16 Eylül 2019 Pazartesi

Geldiğimiz Nokta

Bundan on sekiz yıl önce bu ülkede bir rüzgar esti. Yıllardır mağdur edilen, dışlanan ve horlanan kesim iktidara geldi. İktidar önce dibe vuran ekonomiyi düze çıkardı, döndürülebilir hale getirdi, enflasyonlu hayat son buldu. Orta ve dar gelirli zammın ne olduğunu unuttu. Vatandaşın parası bereketlendi. Alım güç arttı. Ekonomik yönden rahatladı. Ülke şantiyeye döndü, alt yapı ve çift yönlü yollar yapıldı. Yıllardır kronikleşmiş birçok soruna el atıldı. Çoğu çözüldü, çözülemenyeler için taraflarla bir araya gelindi. Okullar arasındaki kat sayı adaletsizliği kaldırıldı. Seçimlere gidilirken seçim ekonomisi uygulanmadı. İktidar birçok meseleyi hallederken yerleşik düzen ve devletin kurumlarıyla mücadele etti ve başarılı oldu. Çalışma ve mücadele azminden dolayı her seçimde oyunu da artırdı. Her iki kişiden birinin oyunu aldı.  Oy vermeyenler bile kendilerini takdir etti ve gıpta etti. Tüm bu mücadeleyi ve çalışmayı yaparken halkı kutuplaştırmadı, herkesi kucakladı. Ekip ruhuna önem verdi. Birlik ve beraberlik vardı, fedakarlık vardı. Ekip ibadet aşkı içerisinde çalıştı, hiç düşünmeden birbirlerine makam ve koltukları teslim ettiler. Bu süreçte iktidarın en büyük destekçisi Batı dünyası ve ABD oldu. Askeri vesayetin gücü kırıldı.

Ne zaman ki Türkiye birinci elden dış politikada "one minute" dedi. Mavi Marmara olayı vuku buldu. "Dünya beşten büyüktür" demeye başladı. Batı ile ayrıştı ve ABD desteğini çekti. ABD desteğini çekmekle kalmadı. Yılanın başı küçükken ezilmeliydi. Yıllardır beslenip büyütülen ve her alanda devasa bir güç olan içimizdeki uyuyan hücreyi harekete geçirdi. Adına paralel yapı denilen yapı hükümetle didişmeye başladı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması, MİT tırlarına operasyon düzenlenmesi, Gezi olayları patlak vermesi, ardından gelen 17-25 Aralık operasyonların yapılması hem ülkenin hem iktidarın dengesini bozdu. Yıllardır başarılı bir şekilde yürütülen enflasyonla mücadele geri plana itildi. Yıllardır değerlenen TL, dolar karşısında erimeye başladı. Enflasyon tek haneden çift haneye yükseldi. Zamlar yavaş yavaş gelmeye başladı. İthalat ve ihracat dengesi bozuldu. Cari açık iyice arttı.

Paralel yapı veya FETÖ ile mücadele için devlet güvenlikçi bir politika izlemeye başladı. FETÖ ile mücadele iktidarı yıprattı. İktidar yıpranırken oyu da düşmeye başladı. Eski oyunu alamaz ve seçimleri güç bela kazanır oldu. Bu süreçte iktidarı yöneten ekibin arasına kırgınlıklar girmeye başladı, güven problemi baş gösterdi. Küskünlükler arttı. Dün birbirlerine kol kanat gerenler birbirini suçlar oldu. Küsüp gidenler ihanetle suçlandı.

15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsü işin tuzu biberi oldu. Ardından ABD ile köprüler iyice atıldı. ABD FETÖ elebaşılarına kucak açtı. Döviz yani ekonomi silahına sarıldı. Bir gecede paramız pul oldu, ekonomi felç oldu. İktidarın yüz akı ekonomi sos vermeye, dövize bağlı olarak girdi fiyatları artmaya devam etti. Vatandaşın alım gücü azaldı. İktidar ekonomideki bu daralmayı görmezden geldi. Eleştirenlere ağır eleştiriler getirdi. FETÖ ile mücadele etmek için kamuda bir temizlik harekatı başlattı. Bu mücadelede mağdurlar olabileceğine inanmadı. Kamuya eleman alımında, öğretmen seçiminde mülakat yolunu tek kıstas olarak ortaya koydu. Mülakat öncesi oluşturulan listeler dolayısıyla torpil aldı başını gitti.

