20 Kasım 2019 Çarşamba

"Öğretmen Kütüphanesi" *


Eğitim ve öğretim alanında sınıf geçemeyen MEB'in en iyi yaptığı işlerden biri de proje üretmektir. Okulların ve MEB'in ürettiği projenin sayısı saymakla bitmez. Düşünülür, taşınılır, ortaya bir proje konur. Bir heyecanla başlatılır. Büyük ses getireceği düşünülür. Ses getirse de projeler çok uzun soluklu olmaz. Çünkü başlangıçtaki heyecan kalmaz. Bir müddet sonra ya kaldırılır ya da yerine getirilmesi gereken bir rutine döner. Adı konmasa da bu projelere "Hazırla-başlat-çöpe at" projesi denebilir. Çünkü başlarken ses getiren, çoğu projenin yarını yoktur. 

Milli Eğitim Bakanlığı, "Öğretmen Kütüphanesi" başlıklı bir projenin startını verdi. Bu projeyi diğerlerinden farklı kılan, bu projenin öğretmenlere yönelik olmasıdır. İçeriğini tam bilmemekle beraber projenin uygulanışı, anladığım kadarıyla şu şekilde olacaktır: Öğretmenler odasına bir kütüphane kurulacak. (Kütüphane ile kastedilen kitaplık olmalı. Çünkü çoğu öğretmenler odası, fiziki yönüyle kütüphane kurmaya elverişli değil.)  Konan bu kitaplığa öğretmenler kitap bağışında bulunacak. Bu kitapları öğretmenler, dönüşümlü olarak okuyacak. Okunan kitaplardan önemli görülen yerleri veya akılda kalan kısımları öğretmenler, oluşturulan/tutulan not defterine ad ve soyadı belirterek yazacak. Yazılan bu notlar okul ismi belirtilerek sosyal medyada paylaşılacak. 

MEB'in başlattığı bu proje, uzun soluklu olur mu? Başlamasıyla bitmesi bir mi olur? Verim alınır mı? Yerine getirilmesi zorunlu bir rutine mi döner? Tüm bunları zaman gösterecek. Bekleyip göreceğiz. Anladığım kadarıyla MEB benden kitap okumamı istiyor. Öğrencilere okuttuk, sıra bizde. Bu proje ile bana kitap okuma ödevi veriyor MEB. Bu demektir ki elime kitap alacağım. Almakla kalmayıp okuyacağım. Okumakla kalmayacağım. Okuduğumu not alıp not defterine geçeceğim ve bu notum; adım, soyadım ve okulumla birlikte sosyal medyada paylaşılacak. Bakalım ne kadar beğeni alacağım.

Gördüğünüz gibi MEB bu konuda ciddi. Bu yaştan sonra bana kitap okutacak. Okuduğumu anlamak için kafa yoracağım. Kafanın yorulmasından geçtim. Gözümü de yoracağım. Haydi bunu da geçtim. Dağarcığıma bilgi girecek. Haydi girsin. Hepsinden geçtim. Anladığımı yazmamı istiyor benden. Anlamak ve ben? Ne kadar yabancıyız birbirimize. Anlamak için kendimi vermem ve düşünmem gerekecek. 

Bereket MEB, kitap okuma saati ayarlamıyor, günlük kaç sayfa okudun, okuduğunu anlat veya kitabın özetini çıkar ve sisteme gir demiyor. Şu isimli kitapları oku, falan tarihte sınav yapacağım, yılsonunda  sana karne vereceğim, tıpkı öğrencilere verdiğim gibi demiyor. 

İş ciddi anlayacağınız. Nasıl okuyacağım bu yaştan sonra? Göz görmez, kulak duymaz, anlama melekelerim zayıfladı. Allah vere de bu projeden öğrencilerin haberi olmasa. MEB ile benim aramda kalsa. Öğrencinin haberi olursa "Öğretmenim! Nasıl gidiyor kitap okumak? Hangi kitabı okuyorsun? Bugün kaç sayfa okudun? Kitabın ana fikri ne?" der durur. Çocuğun ağzını büzemem ya! Hele ardından "Nasılmış kitap okumak? Bize hep oku der dururdun. Şimdi gör gününü" der de bu yaştan sonra çekemem.

* 23/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Derdimiz/Dersimiz FETÖ

Türkiye 17-25 Aralık 2013 süreciyle birlikte "Paralel Devlet Yapılanması ile tanıştı. Aynı yapı 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle FETÖ diye anılmaya başlandı. Kanlı darbe teşebbüsünün üzerinden üç yıl geçmesine rağmen FETÖ ile mücadele tüm hızıyla devam ediyor. Operasyon üzerine operasyon yapılıyor. Tüm dert, devletin içine çöreklenmiş, devletin kendisi olmuş, kısa zamanda devasa bir güce ulaşmış, devlet içinde devlet olmuş sinsi bir örgütten kurtulmaktır.

FETÖ belasından kurtulmak, örgütü çökertip yok etmek için devlet yoğurdu üfleyerek yiyor, kılı kırk yarıyor. En ufak bir duyumu bile dikkate alıyor. Herkesten şüphe ediyor. Devlet topyekûn giriştiği bu mücadeleden nasıl çıkar? Sonucu ne olur? Bunu zaman gösterecek.

