26 Ekim 2019 Cumartesi

Giyim Tercihlerimiz

İnsanımız giyim ve kuşamda birbiriyle yarışıyor. İhtiyaç olsa da alıyor, ihtiyaç olmasa da. Tek giyimlik elbiselerimiz de eksik değil bu arada. 

Giyim ve kuşam için normal alışverişlerin dışında bir de düğün, bayram gibi özel günlerimizde giymek zorunda olduğumuz elbiseler olur. O kadar elbisenin içinde ne giyeyim telaşesi başlar. Gardroba bir göz atarak şunu mu giyeyim, bunu mu giyeyim; şunu giysem altına bu olmaz, bunu giysem üstüne şu gitmez deriz. Ne yapsam diyerek bir düşüncedir alır bizi. Fazla düşünmeye gerek yok deyip soluğu alışveriş mekanlarında alırız. Bu dünyaya bir daha mı geleceğiz sanki. Kefen giydirilmeden önce şöyle biraz giyinelim, hem de yakışan cinsten olsun. Sonra milletin içerisinde elalem ne der? Çünkü herkes bana değil, ne giymiş diye elbiseme bakacak. Rüküş bir şekilde giyinirsem tanıdıklarımın yüzüne nasıl bakarım sonra. Beğendiğim elbise biraz tuzlu olacak ama olsun. Para sorun değil. Nasılsa nakiti kaldırdık. Çektirdiğim kartın borcu bir ay sonra bir şekil ödenir. Milletin içerisinde moralim bozuk bir şekilde arzı endam etmektense keyfimi getirecek bu elbiseyi almalıyım. Hele bir de elbiseyi üzerimde görenler daha bana selam verip hal hatır sormadan önce "Ay! Elbisen ne güzel yakışmış" derse keyfime diyecek olmaz. Kafama takılıp aklımda kalacağına elbisem üzerimde olsun. Sonra ben o kadar fazla almıyorum ki...başkalarını bir görsen...bir giydiğini bir daha giymiyor. Ben yine iyiyim. 

Bu anlattığım giyim kuşam ve alışveriş düşkünü insan sayısı çevrenizde az değildir. Bu ben değilim anlayacağınız. Bana gelince ne bayram ne seyran ne düğün ne de dernek dinlerim, ne bulursam onu giyerim.  Gömlek pantolona uymuş mu, ayakkabı bu pantolona gider mi demem giyerim. Yani ne bulursam onu giyerim. Başkası ne der, yakışmış mı demem, üzerime geçiririm. Önemli olan temiz olması, yırtık olmamasıdır. Giydiğimi de kirleninceye kadar giyerim. Naçar kalmadığım müddetçe de yenisini almam. Yenisini alırken de marka ve pahalı ve de çok ucuz olanını almam. Ortasını alırım. Yaşım gereği ayağım ve boyum uzamasa da vücuduma göre almam. Ne olur ne olmaz deyip biraz gemi ve bol olanını alırım. Yani eski kafayım anlayacağınız. 

Size iyi alışverişler ve giyimler!

Suçlusun Öğretmenim! *

Toplum içerisinde halk ile iç içe olan bazı meslek grupları vardır ki çoğu zaman şiddete maruz kalırlar. Doktorluk ve öğretmenlik bu meslek gruplarının en başında gelir. İlk olmayan ve böyle giderse son olmayacak olan en son şiddet olayı da Diyarbakır'da bir okul bahçesinde öğrencilerin gözü önünde cereyan ediyor. 

Olayın iç yüzünü bilmemekle beraber basına yansıdığı kadarıyla okulun müdür yardımcısı, bir öğrencinin hal ve hareketlerinden dolayı velisini okula çağırtır. İki oğluyla beraber okula gelen veli, okulun müdür yardımcılığı görevini de yapan Görsel Sanatlar öğretmenini bahçede bir güzel döver. Veli, görüşmeye iki oğluyla beraber geldiğine göre öyle zannediyorum evinden gelirken taammüden kavga etmeye daha doğrusu öğretmeni dövmeye ve had bildirmeye gelmiş. 

