26 Eylül 2019 Perşembe

Esnaf Dükkânından Sabah Sabah Nasıl Kovuldum?

2005 veya 2006 yılları olsa gerek. Eşim tutturdu, para cüzdanı isterim diye. Güya para koyacak. Kim bulmuş ki eşimde olsun. Para olsun elimde de taşırdım halbuki. Ama eşiniz istediyse gerek veya değil alacaksınız naçar.

Tanıdığım bir çantacıya gittim. Envaiçeşit cüzdan koydu önüme. Seçmekte zorlandım. Çantacı "Her bir çeşit ve renkten birer tane görür. Yenge beğensin. Ötekileri geçerken bırakırsın" dedi. Başka müşteriler gelir, boş dönmesinler. Olmaz dedim ise de ısrar karşısında para cüzdanlarını poşetin içine koyup eve götürdüm.

Eşim bir tanesini seçtikten sonra emaneti sıcağı sıcağına teslim edeyim diye sabah işe gitmeden çantacının yanına uğradım. Çantacı esnaf dükkanı yeni açmış, içeriden dışarıya numunelik çanta çıkarıyor. Sırtı dönük olduğu için beni görmedi. Altı-yedi yaşlarında yanında getirdiği çocuğu gördü beni. Daha ben dükkana varmadan çocuk beni görür görmez "Git amca ya, sabah sabah" dedi. Güleyim mi, ağlayayım mı bu duruma? Öyle ya, ne işim vardı sabah sabah para cüzdanıyla? 

Sabah sabah kovulmuştum doğrusu. Kovan büyük biri olsa "Ulan sana da iyilik yaramaz" deyip geri döneceğim. Ama beni kovan küçücük bir çocuktu. Bu durumda yaptığım tek şey acı acı gülümsemek ve "Kerata! Beni kovuyor musun" demek oldu. 

Çocuk deyip geçmeyin. 15 sene geçmiş hala unutmamışım gördüğünüz gibi. Sonraları vardıkça şakaya tutturup beni kovan çocuk bu çocuk mu desem de işin ucunda kovulmak var. Nasıl unuturum...Farklı bir psikoloji bu. 

Bu arada bir esnafa sabahın köründe gitmenizi hiç tavsiye etmem. Olur ya, yanında küçük bir çocuk olur, ne diyeceği belli olmaz.

25 Eylül 2019 Çarşamba

“BM Ne İşe Yarıyor?” ***

74.BM Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın videosunu izledim. 35 dakikalık bir konuşmada Erdoğan, sorun olarak gördüğü her konuya bir bütünlük içerisinde kısa kısa değindi. Nelere değinmemiş ki…

Suriye’den Afganistan’a, Keşmir’den Arakan’a, Akdeniz’den Karabağ’a, Kıbrıs’tan Libya’ya, Filistin’den Mısır’a, Aylan bebekten Kaşıkçı cinayetine ve Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin mahkeme salonundaki vefatına…

Mülteci sorununa ve çözüm yollarına ve bir milyara yakın insanın açlık sınırında yaşıyor olmasına…

Şii ve Sünni ayrımına…

Yayılmacı bir politika izleyen ve doymak bilmeyen İsrail devletinin sınırlarına ve BM Güvenlik Konseyinin İsrail ile ilgili aldığı kararların uygulanmamasına…

Yeni Zelanda’daki terör saldırısından Sri Lanka’daki terör saldırılarına, DEAŞ teröründen PKK/PYD terörüne…

Nükleer silahların ve kitle imha silahlarının ya herkese yasak ya da serbest olmasına…

Güvenlik Konseyi’nde adalete uygun reformların yapılıp hayata geçirilmesine…

Dünya beşten büyüktür diyerek zihniyetimizi ve kurallarımızı değiştirmek zamanının geldiğine; adalet, vicdan ve ahlak esaslı bir yapının kurulması gerektiğine vs. değindi.

