18 Ekim 2019 Cuma

İngilizlerden Neyimiz Eksik?*

At, karbonat, siyaset hepimizin bildiği isim ve kavramlardır. Başına İngiliz getirilince daha bir önem kazanıyor, aranan bir isim ve kavram olup çıkıveriyor. İngiliz atı, İngiliz karbonatı ve İngiliz siyaseti gibi…

Nedir bu İngiliz atının özelliği diye küçük bir gezinti yaptım. İngiliz atının özelliği, Prof. Dr. Donna Landry'nin yaptığı araştırmaya göre, İngiliz atları "Uzun yol gidebiliyorlar. Yorulmadan, üzerindeki yükü uzun mesafe taşıyabiliyorlar." Yine araştırmada Landry, İngiliz atının kökeninin Osmanlı'ya dayandığın, 1650-1750 yılları arasında Osmanlı'dan götürdükleri atları İngilizlerin ıslah edip eğittiği ve bugünkü konumuna getirdiği sonucuna ulaşır. O tarihlerde İngiltere'de at yok mu? Var elbet. Ama İngiltere'deki atlar, ''O dönemlerde İngiliz atları ya küçük boydalar ya da oldukça büyükler. Büyükler at arabalarında kullanılıyor. At arabası dışında ulaşım ve savaşta kullanılacak dayanıklı atları yok." Gördüğünüz gibi at bizim, ama yetiştiren İngiliz ve tarihe İngiliz atı diye geçiyor.

Sodyum bikarbonat, diğer adıyla İngiliz karbonatı, faydalı alkali bir madde olup halk arasında kullanımı yaygındır. Tıp ve eczacılık sektörü kabul etmese de İngiliz karbonatı kanser dahil birçok hastalığa iyi geldiği belirtilmektedir.

İngiliz siyasetine gelince, dünya siyasetine hakimdir. Her olayın ve işin arkasında mutlaka bir İngiliz eli vardır. Fakat hiç ön planda olmazlar. Kimseyle kavga etmezler, fazla konuşmazlar. Neredeyse sömürmediği ülke kalmamıştır. Buna rağmen hiçbir ülke bu devlete düşman değildir. Ülke yönetimine kim gelirse siyasetleri değişmiyor. Sanırım siyaset okulları var. Politikaları günübirlik değildir, uzun solukludur. Ne askeri ölür ne de bir ülkeyle kriz yaşar. Geri planda dursa da dünya siyasetinde etkindir. Diğer imparatorluklar sona ermiş olsa da İngiltere hala dimdik ayakta. Girdiği yerde, yaptığı işte kaybettiği pek vaki değildir. Siyasetlerinde soğukkanlılık hakim, duygusallığa ve hamasete yer yok.

İngiliz ile anılan şeyler sadece bu verdiğim örneklerden ibaret değil. Birçok şeye öncülük yapmış ve o şeyin beşiği kabul edilir. Demokrasinin beşiği, futbolun beşiği gibi. Yine İngiliz anahtarı da ismiyle özdeşleşmiş ilk akla gelenlerdendir.

İngiliz hayranı değilim. İngiltere'nin reklamını da yapacak değilim. Birçok ürünün, siyasetin, demokrasinin başında İngiliz'in ismini görünce bu ülke neredeyse marka olmuş. Buradan hareketle İngilizler çok özel bir millet mi diye sorabiliriz. Sanmıyorum İngilizlerin diğer milletlerden çok farklı olduğunu. İşlerini daha iyi yaptıklarını ve marka olmak için çabaladıklarını söyleyebilirim. Öyle ki başka bir dil öğrenmeye de ihtiyaçları yok. Çünkü dünya onların dilini konuşuyor. Yani dilleri bile marka.

Geriye dönüp bakıyorum. Bizim İngilizlerden ne eksikliğimiz var? Zeka bakımından daha mı geriyiz? Bir şeyi yapmaya gücümüz, imkanımız ve kapasitemiz mi yok? Bu özellikler fazlasıyla bizde de var. Ama ne yazık ki dünyaya pazarlayabildiğimiz ve marka olmuş bir ürünümüz yok. Ne arabamız var ne siyasetimiz ne atımız ne de karbonatımız. Ham maddemiz yok desek... Yukarıda kısaca değindiğim gibi İngilizler bizim atı götürüp eğitmişler. Maalesef elimizdekini bile değerlendirememişiz. Demek ki at sahibine göre kişner sözü boşuna söylenmemiş. Bizim at, İngiltere’de kişniyor.

