştırmalık olsun diye kantinden sipariş ederim. Şaşkınlığım geçtikten sonra “Bu da ne? Böyle bir günde kahvaltıda tost reva mı? Günümü böyle mi kutlayacaksın” demek istedim. Nasıl söylerim? Böyle bir günde aile faciası demekti bu. Bana “Eve bal börek getirdin de ben önüne koymadım mı” dese zoruma gitse de içime atarım. Zira haklı. Ya eşim, 6284 sayılı kanunun kendisine verdiği hakkı kullanmaya kalkar da polise veya adliyeye giderek “Önüne koyduğum yemeği beğenmedi. Bana öyle bir baktı ki korktum. Evden uzaklaştırma talep ediyorum” dese işte bu yandığımın resmidir. Çünkü altı ay evden uzaklaştırılmam garanti. Ondan sonra 6 ay boyunca evin etrafında dolaş dur. Olur mu demeyin. Çünkü “kadının beyanı esastır”. Eşim yapar mı böyle mutlu günümde? Ne bugün ne de bir başka gün aklına böyle bir şey gelmez. Ama televizyonlarda “Falan kimse, eşine şunu dediği için evden uzaklaşma aldı” gibi haberleri duya duya, “Benim neyim eksik? Bir de ben beyanda bulunayım” dese gel de çık işin içinden o zaman. İçime atıp sesimi çıkarmadım. Okulda zaman zaman yediğim rutin tostumu yedim. Ne ummuştum ne bulmuştum. Buna da şükür.

Eşim belki akşam benim için bir ziyafet düşünmüştür. Kahvaltıda değilse niye akşam olmasın dedim. Acaba ne pişirebilir diye bir düşüncedir aldı beni. Hay Allah! En son pazardan bana pırasa aldırmıştı. Pişirse pişirse ancak pırasa pişirir dedim. Akşam yemeğindeki ziyafet beklentim de akşam olmadan suya düştü. Bereket, bir düğün daveti vardı. O düğüne katılarak Konya’nın milli yemeği Konya pilavını yedim. Pırasa, gözümün önüne geldikten sonra bu Konya pilavı bana tam bir ziyafet oldu.

Hasılı, başıma gelenler ve bir türlü gerçekleşmeyenler hep benim beklentilerimdir. Bir beklentim olmasa, hiçbir şey ummasam aslında hayat yaşamaya değer. Bu beklentilerden kurtulmadıkça hayat bana zindan olmaya devam edecek.

Komisyonların Marifeti

Hiçbir anne baba bir suç işlesin diye dünyaya getirmez. Aynı şekilde çocuk da suç işlemek için dünyaya gelmez. En problemli aile bile çocuğunun dünyada mutlu ve iyi olmasını ister. Hakeza çocuk da öyle. Ama burası dünya. İnsan olup da suç işlemeyen, hata ve yanlış yapmayan var mı? Çünkü bu dünya suç makinesi gibi. Ürettikçe üretir.

Suçu dünyaya atma niyetim yok. İnsanın olduğu yerde suç da vardır. İyi biri olmak için yola çıkanın çoğu yollarda kaybolur. Kimi kanar, kimi kandırılır, kimi de girdiği bataklıktan kurtulmaya çalışır. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, sonunda yakayı ele verir, polis yakalar. Suçlu mahkemeye çıkarılır. Hakim kararını verir. Zanlı ya suçludur, cezasını çekmek için hapsi boylar ya işlenen suç içeride yatmayacak kadar TCK nezdinde küçüktür, adli kontrol şartı ile salıverilir ya da suçu yoktur, beraat eder veya takipsizlik alır. Kişi kendini dışarıda bulur.

Suçlu bulunan kimselerin bir kısmı cezasını çektikten sonra tövbekar olur, kendisine yeni bir yol çizer. Çoğu zaman iş bulamaz. Çünkü mahkuma kolay kolay iş verilmez.

Ceza aldıktan sonra cezasını çekenlerin çoğu çıkınca tekrar tekrar suça bulaşır. Alışmıştır bir defa. Zaten alışmasa da toplum bu tiplere iyi gözle bakmadığı için bu kişiler yalnızlara oynar, mecburen suça itilir.

Son yıllarda kamuda görev yapan terör örgütü üyelerini tespit etmek için komisyonlar kuruldu. Komisyonlar personelinin kim olduğuna bakmadan hepsini tek tek inceledi. Terör örgütüne üyeliği veya iltisaklı olduğunu tespit ettiklerini önce açığa aldı, ardından ihraç edilmesi için atamaya yetkili makama gönderdi. Üst makam uygun bulmuşsa ihracı onayladı.

Komisyon o kadar geniş yetkilere haiz ki kişinin görevde kalması komisyonun ve üst amirin iki dudağının arasında. Ben bundan şüphe duyuyorum, bizim kanaatimiz bu yönde dedi mi işin küldür. Sen mahkemede yargılanıp berat, takipsizlik almışsın, hiç önemli değil. Zira yetkileri mahkemeden daha geniş. Kastedilen veya ortaya konan suç yeni bir suç değil. Zira mevcut durumuna bakmıyor. Seni geriye dönük bir güzel inceliyor. Geçmişte suç olmayanlar karşına bunları bunları işlemişsin diye dökülüyor. Dosyan gittikçe kabarıyor. Bu işte müruruzaman da yok, kurtuluşun da yok, elinden tutan da yok. Yapmayaydın diyor.