Erdoğan’ın konuşmasında dünyayı özellikle mazlumları dert edindiği, bunun için kamuoyu oluşturmaya ve BM Genel Kurulunu harekete geçirmeye çalıştığı gözden kaçmıyor. Geçen sene yapılan 73.BM Genel Kurulu konuşmasına göz attığımızda da Erdoğan’ın aynı sorunlara değindiği görülecektir. İkinci Dünya Savaşının galip devletleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in kendi güvenlikleri için kurduğu ve kendilerine hizmet eden BM’in bugünkü yapısından adalet beklemek fazlasıyla iyi niyet olur. Ama en azından bu yapının adaletsiz olduğunu hem delegelere hem de dünya kamuoyuna haykırmasının altı çizilmelidir. Yine BM Genel Kurulunun İsrail ile ilgili aldığı kararlar uygulanmayacaksa BM ne işe yarıyor diyerek BM’i sorgulaması takdire şayandır.

Türkiye’nin başını çektiği ve dillendirdiği BM’in bu haksız görüntüsü bu haliyle devam etmez ve etmemeli. Er veya geç çatırdamalıdır. Sonuç alınır veya alınmaz ama Erdoğan’ın bir insicam içerisinde yaptığı bu konuşmayı önemsiyorum. En azından bu konuşmada “Bir kötülük gördüğün zaman elinle düzelt, gücün yetmiyorsa dilinle düzelt, buna da gücün yetmiyorsa kalbinle buğzet” hadisinin dil ile düzeltme ve yürekten kalbiyle buğzetme kısmını görüyorum. İnşallah elimizle düzelteceğimiz zamanlar da gelir.

Gönlüme su serpen, göğsümü kabartan bu konuşmasından dolayı Sayın Cumhurbaşkanına yürekten teşekkürler…

***26/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

24 Eylül 2019 Salı

Kiminle Çalışalım?

Eğer aile şirketi işletmiyor amme adına bir iş yapıyorsak birlikte çalışacağımız insanların tümüyle aynı kafa yapısına sahip insanlardan oluşmamasına özen gösterilmelidir. Çünkü aynı düşünce yapısına sahip insanlar arasında ilişkiler güven esasına dayalı yürür, kolay kolay denetim olmaz. Denetim olursa da yasak savma babından işler yürür. İş ciddiye alınmaz. Ortaya farklı fikirler ileri sürülmez. Güven istismar edilir. 

Ülkenin bir mozaiği diyebileceğimiz farklı fikirdeki insanlar bir arada çalışırlar ise,
Herkes kendisine çekidüzen verir, görevini yapar. Birbirlerine falso vermezler. Hiç denetim olmasa bile kurum kendi içinde denetim mekanizmasını kendisi kurar. Kimse yanındaki çalışana malzeme olmak ve malzeme vermek istemez. Kimse işini aksatmaz. İşyerinde ciddiyet olur, laubalilik olmaz.

Genelde işin kolaycılığına kaçıyor, tercihlerimizi aynı düşünce yapısına sahip insanlardan yana kullanıyoruz. Bu yanlıştır ve adalet, ehliyet ve liyakat duygusuna terstir. Bu durum diğer kesime güven vermez. Farklı düşüncelere sahip insanlar bir kurumda yer alırsa insanların adalete güveni artar. Böylesi kurumlarda kokuşma olmaz. Kurum ele geçirilmemiş olur. Halbuki aynı düşünce yapısına sahip insanların bulunduğu kurumlarda kokuşma olabileceği gibi kurumu kale kabul edip ele geçirme, başkasına hayat hakkı tanımama durumu söz konusu olablir. Aslında bilinçli bir şekilde devletin her kurumuna yerleşen ve yerleştirilen FETÖ, kurumlarda farklı zihniyet ve fikirlerde insanların olmasının önemini bize göstermektedir. FETÖ üyelerinin yerleştiği kurumlarda farklı düşünce yapısına sahip insanlar olsaydı bu ülkede ne 17-25 süreci yaşanır ne de darbe kalkışması yapılabilirdi.

Yaşadığımız FETÖ tecrübesine rağmen bugün kurumlarda kadrolaşmada çok özen gösterdiğimiz söylenemez. Kurumlarımız yine başka gruplara ihale edilmektedir. Kime hangi kurum verilmişse oraya farklı düşünce yapısına sahip birinin atanması mümkün görünmemektedir. Halbuki mümin bir delikten ikinci defa girmez. Demek ki bize bir musibet yeterli değil, başka musibetler istiyoruz.