26 Ağustos 2019 Pazartesi

Profesörlerin Liselerde Ders Vermesi *

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, detaya girmeden "Fen liselerinde Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik derslerini üniversite hocası profesörler verecek" açıklaması yaptı. Bakanın eğitim adına bugüne kadar yaptığı bazı açıklamalar yüreklere su serperken bu açıklamasına eyvah ki eyvah dedim.

Ne var bunda? Koskoca akademisyenler liselerde derslere girecek diyebilirsiniz. Bana göre bu uygulama ölü doğar, uygulansa da fayda sağlamaz. Ayrıca profesörlerimiz "İyi ya, liselerde ders anlatacağız" deyip koşa koşa gelecekler mi?

Niçin derseniz? İzah etmeye çalışayım: Öğretim görevlilerinin FKB(Fizik-Kimya-Biyoloji) ve Matematik bilgileri değil mesele. Bence bu uygulamada en büyük sorun, seviye meselesidir. Üniversite amfilerinde rüştünü ispatlamış gençlere ders anlatan bir profesör, lisede okuyan öğrencilere ders anlatmada zorlanabilir. Çünkü öğrencilerin seviyelerine inemeyebilir. 

Haydi akademisyenlerimiz çok donanımlı, kısa sürede çocukların seviyesine inme problemini hallederler diyelim. Bu öğretim görevlileri, derslere sürekli girebilecekler mi? Sanmıyorum. Çünkü çoğu zaman akademisyenler il dışına çıkar, kurul ve komisyonlara katılır, konferanslar verir, bir başka üniversitede jüri olarak görevlendirilirler. Böyle durumlarda üniversitedeki derslerine giremezler, yerlerine asistanları girer. Üniversitede dersi doldurma bu şekil oluyorsa bu durum lisede de aynıyla gerçekleşir. Yani görevinden dolayı dersine giremeyen profesörün dersini lisede de asistanı doldurur. Bu durum liselerde Milli Güvenlik dersi varken derse girmekle yükümlü albay veya yarbayın derse giremeyip yerine teğmen veya üsteğmenini göndermesine benzer. 

Diyelim ki her şey planlandı. Bu mesele de çözüldü. Norma göre fen liselerine atanan FKB ve Matematik öğretmenleri ne iş yapacak? Haydi bunu da çözdük. Öğretmenler öğrenci gibi en arkaya oturacaklar, dersine giren akademisyeni dinleyecekler. Bu öğretmenler kendilerinin yetersiz addedildiğini düşünmeyecekler mi? Ayrıca her şeyden geçtim. Akademisyenler lise şartlarına uyum sağlayabilecekler mi? Zor dostum zor…

Detayını bilmediğimiz bu proje ile ilgili ilk etapta aklıma gelenler bunlar. Sembolik olarak birkaç derse girip örnek bir sunum yapacaklar (ders anlatacaklar) veya öğrencilere tecrübelerini aktararak rehberlik yapacaklar denir ise olabilir derim. Ötesi başlı başına sorundur. Yol yakınken hiç başlanmasın. 

Bu konuda son söz olarak şunu söyleyeyim. Akademisyenleri tenzih ederim. Gören de üniversitelerimiz güllük gülistan, hiçbir sorunları yok. Akademisyenler de görevlerini harfiyen yerine getiriyorlar, üniversitelerini dünyada ilk beş yüz üniversitenin içine girdirdiler sanır. Sorun ders anlatanlarda ise üniversitedeki akademisyenler üniversitelerindeki kendi söküklerini, lisedeki öğretmenler de liselerindeki kendi söküklerini diksinler.

*28/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Kayyum İşi de Olmadı

Herkes bana "Kayyumlarla ilgili ne diyorsun" diye soruyor. Kimse Sayın Soylu'yu sormuyor bana. Kırgın ve kızgınım kendisine. Bir de "İstediğimi kayyum olarak atayabilirim, açıklaması yapıyor. Madem öyle...Niçin hep valileri kayyum olarak görevlendiriyor? Bir vali, ilin güvenliğine mi bakacak yoksa şehrin altyapı işlerine mi? Yazık değil mi kayyum valilere! Zira bir koltukta iki karpuz taşıyacaklar.

Merak ediyorum, biz neyiz burada? Elimizde bir karpuz bile yok. Bize ne zaman sıra gelecek? Bu birikimleri biz ne zaman belediyelerde hizmete dönüştüreceğiz?

Hasılı kırgın ve kızgınım Soylu'ya. Üstelik bu sefer beklenti içerisine girmeme bile fırsat vermedi. Sabaha kayyumla uyandık.

Halbuki Soylu'dan bu sefer beklenen şeytanın bacağını kırmasıydı. Sabah sabah acı acı çalan kapı ziline uyansaydım. Uyku semesi kapıyı açtığımda karşımda siyah plakalı, siyah bir araba görseydim... O değilden görevliye ne iş deseydim... Görevli de bana "Efendim, sizi almaya geldik. Zira siz kayyum olarak atandınız, deseydi... Ben de deme ya! Bu da nereden çıktı şimdi deseydim...fena mı olurdu.

Arabanın arka koltuğuna oturarak sür oğlum der, yapacağım ilk icraatı planlamaya koyulurdum. Bu arada "Hak yerini buldu, nihayet beni gördüler. Şimdi icraat zamanı" derdim. İlk icraatımı sorarsanız makam odamdaki çerçeveyi kendi ellerimle indirip yanımda götürdüğüm çerçeveyi takacaktım.