Cumhurbaşkanlığı sistemiyle istişare elden bırakıldı. Parti üyesi olmasına rağmen kırgınlığından dolayı köşesine çekilenler rahat bırakılmadı. Basın yoluyla sürekli eleştirildi. Eleştirilenler savunma refleksi ile cevap vermeye başladı ve sonunda eski ağır toplar partilerinden ayrılarak partileşme sürecini başlattı.

Suçlu kim, niçin böyle oldu, bu süreçte şu veya şunlar suçlu gibi birilerini suçlu ilan etme gibi bir niyetim yok. Neredeydi, nereye geldi konusunu işlemeye çalıştım. Bu vesileyle burada şunları da söylemek isterim. FETÖ, iktidarı yıkmak amacıyla iktidarla giriştiği bütün operasyonları kaybetti. İyi ki kaybetti. İktidar ve devlet kazandı. FETÖ kaybetti ama değişik zamanlarda çektiği operasyonlarla iktidarı çok sarstı. İktidar, yediği yumrukların etkisiyle kendisini toparlayamadığı gibi dağıtmaya devam ediyor. Dağıttıkça birbirine karşı hırçınlaştı. Eleştiriye gelmez oldu.

Sonuç olarak 2013'de başlayan erime ve duraklama 2019'da sıkıntıyı iyice gösterdi. Çünkü ilk defa büyükşehirleri kaybetti. İktidarın ayaklarının altından kayabileceğini gördü.

Hasılı iktidar karşı olduğu seçim ekonomisini kaç seçimdir uygulamasına rağmen oyunu artıramıyor. Yeni oy gelmiyor. İttifak yeterli değil. Eskisi gibi halkı okuyamıyor. Mali yönden ülke 2000'li yıllara geri döndü. Devlet her zamankinden daha fazla borçlanır oldu, işsizlik arttı. Dövizin hareketlenmesinden dolayı zamların ardı arkası kesilmiyor. İflaslar var. Kimse önünü göremiyor.

Sonuç olarak ülke 2002 yılında alındığı noktaya geri döndü dense yanlış olmaz.

15 Eylül 2019 Pazar

Yaşat ki Yaşayasın!


Ülke olarak içten ve dıştan kuşatılmış durumdayız. Tüm mücadelemiz bu kuşatılmışlığı yarmak ve rahat bir nefes almak. Dışa karşı yaşamak için var gücümüzle mücadele vereceğiz. İçte de devlete ve millete kök söktüren, dış güçlerin yerli işbirlikçilerine karşı topyekûn mücadele etmeliyiz. Devletin altını oymaya çalışan, gizli ajandası olan, devlete silah çeken, terörü teşvik eden, devlet tökezlerse göbek atacak olan, bizden görünen sinsi kişi ve örgütlere karşı istihbaratımız her zamankinden daha uyanık olmalı.

Dışa karşı mücadele etmenin yolu ülkenin tüm farklı bileşenleriyle birlikte bir ve beraber olmasıdır. Ortak paydada buluşmaktır. Toplumda toplumsal barışı sağlamaktır. Kutuplaştırıcı ve ötekileştirici siyaseti bir tarafa bırakmaktır. Mevzubahis olan vatan ise gerisi teferruat demektir.

Öyle miyiz gerçekten? Millet olarak özellikle dışa karşı yekvücut muyuz? Maalesef birlik ve beraberlikte dökülüyoruz. Toplumsal bütünlük hiç olmadığı kadar yara almış durumda. Millet birbirini boğazlayacak şekilde ya sinir küpü ya da üzerine ölü toprağı serpilmiş durumda. Kimi kırgın, kimi küs, kimi içine kapanmış, kimi birbirini düşman gibi görüyor. Özellikle FETÖ ile mücadele ediyoruz diyerekten üzerine suç isnat etmediğimiz kimse neredeyse kalmadı. Her evi, her aileyi vurdu geçti. Kimi içeride, kimi görevinden atılmış dışarıda aramızda dolaşıyor. Ufacık bulaşığı olsa bile neredeyse ceza almayan veya siciline işlenmeyen kalmadı. Bunlar, elinde silah olduğu halde suçüstü yakalansa veya devlete silah çektiği ortaya çıksa, darbeyi övücü sözler söylese, FETÖ'yü övse hiç dışarı çıkmayacak şekilde içeri atılsın. Buna kimsenin diyeceği olmaz. Ama darbenin herhangi bir yerinde aktif olarak görev almamasına rağmen geçmiş bulaşıklığı dolayısıyla insanları terör üyesi veya terörle iltisaklı olduğunu iddia etmek ve bunun sonucunda kişilerin iş akdini feshetmek onları öldürmek gibidir. Ha işine son vermişsin ha öldürmüşsün. Bu uğurda öldürülürler anlarım. Onlar da kurtulur, devlet de. Ama geçmiş birlikteliklerinden dolayı işine son verip cezalandırmak onları öldürmekten beterdir. Bu tiplerin işine son vermekle devlet, millet ve kendileri kurtuluyor mu? Kimse kurtulmuyor ve aramızda terör üyesi damgası yemiş olarak dolaşıyorlar. Oy zamanı oy veriyorlar ve siyasetin sonucunu etkiliyorlar, bizimle beraber camiye gidiyorlar. Yani içimizdeler.