Açılan soruşturmadan ne çıkar, olayın iç yüzü ne kadar ortaya konur bilmiyorum. Ama konu, velinin okula gelmesinden ibaret olmasa gerek. Bu olayın öncesi olmalı mutlaka. Değilse okula veli çağırmakla durduk yere kavga çıkmaz. 

Hepinizin okuduğu bu olayı ben basında çıktığı yönüyle değerlendireceğim ve veliye hiç toz kondurmadan şamar oğlanı öğretmene verip veriştireceğim izniniz olursa. Eti senin kemiği bizim, atış serbest dediğinizi duyar gibiyim. Aklınızla bin yaşayın. Ben de öyle düşünüyorum.

Öğretmenim! Neyine senin bir veliyi okula çağırmak? Veli kim, sen kim? Yerini ve haddini bilsen olmaz mı? Görüyorum ki haddini ve yerini bilmiyorsun. Eğer böyle devam edersen birileri şekil A da olduğu gibi sana haddini bildirir. 

Sen ki bir marabasın. Öğrenci ve veli ise efendidir. Efendisine hizmet için var olan bir marabanın yaramazlığından dolayı bir veliyi okula çağırması da ne oluyor! Sonra sen kimsin? Etin ne, budun ne? Veli ve öğrenci nezdinde hatta milli eğitim yetkililerinin gözünde değerin ne ki veliyi okula çağırmaya kalkıyorsun? Bil ki Yalova Kaymakamı kadar değerin yok. Sonra kim takar Yalova Kaymakamını! 

Bil ki problem öğrenci yoktur, problem veli de yoktur. Kendisi başlı başına sorun olan öğretmendir ve okul yönetimidir. Siz olmasanız bu okullar sorunsuz eğitim ve öğretim yaparlar. Ah, sorun olduğunuzu bir bilseniz! Keşke başkasına telkin vermeden önce kendinizin ne olduğunu ilk önce kendiniz bir öğrenseniz. 

Öğretmenim! Sen kendinde misin gerçekten? Çocuğunu şikayet etmek için bir veliyi okula çağırmak, affedilecek bir hata değildir. Sonra kıymetli vaktini çalarak veliyi okula çağırmaya ne hakkın var? Çocuk yaramazlık yapacak elbet. Sana düşen çocuğun yaramazlık yapmasına hoşgörü ile yaklaşmak. Adı üzerinde o bir çocuk daha. Ayrıca o çocuğun yaptığı sana göre yaramazlık. Veliye göre normal bir şey onun yaptığı. Çünkü o, kötülük nedir bilmeyen bir melektir velinin gözünde. 

Bereket senin bu yaptığına karşılık veli, okulu silahıyla basıp sana kurşun yağdırmadı. Şimdilik ufak çaplı bir tırpanlama ile sana gözdağı verdi. Umarım dikkate alırsın bu uyarıyı. Umarım sana vururken velimizin ve göz bebeği iki oğlunun eline ve ayağına bir şey olmamıştır. 

Aldığın darptan dolayı sana bir şey olmuşsa çok üzülmeyeceğimi bilmeni isterim. Bu uğurda eğitim şehidi de olabilirdin. Ama görüyorum ki nasip olmamış. Hoş başına bir şey gelse de büyük bir camia olan milli eğitim bundan etkilenmezdi. Nasılsa atanmak için sıra bekleyen yüz binler var. Müdür yardımcılığın da önemli değil. Zaten yaptığın evrak memurluğu. Yokluğunda milli eğitim elini sallasa elli meslektaşın birden sıraya girer. Yani yokluğunu aratmazlar. Meslektaşlarının bu dayanışmasını da unutma.

Şimdi sen hızını alamayıp o veliden ve muhterem iki çocuğundan şikayetçi olmuşsundur. Hakkındır. Ama keşke yapmasaydın. Okula çağırarak aldığın kıymetli vaktinden sonra velimiz bir de karakol ve adliyede vaktini harcayacak. Ama olsun, senin gibilerine haddini bildirmek için bu velimiz gerekirse pire için yorgan bile yakar. Velimizin değerli vaktini alsan da bereket bu davadan bir şey çıkmaz. Adalet mekanizmasına bu konuda güvenimiz tam. Nasılsa "Adli kontrol şartı" ile salıverecek. Ki olması gereken de bu. Bir öğretmen için kusura bakmayın da bir velimizi harcamayız. Çünkü veliler ve göz bebeği çocuklar bizim birer velinimetimizdir, küstürülmeye gelmez.