Yanlış anlaşılmasın! Bizde hiçbir şey yok mu? Yanılıyor olabilirim ama tespitlerime göre bizde -geçmişle- övünme var, başkasını beğenmeme var, başkasını eleştirme var, mazeret üretme var, yapamadıklarımıza gerekçe bulma var, savunma refleksimiz yüksek. Çok konuşuruz, ürettiğimiz bir şey yok. Hamaset, heyecan ve dolduruşa gelme var. Bir yönümüz daha var: başkasının üretip marka yaptığı ürünleri satın alıp kullanmasını iyi biliriz.

Bırakalım İngilizleri; dünya bir yana, biz bir yanayız. Bu yüzden "Bir Türk dünyaya bedel" deriz. Nasıl bedel isek... Keşke "bedel" olacağımıza; adımızı taşıyan, marka değerinden dolayı aranan bir tek ürünümüz olsaydı…

*23/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kendi Göbeğimizi Kendimiz Kestik ***


Dünyada nerede bir terör örgütü varsa o terör örgütünün arkasında ABD var desem yanlış olmaz, hatta tam isabet olur: El-Kaide, Taliban, PKK, YPG, DAEŞ, FETÖ bu ülkenin eseri terör örgütlerinden birkaçı. Bunların hem fikir babası hem onları kuran hem eğiten hem silah ve teçhizat sağlayan hem arkasında koruyup kollayanıdır. Önce örgütü kurduruyor, örgüt kanlı eylemlerine başlayınca terör örgütüyle mücadele etmeye başlıyor. Yeter ki bir ülkeye girmek istesin, yeter ki bir ülke ile adını koymadığı bir savaş yapmak istesin. Terör örgütünün arkasına saklanıyor ve işini yürütüyor. Belki de büyük görünmesi bu hinoğlu hinliğindendir.

Suriye iç savaşını bahane ederek DAEŞ ile mücadele edeceğim diye önce Suriye’nin üçte birine konuşlandı. DAEŞ ile mücadele etmek için YPG adı altında PKK’yı hazırladı. Onları yedirdi, içirdi, onlara tırlar dolusu silah sevkiyatı yaptı ve eğitti. Anlayacağınız bir terör örgütüyle mücadele için bir başka terör örgütünü sahaya sürdü. Yani maşaya karşı maşayı kullandı. 

Fırat'ın doğusunda, sınırımız boyunca yerleşen ve bizi tehdit eden bu örgüt ile ilgili Türkiye, ABD'ye defalarca endişesini dile getirdi ve fiili durumu kırmızıçizgisi ilan etti. Ama ABD, Türkiye'nin bu endişelerine kulak tıkadı. Türkiye operasyon yaparım dedikçe ABD, bunu blöf sandı. Sonunda Türkiye, Fırat'ın doğusuna, ABD'nin karşı çıktığı bir operasyon başlattı. ABD, askerlerini geriye çekerek eğitip teçhiz ettiği PKK'nın başarısını görmek istedi. Operasyonun ilk gününden itibaren PKK, istediği gibi bir varlık gösteremeyince ABD, PKK’yı beğenmedi. “DAEŞ ile mücadelede iyi iş gördü ama Türkiye’ye karşı varlık gösteremedi” dedi. Yardımcısını ve Dışişleri Bakanını apar topar Türkiye'ye gönderdi.

ABD ile 17.10.2019 günü Ankara'da yapılan ikili görüşme, uzun sürdü ve sonunda Türkiye ile ABD arasında anlaşma sağlandı. ABD, terör örgütünü Türkiye'nin istediği 32 km içe çekme garantisi verdi. Türkiye operasyonlara ara vererek beş gün boyunca terör örgütünün çekilip çekilmediğini izleyecek.