Bu durum sağlıklı bir görüntü mü? Bana göre değil. Yarın bu ülkenin başına bir şey gelse bu psikoloji ile bu kimseler yanımızda saf tutar mı? Bu kişilerin çocukları nasıl bir psikoloji ile yetişecekler ve toplumun içerisinde ne yapacaklar? Bence FETÖ ile mücadele konseptimizi bir daha gözden geçirmemizde fayda var. Bir defa bir toplumsal vaka ile karşı karşıyayız. Terör örgütü ile mücadele ederken bu toplumsal vakıayı dikkate almamız gerekir. En azından terör örgütü ile mücadele ederken toptancı davranılmayabilir.

Unutmayalım ki bu çocuklar yani bugün suç isnat edilen çocuklar, yapının iç yüzünü bilmeden -ki devlet de bilmiyordu- anne ve babaların kendi elleriyle teslim ettiği çocuklardır. Bir suç, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun geneline sirayet etmişse "Bu ne iş" deyip oturup bir düşünmeliyiz. Bu konuda izleyeceğimiz yol, Hz Ömer'e atfedilen yoldur diye düşünüyorum. Ne yapmıştı Hz Ömer derseniz? Hz Ömer suçüstü yakalanan hırsızların sayısını görünce onlara hırsızlığın cezasını vermez. Çünkü ekonomide sıkıntı vardır. Hırsıza ceza vermekten ziyade insanları hırsızlığa iten sebeplerin ortadan kaldırılması gerektiği görüşünü ortaya koyar. Bu, suçluyla mücadele etmekten ziyade suç ile mücadele yöntemidir. Buna İslam fıkhında "Harama giden yolların tıkanması" anlamında "Seddi zerai" denir. Hırsızlıkla bunu karıştırmayalım diyebilirsiniz. Hırsızlık bedenin doyurulması ise bu da ruhun merdiven altı yollarda doyurulmasıdır. 

Kısaca FETÖ ile mücadelede soğukkanlılığı elden bırakmayalım. Yapıyı çökertmek ve bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için elimizden gelen gayreti gösterelim. Darbenin içinde olmayıp şu ya da bu şekilde bulaşığı olanları kazanmanın yoluna gidelim. Onlara sakıncalı piyade muamelesi yapmayalım. Onları iş üstü veya gerisinden izleyelim, boşluk bırakmayalım. Tekrar o yapı ile irtibat kurmaya kalkan olursa tepesine balyozu indirelim. Onları yaşatalım ki yaşayalım. Önceliğimiz toplumsal barış olmalı.

HDP'lileri Anlamak Zor! ***

Geçmişten günümüze değişik adlarla kurulmuş, şimdilerde HDP adıyla siyaset yapar görünen HDP’yi ve onun sorumlularını anlamak zor. Ne yapıyorlar, ne ediyorlar? Dertleri nedir? Çok anlamış değilim. Gördüğüm kadarıyla ülkeyi nasıl gereriz, çoğunluğun tepkisini nasıl çekeriz, mahkemeler bize nasıl ceza verir, ülkede kan nasıl durmaz, derdindeler.