Hasılı öğretmenim! Velimizin vurduğu yerde gül biter.  Velimizin ellerine sağlık ve kendisine geçmiş olsun diyorum.

*28/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Velinin Ellerine Sağlık" başlığıyla yayımlanmıştır.

Zaaflarımız ve Şeytan *

İnsanoğlu, mükemmel bir varlık olarak yaratılmış olmasına rağmen bünyesi zayıflıklarla dolu. Olaylar, çektiği sıkıntılar ve bir şeyin olması için tabiatı zorlarcasına istekte bulunması bu zaafları gün yüzüne çıkarır. Çünkü zayıf yönleri insanın yumuşak karnıdır. Aynı zamanda çetin imtihanıdır.

Tarih sahnesi, insanın zayıf yönlerinden imtihan olmasıyla doludur. Güçlü bir irade gösterilmediği takdirde bu zayıf yönlerine mağlup olmayan yok gibidir.

İblis'in en zayıf yönü kendini beğenmişliği ve kibridir. İyi bir ırkçı ve kafatasçıdır şeytan. Topraktan yaratılan bir varlığın ateşten yaratılan kendisinden üstün olmasını hazmedemez. Ebediyen cehennemde kalacağını bile bile üstünlük fikrinden vazgeçmez ve ilk isyan bayrağını açar. Hak ve batıl mücadelesinde kötülerin temsilcisi olur. Üstünlüğü, Hz Adem'e kaptıran şeytanı ikinci bir zaafı takip eder: kıskançlığı.

İnsanın en zayıf noktalarının başında ölüm korkusu gelir. Makineye bağlı olarak yaşasa da hiçbir insan ölmek istemez. Çünkü insanoğlu tûl-i emel sahibidir. Bu konuda ilk imtihana atamız Hz Adem ve Havva tabi oluyor. Melekler ve cinlere karşı bilgisiyle galip gelen Hz Adem, ebedi ve ölümsüz olma zaafına yenik düşüyor. Kendilerine "Her türlü meyveden yiyin ama şu ağaca asla yaklaşmayın" denmesine rağmen şeytanın iğvasının esiri oluyor Adem ile Havva.

İlk imtihanda zayıf yönleriyle imtihan olan ve kaybeden Hz Adem ile Havva, nasılsa kaybettik, iş varacağına varsın diyerek burnunun dikine gitmiyor ve zaaflarıyla yüzleşerek pişmanlık duyuyor ve tövbe ediyorlar. Hatasıyla yüzleşen ve hatasında şeytan gibi ısrarcı olmayan Hz Adem, peygamberlikle taltif ediliyor.

Hz Adem ile Havva'nın tabi tutulduğu ebedi olma imtihanı, insanın yani bizim ilk imtihanımızdır. Kıssa, temsili olarak ilk atamız üzerinde cereyan etmiş sadece. Hangimiz olsak kaybedecek ve o ağacın meyvesinden yiyecektik.

Geçmişten günümüze asırlar geçse de insanın zaafları ortaktır. Hepimizin imtihanı farklı görünse de ortak noktası tüm soruların zayıf yönlerimizden çıkıyor olması. Kıyamete kadar bizim önümüze oturarak sağdan yaklaşarak bizi sapıtmakla görevli şeytan, boş durmuyor. Sürekli yumuşak karnımız zayıf noktalarımızı tetikliyor. Bu zayıf yönler kimimizde koltuk hırsıdır, kimimizde zenginlik hırsıdır, kimimizde şöhrettir, kimimizde kadındır/erkektir, kimimizde zararlı alışkanlıklardır, kimimizde kibirdir, kimimizde öfkedir vs.

Hasılı şeytan yumuşak karnımız zayıf noktalarımıza nokta atış ateş etmeye devam ediyor. Bu, dün böyleydi. Bugün de böyle. Yarın da böyle olmaya devam edecek. Zayıf noktalarıyla imtihan olup da kaybetmeyenlere ne mutlu! İmtihanı kaybedip de hatasıyla yüzleşip tövbe edenlere ne mutlu!

*29/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.