Komisyon, hakim, savcı, avukat gibi hukukçulardan mı oluşuyor? Hayır. Devlet veya kamu görevlisi olarak görev yapman ve muhakkik olarak görevlendirilmen yeterli. Astığı astık, kestiği kestik. Hata varsa OHAL Komisyonundan veya idari mahkemeden döner. Bu durumda zaten bir mağduriyet de olmaz. Zira geri göreve döndüğünde tazminatını geri alacak. Ayrıca bu konu savsaklamaya gelmez. Çünkü burada terörle bir mücadele yapılıyor. Devlet bu tür teröristlerden temizlenmeliydi. Keşke hakkında soruşturma açılanlar, komisyon üyeleri kadar temiz ve sütten çıkmış ak kaşık olabilselerdi. 


Öğretmenler Günü ve Öğretmene Dair

Bil ki öğretmenim! Her 24 Kasım'da yılda bir defa anılır; fedakar, cefakar diye övücü sözler duyarsın. Günün adına bir yemek verirler. Onun da sponsoru meçhuldur. Bağını sormadan yediğin üzüm bir güzel kılıfına uydurulmuştur. Çoğu kimsenin sesini çıkarmadığı bir ortamda, içine sinmese de arabozanlık yapmamak için sesini çıkarmazsın ya da birkaç arkadaş ortamında bu meseleyi dillendirirsin. Tüm kutlamanın hepsi bir günde biter.

Bu sene biraz şanslısın. Seni övmek ve seni kutlamak için bir hafta ayrıldı. Kimse 24 Kasım'ı beklemedi. Hafta içi öğrencilerle beraber kendi hazırladığın programı dinler, duygulanır, kendi kendini ağırlarsın.

Yetmez mi bu kadar? Yetmez dersen daha ne istersin be kardeşim derim. Üstelik Sayın Bakan da kutlama mesajı gönderdi. Yüzü görünce astarını isteme. Karnın doyduğuna, sanal alemde kutlama mesajları aldığına, öğretmen meslektaşlarınla birlikte birbirinizin gününüzü körler, sağırlar misali ağırladığınıza göre haydi derse artık. Bu gazla/havayla senden, gücünün üzerinde bir efor bekliyorum. Uçur çocuklarımızı. Gönlümüzden geçen meslekleri ve okulları derece ile kazansın çocuklarımız. 

3600'e takılıp kalma. Bu konuda çok beklenti içerisine girme. Zira ayağına takılır, düşersin. Er veya geç, bir gün çıkar ama sen o zaman yaşar mısın bilemem. Ama sen fedakar ve cefakarsın. Sana nasip olmasa da çocukların hatta torunların öğretmen olur, Türkiye'nin bütçesi düze çıkar ve fazla vermeye başlar, devletin başka harcayacak yeri olmaz ise belki o zaman 3600 katsayısı çıkar. Zaten çıkarsa o zamanlar emekli olsan bile seni de kapsayacak. Zira siyasetçi sözü var burada. Dua et, uzun yaşa.

Ayrıca boş ver 3600'ü. Eskiden 3600 mü vardı? Senden önceki emekçi öğretmenler 3600 olmadığı için ölmediler, namarde de muhtaç olmadılar. Rakamlar senin işin değil. Çocuklara dokunmaya çalış. Elindeki sihirli değnek ile öyle dokun ki yukarıda dediğim gibi çocuklar eğitimde, öğretimde, bilimde ve davranışta uçsun. Yakalayabilene aşk olsun! Çocukları muntazam bir şekilde yetiştirirken hiç malzemeye ihtiyacın yok. Bu cevher sende var, damarlarındaki asil kanda dolaşıyor. Malzeme sensin. Sen varken başka malzeme zaittir. Asla yardımcı kaynak isteme. Okulda deneme yapma. Yapıyorsan da yapmamış gibi görün. Sınavlarının hepsini çoktan seçmeli test yapma. Belki bir tanesini yapabilirsin. Çoktan seçmeli sınav, merkezi sınav yapmakla yükümlü MEB, ÖSYM, kurs ve etüt merkezlerinin işi. 

Sen işine yoğunlaş. Bu işi yaparken "Çocuklar ders dinlemiyor, yaramazlık yapıyor, ödevini yapmıyor, temeli zayıf" gibi mazeretler üretme. Çocukları kendi gözünle değil, ailelerinin gözüyle değerlendir: "Aslında çok zeki ama çalışmıyor". Sen veliden daha mı iyi bileceksin çocuğunu. Hele yaramazlığından dolayı görüşmek için veliyi okula falan çağırma. Veliyi okula çağıran Diyarbakır'da görev yapan müdür yardımcısının başına ne geldiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Çocuklara düşük not verme. Zira verdiğin her düşük not senin başarı karnendir. Yüksek not ise öğrencinin. Ayrıca yüksek not, iyi bir lise seçiminde ve YKS hesaplamalarında lazım olur. Sonra yüksek notu cebinden mi veriyorsun da sermaye kaybı yaşayacaksın? Ver ki hiçbir gerçek ortaya çıkmasın. Öğrenci ve veliyi sevindir ki sen de rahat edesin. Zaten onları mutlu etmek için var olduğunu unutma! Yoksa...

Bu arada MEB'in yeni başlattığı "Öğretmen Kütüphanesi" projesi ile kendini geliştirmeye bak. Önce bir kitap al, bu kitabı oku. Okuduğun kitabı "Öğretmen Kütüphanesi"ne bağışla. Diğer öğretmenlerle kitap değiş tokuşu yap. Okuduğun kitaptan akılda kalanı veya önemli gördüğün bir cümleyi adın soyadın ile birlikte oluşturulan deftere not etmeyi unutma.

Öğretmenler günün kutlu olsun!