ABD niçin böyle bir yolu izledi? Bence ABD, besleyip büyüttüğü PKK’nın Türkiye’ye kök söktüreceğini düşündü. Operasyon başlatan Türkiye’nin kınanması istenince BM’de veto hakkını kullandı. İşler istediği gibi gitmeyince Türkiye’yi ekonomik yönden batırmak ve yaptırımlar uygulamakla tehdit etti. ABD’nin tehditlerine pabuç bırakmayan Türkiye, operasyonu hız kesmeden devam ettirdi ve kısa zamanda geniş bir alanı terör örgütünden temizledi. Çok güvendiği ve yıllardır besleyip büyüttüğü ve büyük başarılar beklediği terör örgütü varlık gösteremeyince kendi ayağıyla gelerek Türkiye’nin isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Gerekçesi de insanlar ölmesin. Yesinler senin barışseverliğini…

ABD ile Türkiye arasında imzalanan 13 maddelik anlaşmaya ABD ne kadar uyar, bunu da zaman gösterecek. Çünkü ABD dediğimiz bir devlet; günü gününe, saati saatine uymayan bir devlet. Her an imzaladığı kararları uygulamayabilir, askıya alabilir. Zaten bir terör örgütüyle çalışmayı mubah gören bir devletten her şey beklenir. Ama bu sefer ABD, altını imzaladığı anlaşmaya sadık kalacak gibi. Çünkü yatırım yaptığı PKK’nın gözünün önünde eriyip gitmesine ve karizmasının çizilmesini gönlü razı olmadı. Çok masraf ettiği ve umut bağladığı PKK’yı daha geri planda eğitmeye devam edecek ve ileride başka amaçlı kullanacak diye düşünüyorum.

Sonu ne olursa olsun Türkiye, başta ABD ve dünyanın diğer sömürge ülkelerinin tehdit, ambargo ve kınamalarına aldırmadan bir operasyon başlatarak benim şakam yok dedi ve dişini gösterdi. Askerimiz de kısa zamanda beklenenden daha büyük bir başarı elde etti. Gözünü budaktan sakınmayan Türkiye, hem yaptığı operasyonla hem de ABD’yi masaya oturtarak diplomatik bir başarı elde etti. Sahada kazanan Türkiye, masada da kazanmaya başladı. Umarım bu şekil sonuç alıcı diplomatik başarıların arkası gelir ve anlaşmada oyun içerisinde bir oyun yoktur.

***19/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



17 Ekim 2019 Perşembe

Dünya Kimin Yanında? *

Roma dönemi Kudüs şehrinin valisi Pontius Platus'dur. Kudüs'te yaşayan Yahudiler ve putperestler  Hz. İsa'nın yeni yaymaya çalıştığı dinden oldukça rahatsızdırlar. Yahudiler gibi Kudüs'teki Putperest kâhinler de İsa'ya cephe almışlardır. Vali Platus'u kışkırtarak Hz. İsa'yı ortadan kaldırmaya çalışırlar. Nitekim 12 Havari'den birinin ihbarı üzerine Hz. İsa yakalanarak Yahudi inancına göre Yahudilerden oluşan bir mahkeme tarafından yargılanır. 
Yahudiler Mayasız Ekmek Yortusu gününde oldukları için Hz. İsa'ya idam kararı veremezler.  Bunun üzerine Hz. İsa'yı Vali Platus'a götürerek bu kararı onun vermesini isterler. 
Vali Platus halkın talebi üzerine Hz. İsa'yı içeri alarak onu sorguya çeker. Aslında Platus iyi niyetli bir validir. Hz. İsa'nın öldürülmesini istemez. Bir plân düşünür; Yahudilerin bu dini bayramlarında her yıl bir mahkûmu af ettiklerini bildiği için Hz. İsa'yı kurtarmaya çalışır. 
Vali Platus  zindanda yatmakta olan azılı bir hırsız ve cani olan Barabba ile Hz. İsa'yı halkın karşısına çıkarır; bunlardan hangisini af edelim diye Kudüs halkına sorar;
Kudüs halkının kararı oldukça ilginçtir; 
Vali'nin bu teklifi karşısında halk hırsız ve azılı bir cani olan Barabba'nın af edilmesini ister.
Platus, halkın bu kararı karşısında oldukça şaşırır.
Neticede Kudüs'ün en azılı hırsız ve canisi olan Barabba serbest bırakılır.
Ne var ki çok kısa bir süre sonra serbest bırakılan Barabba, işlediği suçlar yüzünden yeniden zindana konur. 
Kudüs Valisi Platus bunu fırsat bilerek Hz. İsa ile Barabba'yı yeniden halkın karşısına çıkarır ve "-Ey Yeruşalim (Kudüs) halkı, bu iki mahkûmdan birini bu kutsal günde yine siz af edeceksiniz, bu sefer hangisini af ediyorsunuz?" der.
Halktan ne cevap gelir bilir misiniz? Halk yine "Barabba, Barabba..." diye bağırır!
Barabba yeniden af edilerek serbest bırakılır.
Kudüs halkı, o günlerin kutsal günleri olduğu için Hz. İsa'nın idam edilmesi yerine, çarmıha gerilmesini isterler. Vali Platus, halkın bu isteği üzerine Hz. İsa'yı getirip, "O halde siz götürüp çarmıha gerin" diyerek Hz. İsa'yı Kudüs halkına teslim eder.
İşte Hz. İsa bu olaydan sonra halk tarafından çarmıha* gerilir!” (Matta ve Yuhanna İncili. Bab: 16-26, Günışığı gazetesinden alıntı)

