15 Ekim 2019 Salı

Kim Tutar Bakan Zümrüt'ü? ***


Gazetelerde yer alan "Çalışan annelere 650 TL destek" haber başlığını görünce sanırsınız ki çalışan tüm annelere bu destek verilecek. Haberin içeriğine bakınca "Ankara, Antalya, Bursa, Elazığ, İstanbul, İzmir ve Malatya illerini kapsayan sigortalı çalışan, çocuğu 0-60 ay arasında olan ve çocuğunu Bakanlığa bağlı kreş, anaokulu veya gündüz bakımevine gönderen annelere 24 ay boyunca 650 liralık maddi destek verileceği" anlaşılmaktadır. "Kurumsal Çocuk Bakım Hizmetleri Yoluyla Kadın İstihdamının Desteklenmesi Projesi" gereğince mali destekten yararlanmaya hak kazanan 13 bin anneye de tek seferlik kırtasiye yardımı yapılacakmış. SGK tarafından uygulanacak bu projenin maliyetinin 169 milyon lirayı bulacağını açıklamış Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sayın Selçuk.

Ne diyelim? Öncelikle hayırlı olsun demek düşer bize. Babaanneye verilen toruna bakma maaşından sonra Sayın Bakan, aileyi koruma ve kadınları istihdama yöneltme projesini bir adım daha ileriye taşımış oldu.

Merak ettiğim, niçin sadece yedi ili kapsıyor bu proje? Seçilen illerde nüfus azalması var da verilecek 650 liralık destekle buralardaki çocuk nüfusu artırılmaya mı çalışıyor? Madem kadının çalışmasına destek verilecek, niçin 81 vilayet yok bu işin içerisinde? Sonra kim 650 lira için çocuk düşünür?  Ayrıca niçin çalışan işçi kadın? Memurları niçin kapsamıyor bu proje? Onların ki çalışma sayılmıyor mu?

Bakandır, bakar; nereye, nasıl ihtiyaç vardır, tespitini yapar ve bir projeyle oralara destek verir. Sonra bize ne; nereye, kime ne kadar verileceği? Haklısınız, gözümüz yok. İstediği yere, istediği kadar versin. Bizi asla alakadar etmez ama izin verirseniz züğürt misali ağzımı yoracağım.

Öncelikle bu proje, Sayın Bakan'a ait bir proje mi yoksa AB delegasyonun dayattığı bir proje midir? Üzerime vazife değil ama mademki çalışanlar teşvik edilip desteklenecek. Ben olsam şu kişilere daha öncelik verirdim:
*Yüzde 14'lere ulaşan işsizlere kaydırırdım bu 650 lirayı. Çünkü çalışan anne ve babanın evine az veya çok bir, belki de iki maaş girerken işsiz insan tek maaştan mahrum.
*Çalışan anne veya babanın aldığı çocuk veya çalışmayan kadın için verilen sembolik eş yardımını sembolik olmaktan kurtarıp artırma yoluna giderdim.
*Bu parayı asgari ücretle çalışan işçilere yansıtır, maaşlarına ilave zam verdirme/verme yoluna giderdim.
*Aynı yıl kamu işçilerine ayrı, memurlara ayrı zam oranı vermez. Her İkisine de dengeli bir zam oranı yansıtarak işçi-memur arasında ayrım yapmaz ve konuyu Kamu Hakem Kuruluna taşımazdım.
*Küçük bir kesimin sempatisini kazanma yerine, bu parayı daha geniş kesimlere yayarak daha fazla kişinin sempatisini kazanma ve hayır duasını alma yoluna giderdim. 

Anladığım kadarıyla Sayın Bakan, zam görüşmesindeki uzlaşmaz ve tavizsiz tavrını daha fazla kesimin sempatisini kazanmama  yolunda da devam ettiriyor. Bu konuda istikrar abidesi dense yeridir. Gördüğünüz gibi Bakanın daha geniş kesimler tarafından sempati kazanması derdi de bana düştü. 

***22/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Siz Olsanız Kur'an-ı Kerim Derslerini Nasıl Bölersiniz?


Diyelim ki öğretmensiniz. Öğrenciler seçmeli ders olarak Kur'an-ı Kerim dersini seçti. Okulunuzda boş derslik var, yönetmelik gereği sınıfınız Kur'an-ı Kerim derslerinde ikiye bölünecek. Öğrencilerinizin kimisi Kur'an okumayı biliyor, kimisi bilmiyor. Siz olsanız sınıfı nasıl bölersiniz?