FETÖ konusunda halkımız ne durumda?
Bir kesim vardır ki onlara göre hemen hemen herkes FETÖ'cü. Bunlarla sonuna kadar mücadele edilmeli, hiç acıma ve merhamet gösterilmemeli, kamuda çalışanların görevlerine son verilmeli. Çünkü bunların eline imkan geçmiş olsaydı neler yaparlardı neler! Mücadele edilirken bazı mağdurlar da olabilir. Sonra görevlerine iade edilirler.

Bir diğer kesime göre FETÖ'nün siyasi ayağı ortaya çıkarılmadı. Onlar korunuyor. Siyasi ayak ortaya çıkarılmadıkça FETÖ ile mücadele olmaz.

Bir başka kesime göre FETÖ ile mücadele falan yok. Hepsi faso fiso. Operasyon yapılan, ceza alan hep alt kesim. Üst kesime dokunulmuyor. Çünkü üst kesimde olanların çoğu FETÖ artığı. FETÖ ile mücadelenin başarılı olması için temizliğe üstten başlanmalıydı. 

Bir diğer kesime göre FETÖ ile mücadelede sap ile saman karıştırılmış, kişilerle mücadeleye dönüşmüştür. Biri yerinden mi edilecek. Onun için FETÖ ile mücadelede pasif kaldı, mücadele etmedi, korudu, geçmişte onlarla beraberdi, hatta onlar hakkında falan tarihte şöyle diyordu deniyor. 

Bir başkasına göre FETÖ ile mücadele etmek için adı geçen yapının cemaat ile örgüt boyutunun ayırt edilmesi gerekirdi. Toptancı anlayış ve hepsini aynı kefeye koyup insanları fişlemek ve onları töhmet altında bırakmak onulmaz yaralar açacak ve toplumsal barışı yaralayacaktır.

Bir başkasına göre FETÖ ile mücadele tarihi olarak 17-25 2013 Aralık'tan ziyade 15 Temmuz 2016 tarihi esas alınmalıdır.

Bir başka kesime göre FETÖ ile mücadele ediyoruz denerek torpil ve adam kayırmacılığın önü açıldı. Sözlü sınavların yazılıların önüne geçmesi, atama ve yükselmelerin bir cemaat veya sendikaya ait olması toplumsal barışı zedelemiştir...

Vücudumuz Bir Emanettir *


İster kabul edelim ister kabul etmeyelim, vücudumuz Allah'ın bize bir emanetidir. Ne demek emanet? Önce emanetin anlamına bir bakalım. Emanet "Birine, geri alınmak üzere, geçici olarak bırakılan, teslim alan kişice korunması gereken eşya, kimse vb." demektir. Emanetin bu tanımından anladığımıza göre bize teslim edilen bu emaneti gözümüz gibi korumalıyız. Canımızın istediği gibi hoyratça kullanamayız. Şayet kullanırsak hıyanet etmiş oluruz.

Vücudumuzun emanet oluşu sadece nefes alıp verdiğimiz hayatla sınırlı değildir. Öldüğümüz zaman da devam eder. Tek farkı, ölünceye kadar vücudumuzun tasarrufu bizde iken öldükten sonra geride kalanlara emanettir. Bu emanetin muhafaza edileceği yer de asıl mayamız topraktır. Zira topraktan geldik yine toprağa ait olacağız. "Benim cesedimi yakın" gibi vasiyetler emanet anlayışına terstir. Biz kim oluyoruz ki cesedimizin yakılmasını vasiyet ediyoruz? Sonra ne hakkımız var? Kimin malını kimden kaçırıp yaktırıyoruz? Akla muhal böylesi vasiyetler kesinlikle yerine getirilmemelidir. Ancak makul vasiyetler yerine getirilir.

Kimse mezarlarda yer kalmadı, insanlar üst üste konuyor, benim mezarım geride kalanlara yük olmasın gibi gerekçelerin arkasına sığınmasın. Gerekirse naaşlar üst üste konur ama asla yakma yoluna gidilemez. Ahiret inancı olan, emanetin önemini bilen birileri böyle bir maceraya giremez. Bırakalım cesedimizi gömecek yeri arkada kalanlar düşünsün.

Öldükten sonra ahiretin varlığına inanmadığı için veya yaktırmak suretiyle cesedini ortadan kaldırmayı ve öbür dünyada hesaba çekilmekten kurtulacağını düşünenler varsa bilsinler ki Allah için yeni bir beden yaratmak zor değildir. Ol der, oluverir. Ayrıca yakmak Allah'a mahsustur. Kimse yetkisinde olmayan bir tasarrufu kullanamaz. Kullanırsa ne olur? Hadsizlik etmiş ve üzerine vazife olmayan bir iş yapmış olur.

Söz, bedenin emanetinden açılmışken yaşarken de bedenimiz üzerinde istediğimiz gibi davranamayız. Zararlı alışkanlıklara karşı bedenimizi korumak zorundayız. Vücut ve akıl sağlığına zarar verecek yiyecek ve içeceklerden sakınmalıyız. İstediğim olmadı, bu dünya yaşanacak gibi değil, artık kaldıramıyorum gibi gerekçelerle intihara kalkışmak yine emanete ihanettir. Kendi canımıza kıyma gibi bir ihanete kalkışamayacağımız gibi meşru savaş ve kısas dışında bir insanın canını almak da emanetin ruhuna aykırıdır.

* 22/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.