Zaman zaman acaba bu HDP dışlanıyor mu? Ondan mı bu hırçınlıkları derim. Ülke olarak halkın seçtiği seçilmiş kişiler bunlar. Dertlerini demokratik yoldan anlatsınlar, bunları içimizde tutalım. Tek yapmaları gereken terörle aralarına mesafe koymak diyen insanımız da çok. Hatta çoğu zaman kendilerine destek de veriliyor. Ama her ne hikmetse HDP’liler tüm bu beklenti ve desteklere kulak tıkayarak burunlarının dikine gidiyorlar. Ne çekip gidiyorlar ne siyaset bizim işimiz değil diyorlar ne terörle aralarına mesafe koyuyorlar. Her konuşmaları, her eylemleri faul. Bırakın terörle aralarına mesafe koymayı, terörün göbeğindeyiz imajı vermeye çalışıyorlar durmadan. İçlerinde fütursuz konuşan birkaç kişi olsa eh, içlerinden çıkabilir böyle birkaç kişi diyeceğim. Eş başkanları da aynı, vekilleri de aynı, belediye başkanları da aynı. Teröre destekten dolayı biri ceza alıp içeriye girse yerine geçen, öncekini aratmıyor.

HDP yöneticilerinin işleri güçleri bu milletin sinir uçlarına basmak, cami duvarına işemek, hassasiyet ve kırmızıçizgilerinin üstüne üstüne gitmek. Partilerinin açılımı da “Halkların Demokrasi Partisi.”  Merak ediyorum siyaset adına yaptıklarında halk nerede, demokrasi nerede? Bu milletin sinir uçlarına basa basa nereye kadar siyaset yapacaklar bilmiyorum. Geçmiş musibetlerden tecrübe ve ibret alacakları da yok. Varsa yoksa kan ve gözyaşı.

Örnek mi istersiniz? Çok örnek vermeye gerek yok. Zaten kırdıkları yumurta 40’ı geçti. Sadece son örnek bile HDP’li yetkililerin hali pürmelâlini göstermesi bakımından şu cümleler yeter de artar bile: “Kürt sorunu devam ettikçe gerillaya katılım da olacak, çatışma da olacak, savaş da olacak". Kim demiş bu sözü? HDP Hakkari milletvekili. Üstelik bir kadın. Doğu ve Güneydoğunun “Teröre lanet” yürüyüşü yaptığı, çocukları dağa kaçırılan annelerin HDP Diyarbakır il başkanlığının önünde eylem yaptığı bir esnada kadın vekil Diyarbakır’da böyle bir açıklama yapıyor. Yaptığı açıklama değil, bir kaya. Alın nerenize koyarsanız koyun. Söylediği söz değil, bir deve. Neresini düzelteceksiniz bu devenin? Kadın gerilla, çatışma, savaş ve katılımdan bahsediyor. Gerilla kısaca “Yurda girmiş düşmana karşı baltalama eylemleri düzenleyen düzensiz birlik” demektir. Gören de sanki bu ülke, başkaları tarafından işgal edilmiş, bizim ülke severler de dağlarda toplanarak düşmana karşı yıldırma faaliyetinde bulunuyorlar sanır. Savaşı kim yapar? İki düzenli ordu yapar. Yok yaptığınıza savaş diyorsanız inlerde saklanmaya gerek yok. Çıkarsınız Mehmetçiğin karşısına, kozlarınızı paylaşırsınız.  Sözde “gerillaya katılım olacak”mış. O kadar samimiler ise gerillaları zor durumda. Mecliste ne işleri var? Çıksınlar dağlara, yanlarına da yardımcı olarak kendi çocuklarını alsınlar. Ben samimiyetlerini böyle göreyim. Özellikle yukarıdaki herzeyi yumurtlayan kadın vekilin iki çocuğu varmış. Pekala onları yanına alıp dağa çıkabilir. Kim tutar onu! Bu işi devşirdikleri veya baskı uyguladıkları gençlerle yapmaya kalktıklarına göre demek ki kendilerinin canları kıymetli. “Alavere, dalavere Kürt Mehmet nöbete” diyorlar hep.

Sonuçta olan da haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürtlere oluyor. Olmaz olsun sizin Kürt savunuculuğunuz! Kürdistan davanız! Yaptığınız tamamen bir taşeronluktur. Size en iyi cevabı çocuğu dağa kaçırılan ve HDP binası önünde eylem yapmaya başlayan Fevziye Çetinkaya anne: “Başlarım sizin Kürdistan davanıza!” diyerek vermişti. Başka söze ne hacet! Gerçi siz sözden, dur duraktan anlamazsınız değil mi? Unutmayın ki Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini bozmak ve onları mutsuz etmek uğruna verdiğiniz bu kanlı terörden, bir devlet çıkarabileceğinizi hayal ediyorsanız, bence bu hayalinizden vazgeçin. Çünkü başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulmaz. Zaten buna da ne Kürtler izin verir ne de Türkler…

***17/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.