A-Kur'an-ı Kerim okumayı bilen öğrencileri bir öğretmen, bilmeyenleri diğer öğretmen alır. Bu durumda sınıfın birinde Kur'an okuyanlar, diğerinde cüz okuyanlar olur. Bilen ve bilmeyen öğrenci eşit olmaz. Bir öğretmene belki üç beş öğrenci fazla veya eksik gidebilir.
B-Öğrenciler, Kur'an okumayı bilsin veya bilmesin; sınıf numarasına göre eşit bir şekilde bölünür. Bu durumda her iki sınıfta da hem cüzden başlayanlar hem de Kur'an okuyanlar olur.

Sahi siz olsanız bu sınıfı nasıl bölersiniz? Eğer tercihiniz A seçeneği ise aklın yolu birdir doğru yoldasınız. Çünkü olması gereken budur. Bu, yönetmeliğe, sınıfın bölünebileceğini koyan iradenin tercihine daha uygundur. Çünkü sınıfın bölünmesinden maksat seviye sınıfının oluşturulmasıdır. Bu tasnif daha adil olanıdır. Sanırım Türkiye'nin hangi okulunda bu dersi okuyan sınıflar ikiye bölünmüşse tasnif bu şekilde olmuştur.

B seçeneğini yani ister cüz ister Kur'an okusun, numara sırasına göre sınıfı/öğrencileri eşit bir şekilde ikiye bölen okul var mıdır derseniz? Olmaz olmaz demeyin. Burası Türkiye. Maalesef nadir de olsa var.  Bu mantık, adalet yerine eşitlikçiliği tercih eden mantıktır. Öğrenci eşit ve tam bölünsün de çocuk Kur'an bilsin veya bilmesin önemli değil. Hatta o kadar eşitlikçi bir anlayış ki bu tiplerin imkanı olsa, sınıf mevcudu eşit bir şekilde bölünemeyecek şekilde tekli rakamdan oluşuyor ise; fazla olan bir çocuk, teknik olarak ikiye bölünebilse bölünür. Çünkü eşitlikçi mantık bunu gerektirir. Bu durumda kurada bir çocuk fazla alan öğretmen büyük fedakârlık göstermiş olur. 

Seviye sınıfı yerine numara sırasına göre sınıfı eşit bir şekilde tam ikiye bölen öğretmen, bu Kur'an dersini nasıl okutacak?
A-Birleştirilmiş sınıf öğrencilerini okutur gibi dersin bir kısmında Kur'an okuyanları okutur, diğer kısmında da cüz okuyanları okutur. Bu durumda öğretmen hangi grup ile ilgileniyorsa diğer grubu ödevlendirmesi gerekiyor. Yani çocuk seni dinlemez, ödevini yaparsa ne âlâ... Bu şekil ders sınıfın geneline hitap etmez, ders pek verimli geçmez ise de başka çare yok. Eldeki malzeme ve şartlara göre olması gereken budur. En azından çocuğun seviyesine göre ders işlenmiş olur.

B-İster Kur’an bilsin veya bilmesin; öğretmen, tüm sınıfa harfleri en baştan sıra ile verir. Bilmeyenler harfleri bu yol ile öğrenmeye çalışırken bilen öğrenciler “Et tekrâru Ahsen, velev kâne yüz seksen, yani “Tekrar güzeldir, velev ki yüz seksen kere de olsa” sözü gerçekleşmiş olur. Tabi öğrenciler bu şekil bir anlatımdan sıkılmazlar ise. Ama sıkılsalar da eşitlikçi davranış ve ders metodu ortaya konmuş olur. Hem böylece tüm öğrencilere hiçbir ayırım yapmadan eşit bir şekilde davranılmış olur. Eski köye yeni âdet diyeceğim ama eski köyde böyle bir âdet yok. Bu metot, Nasrettin Hocanın kardan yemek yapma teşebbüsüne benzese de eski eskimez köye, denenmek için getirilmiş yepyeni bir âdet denebilir. Ne diyelim, bu metodu uygulayanlara hayırlı olsun. Denemekte fayda var. Zaten bizim eğitim sistemimiz deneme yanılma tahtası, öğrencilerimiz de bu işin kobayı değil mi? Ne kaybederiz denemekle?


14 Ekim 2019 Pazartesi

Dünyanın Derdi Ne Bizimle? ***

Türkiye'nin dünyaya karşı kendini anlatma sorunu var. Mücadelemizde haklı mı değiliz? Gücümüz mü yok? Kendimizi dünyaya anlatamıyor muyuz? Dünya bizi anlamıyor veya anlamak mı istemiyor? İkna etme sorunumuz mu var? İyi bir diplomasi yürütemiyor muyuz? Dünya bizim her yaptığımıza niçin karşı? Niçin yanımızda bize destek veren ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor? 

*1915 Ermeni Tehcir olayını ve Ermenilere bir soykırım yapmadığımızı kimseye anlatamadık. Her yılın nisan ayında temcit pilavı gibi önümüze konur.