Hasılı kayyum işi de bu şekil başlamadan bitti. Alacağı olsun Soylu'nun. Zira bir kayyumluğu çok gördü bana.

Yaşanmış İki Hikaye

Hastanede röntgen çektirmek için sıramın gelmesini beklerken kim var, kim yok diye sağıma soluma baktım. Yıllardır karşılaşmadığım bir tanıdığıma gözüm ilişti. Karşılıklı başımızla selamlaştık. Ardından yanına vardım.

Geçmiş olsun dileklerimden sonra halini hatırını, ne yapıp ne ettiğini sordum. Yatıyorum bol bol dedi. Ardından site yöneticiliği yapıyorum dedi. Sanırım ihraçsın, durumun ne, komisyona falan başvurdun mu dedim. "Ben ihraç değilim, üç yıldır açıktayım. Milli Eğitim Müdürünün 'Örgütün kasası, örgüte ait üzerinde gayri menkuller var' iddialarına yönelik olarak yargılandım. Çalıştığım okuldan da birkaç şahit bulmuş. On bir defa hakim huzuruna çıktım. Sonunda berat ettim. Savcının itirazı üzerine davam Yargıtay'a taşındı. Şimdi temyiz sonucunu bekliyorum" dedi. Sıram geldi, ayrıldım yanından.

Görüştüğüm kişi FETÖ üyesi mi yoksa iltisaklı mı, temyiz sonucu ne olur, görevine geri döner mi bilmiyorum. Garibime giden somut delillere dayalı olmayan iddialarla üç yıldır yargılanmış. Temyizde berat ederse suç isnat eden kimse elini kolunu sallayarak aramızda dolaşacak mı? Kendisine ve şahitlere "Bu kişinin kesin örgüt üyesi olduğunu bilmeden bu haltı niye işlediniz" diye sorulacak mı? Sonra bir dava üç yıl sürer mi? Üç yıl boyunca bir kişi maaşının üçte ikisini almaya devam eder mi? Bu kişi berat ettiği takdirde tazminatıyla birlikte maaşından geri kalan kesintilerini de alacak. Devlet üç yıldır açıkta beklettiği bu kişinin yerine ya yerine yeni atama yaptı ya da ücret karşılığı bir başkasını çalıştırıyor. Nereden bakarsanız feci bir durum var ortada. Zaman, para ve insan kaybı var, mahkemelere iş yükü çıkarılmış. Bu kişi görevine döndüğü zaman devletle, çevresiyle, kendisini şikayet edenlerle barışık olacak mı? Üzücü ve garip bir durum gerçekten. 

İşin garibi örgütün kasası diye şikayet edilip açığa alınan bu okul müdürü, 2014 yılında çıkarılan kanunla ilçesinde müdür olarak kalan 7-8 okul müdüründen biri idi. Bunun müdür olarak kalmasını sağlayan da hakkında örgütün kasası diye şikayet eden de aynı milli eğitim müdürü idi. Şimdilerde o milli eğitim müdürü araştırmacı olarak kızağa alınanlardan ve yüzüne bakan yok. Kendisi de kimsenin yanına yaklaşamıyor. 
*

Yıllık lise sınıf pikniğimize yıllardır katılmayan bir sınıf arkadaşım da katıldı bu sene. Kendisine, arkadaşların çoğu düğün yaptı. Davetli olmana rağmen hiçbirine teşrif etmedin. Yarın sen çocuklarının düğünlerini kiminle yapacaksın, sana kırgınız dedim. "Ne deseniz, yerden göğe haklısınız. Başıma geleni bir bilseniz, bana hak verirsiniz" dedi. Açıkta olduğunu göreve iade edildiğin zaman haberimiz oldu. Ama nicedir görevdesin. Pekala düğünlere katılabilirdin dedim. "Göreve dönmeme rağmen dava sürecim yeni bitti. Şükür, rahatladım" dedi. Senin başına bu durum nasıl geldi dedim. Bir vaiz FETÖ'cü olduğuma dair bir şikayet dilekçesi vermiş. Yargılandım. Mahkemem dolayısıyla beni şikayet edeni ilk defa görmüş oldum. Çünkü şahit de oradaydı. Hakim 'Bu kişinin FETÖ'cü olduğunu nereden biliyorsun, tanıyor musun? Elinde bilgi, belge ne var' diye sordu. Vaiz 'Elimde bilgi ve belge yok' dedi. Hakim, 'O zaman bu dilekçe neyin nesi' dedi. Vaiz, 'Ben bilmiyorum efendim. Bu kişinin FETÖ'cü olduğunu duydum. Başka da bir bilgi sahibi değilim" deyince hakim 'Sayın hocam, sen camide kürsüye çıkınca cemaati bu şekil duyumlarla mı bilgilendiriyorsun? Hucurat 6.ayette Allah, 'Ey imam edenler! Bir fasık size bir bilgi/haber getirdiği zaman doğruluğunu araştırın yoksa bir topluluğa bilgisizce kötülük yaparsınız da sonra pişmanlık duyarsınız' demiyor mu? Yazık sana' demiş ve arkadaşın beraatine karar vermiş. 

FETÖ ile mücadele kapsamında yaşanmış iki hikaye. Daha başka ne hikayeler vardır, kim bilir.