Geçmişte yaşanan bu olayla günümüzü karşılaştırmak istiyorum. Malumunuz bu ülke, 80 yılından beri bir terör örgütüyle oyalanıyor. Kökleri bizde, beyni dışarıdan güdümlü, dışarıdan maddi ve manevi destek alan bu örgüt; bitti, bitiyor, bitecek derken Suriye iç savaşı imdadına yetişti. Daha güçlü bir şekilde sınırımızın ötesinde devlet kurma aşamasına geldi. Gece gündüz bunun hayalini görüyor. Gördüğüm kadarıyla bu ütopyaya da kendilerini inandırmış görünüyorlar. Dünyanın hemen hemen her devletinin terör örgütü diye tanımladığı bu örgüt, aynı zamanda dünya tarafından destekleniyor. Bunun son örneğini de Fırat’ın doğusuna düzenlediğimiz operasyonda bir kez daha gördük.

İncil’de anlatılan bu hikayeyi ilk duyduğumda çok garibime gitmişti. Öyle zannediyorum, sizin de garibinize gitmiştir. Nasıl gitmez? İsa gibi karıncayı incitmeyen birini, suç makinesi azılı bir hırsız ve caniye yeğliyor Kudüslüler. Yaptığımız bu son sınır ötesi operasyonla dünyayı, eli kanlı bir terör örgütünü korur şekilde arkasında yer aldığını görünce nedense Kudüslülerin en azılı hırsız ve caniyi tehlikeli görmeyip dışarı çıkmasına izin vermesi ve İsa’nın zindanda kalmasına razı olmaları aklıma geldi. Maalesef haklı meselemizde yanımızda neredeyse kimse yok. Dünya ise terör örgütüyle kol kola…

İncil’de geçen İsa-Barabba hikayesi geçmişte sadece Kudüs halkı ile sınırlı iken bugün suçluyu koruma tüm dünya devletlerine sıçramış durumda. Suçluyu koruyor ve destekliyor. Haklı davamızda ise biz, kah kınanıyor kah bize ambargo uygulanıyor kah ekonomik yaptırımdan söz ediliyor. Vah ki dünya vah! İsa peygamber bugünü görmüş olsa ne derdi acaba? Herhalde benim durumum daha iyiymiş, dün suçluyu koruma Kudüs ile sınırlı iken bugün suç, dünyaya yayılmış ve dünyayı esir almış durumda, derdi.   

*Bizim inancımıza göre İsa Peygamber çarmıha gerilmemiştir.
Not: Dünyada yalnız kalan ve kendini anlatamayan Türkiye, başlattığı Barış Pınarı Harekâtıyla kararlılığını gösterdi, kendi göbeğini kendi kesti ve terör örgütünün hamisi ABD’yi nihayet masaya oturtmaya razı etti. Umarım bilmediğimiz bir oyuna getirilmemişizdir. Devamı gelir inşallah…

*19/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.