*Kıbrıs Harekâtını haklı yere yaptığımızı izah edemedik ve Kıbrıs sorununu çözemedik. Tek taraflı bağımsız bir devlet ilan ettik. KKTC dünyada devlet olarak tanınmadı.

*2015'ten beri terör örgütlerine karşı Suriye'de düzenlediğimiz barış harekâtlarını haklı yere yaptığımızı dünyaya izah edemedik. Dünya, 80'den beri bizi uğraştıran PKK neredeyse kucak açıyor. Nedense bizimle aynı karede görünmek istemiyor. Ne zaman sınır ötesi bir operasyon yapsak dünya ayağa kalkıyor, bizi işgalci olarak görüyor. Son Barış Pınarı Harekâtında da görüldüğü gibi.

*Batı'nın şımarık çocuğu Yunanistan ile kanlı bıçaklıyız. Ne zaman bu ülke ile adalar, karasular veya diğer konularla ilgili bir gerilim yaşasak yanımızda yine kimse yok.

*Ülkemiz 15 Temmuz 2016'da hain bir darbe teşebbüsüne maruz kaldı. Bir ülkeyi işgal eden ve o ülkeyi bombalayan bir devlet gibi uçaklar önemli yerleri bombaladı. Kanlı kalkışma 251 insanımıza mezar oldu, binlerce insanımız yaralandı. Tüm bunları ve daha fazlasını canlı yayında izleyen dünya, bu darbeyi mizansen veya "Kontrollü darbe" olarak gördü. Bu fiili darbenin arkasında, önünde ve sahada FETÖ'nün olduğuna dünyayı ikna edemedik. Bizden kaçan ne kadar darbeci FETÖ'cü varsa dünya onlara kucak açtı.

*Bize karşı çıkan, bizi anlamayan sadece Batı ve ABD değil, dindaşız dediğimiz Arap ve İslam ülkeleri de yok yanımızda. Onlar da bizi kınıyor ve işgalci olarak görüyor.

*Her derdinde yanında yer aldığımız,  maddi destek sağladığımız, dünya kamuoyuna karşı savunduğumuz ve bundan dolayı başta İsrail ve Yahudi lobisiyle ikide bir karşı karşıya geldiğimiz Filistin de karşı tarafta.

*Nerede bir mağdur varsa, yapılan yardım seferberliğiyle tüm vakıf ve derneklerimiz dünya mağdurlarının yardımına koşuyor.  Gayri safi milli hâsılamıza göre yardımda dünya birincisiyiz. Kurbanlarımızı onlara gönderiyoruz. Onlara yapılan haksızlıklara destek vermek amacıyla ülke çapında protesto eylemleri düzenliyoruz. Karşılığında ödül olarak karşı cephede yer alıyorlar.

*Kıbrıs Barış Harekâtını ve hâlihazırda yürüttüğümüz Barış Pınarı Harekâtını haklı yere yaptığımızı, KKTC Cumhurbaşkanı da anlamamış görünüyor. Gelen tepkiler üzerine "Samimi duygularını ifade ettiğini ve sözlerinin çarpıtıldığını" söyleyebiliyor.

Dünyanın bizim karşımızda ve bize karşı saf tuttuğuna daha onlarca örnek verebilirim. Sanırım bu kadarı yeterli. Maalesef durumumuz bu. Dünya bize karşı. Varlığımız mı batıyor, haksız yere mücadele ettiğimiz mi sanılıyor...inanın çok anlamış değilim. Anladığım, bir şeylerin ters gittiği, diplomasiyi iyi yürütemediğimiz ve dünyayı ikna edemediğimiz. Ya dünyada bir sorun var ya bizde bir sorun var ya da anlatmamızda bir sorun var.

Yaptığımız her harekette dünya karşımıza dikilince yaptığımız tek şey, hepsine birden kızmak, ayar vermek ve bağırmak. Maalesef bunlar da işe yaramıyor. Keşke çözse de hep beraber gece gündüz kızıp bağırsak dursak.

Hasılı iç ve dış düşmanlara karşı yıllarca hayat memat mücadelesi veriyoruz. Nerede bir mağdur ve mazlum varsa imdatlarına koşuyoruz. Herkesten önce inisiyatif alıp sahada yer almaya çalışıyoruz. Daha mağdur ülke sesini çıkarmadan biz sesimizi yükseltiyoruz. Sonuç; dünyada bir başına ve yalnızız. Şu yalan dünyada, kurtlar sofrasında kendi göbeğimizi tek başına kesmeye çalışıyoruz. Bir yerlerde hata yapıyoruz ama nerede? Bence ülke olarak nerede hata yapıyoruz diye kendimizi bir sorgulamalıyız ve son çare olarak, İngilizce öğrenmeye verdiğimiz önemi biraz da İngiliz siyasetini öğrenmeye versek daha iyi olacak diye düşünüyorum.

***17/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.