20 Ağustos 2019 Salı

Tek Sermayesi Konuşma Olanlar

Teknoloji ile birlikte dünya küçük bir köy olsa da, biz bugün dünyanın her bir köşesinde cereyan eden bir olaydan anında haberdar olsak da bu küçücük dünyada her birimizin dünyası farklı farklı. Biz bize yaşadığımız bu dünyada her birimizin ilgi ve ihtiyacı ne ise aslında onu yaşıyoruz. Şöyle dünyalılar da az değil aramızda:

Okur-yazar değildir. Çünkü anne-babası okutmamıştır. Çocukluk ve gençlik hayatı köyde bağ-bahçe ve hayvan otlatmakla geçmiştir. Köyünden daha büyük bir köye giderek medeni halini değiştirmiştir.

Gittiği yerde de tarla, bağ, çubuk işlerinde bir işçi gibi eşine yardım etmiş, işten dönünce kendini, bekleyen ev işlerine ve ardı arkasına doğmuş çocuklarına bakmıştır.

Radyo yok, televizyon yok, gazete yok; çevresinde görmüş, geçirmiş kimse de yok. Tek yaptıkları uzun kış gecelerinde eş-dost, akraba oturmalarına gitmek olmuş, diğer iş-güç zamanı dışında, herkesin gelip geçtiği yolun bir köşesinde komşularıyla beraber oturmuş ve mahalle çarşısı diyebileceğimiz bu yerde yarenlikler yapılmış. Gündemde ne varsa o konuşulmuş. Gündem derken dünya ve Türkiye gündemi değil. Kimin dağarcığında ne varsa o konu ortaya dökülmüş. Oğlandan, kızdan, gelinden, kaynana ve kaynatadan önce biri, sonra diğeri sırayla içini dökmüş. Kim evlenecek, kim nişanlandı, kim hasta; kim kiminle küs, hangi gelin babasının evine küs gitmiş hepsi masaya yatırılmış. Yoldan kim geçiyorsa onunla laflanmış, ayaklarına kadar gelen bohçacıdan inci-boncuk alınmış. Tüm bunları yaparken de elleri boş durmamış. Kimi kocasına ve çocuklarına çorap, kimi kazak örmüş, kimi de kızının çeyizliğine hazırlık olsun diye önünde model, kanaviçeye iğne geçirmiş. 

Hasılı mahalle çarşısında kimin eteğinde ne taş varsa dökülür. Bu sokak oturmalarından iki taraflı faydalanılır. Herkes buradaki öğrendiğini "Benden duymuş olma da" deyip gidip bir başkasına satar. Dünya ve Türkiye gündeminden farklı bu gündemlerle bellekler bu şekil doldurulur.

Gel zaman, git zaman oğlan-kız evlenir. Hepsi anne-baba ve iş-güç sahibi olur. Sokak kültürüyle yetişen ve bir başlarına kalan yaşlılar ise çaresizlikten ya oğlanın ya da kızın evine sığınırlar. Çünkü bir başına ve bakıma muhtaçlar artık. Eski arkadaşlarından çoğu da dünyalarını değiştirmiştir. Sığındıkları evler eski köy hayatını andırmıyor, bahçeli evler kalmamış. Çoğu apartman hayatı yaşıyor.

Buralara gelen yaşlılar dairelerde esir hayatı yaşamaya başlıyorlar. Sokağa çıksalar, kimseler yok. Olsa da köy hayatındaki sokak kültürü şehir hayatında olmaz. Çıkmak istese de vücut gitmem diyor, yani çekmiyor. Evde bir başına oturmak dünyanın en büyük işkencesi onlar için. Televizyon izleseler gözler yeterince görmez, sesi kafa götürmez. Kitap okusa zaten okur-yazar değiller. Uyusa, ağrı-sızı uyutur mu? Sonra uyusa, nereye kadar uyuyacak? İbadet yapsa…biter mi ömür bu şekil? Geriye ne kaldı, ne yapacak bu tür yaşlılar? Dünyadan ve gündemden kopuk bu yaşlıların sermayeleri var: Biri geçmiş müktesebatları diyebileceğimiz anıları, diğeri bunları anlatacak dilleri. Bir üçüncü sermayeye daha ihtiyaçları var. O da bu anıları dinleyecek bir veya birkaç hayırsever. Kim çıkarsa bahtlarına artık. Yeter ki bulsunlar ve denk getirsinler. Anlatır dururlar. Anlattıklarını bir daha anlatırlar, hem de bıkmadan usanmadan. Araya sözü kesen bir durum girerse arıza giderildikten sonra yarım bıraktıklarını kaldıkları yerden anlatmaya devam ederler. Dinleyeni bezdirse de onlar anlattıkça rahatlayıp içlerini boşaltırlar. Çünkü tek sermayeleri konuşmaktır. Ötesi eziyet.

Bir diğer sermayeleri daha vardır. Yanı başlarından hiç ayırmadıkları ve aranır aranmaz açtıkları telefonları. Bu yönleriyle "duymadım, telefonum şarjdaydı, açamadım, müsait değildim" diyen gençlere taş çıkartırlar. Yeter ki bir arayan olsun. İçini boşaltırlar telefona. Yaşadıklarını ve gördüklerini bir bir anlatırlar. Ardından sizde ne var, ne yok deyip karşıdan aldıkları bilgi ve haberleri de dağarcıklarına bir güzel yerleştirirler. Sonra onları bir başkasına servis ederler. Gördüğünüz gibi sermayeleri sadece geçmiş anılarından ibaret değil, böylece bilgi akışı da sağlıyorlar. Telefonla bir başkasını aramayı bilmeseler de karşı tarafı seslerinden çıkarırlar. Kimin ne zaman aradığını, kimin ne zamandır aramayıp hal hatır sormadığını da akıllarında tutarlar. Geç arayan fırçayı da yer bu arada.

Haydi son olarak bir başka sermayelerinden daha bahsedeyim: Poşet dolusu ilaçları hep yanı başlarındadır. Sırası geleni atarlar. Kaç tane kaldığını da parmak hesabıyla bilirler. İlaçları daha bitmeden “Şu ilaçtan bu kadar kaldı” deyip uyarırlar. Elden başka bir şey de gelmiyor. Allah bundan geri koymasın.

19 Ağustos 2019 Pazartesi

Attığımız Taş, Ürküttüğümüz Kurbağaya Değmeli *

Yıllardır ağzımızın tadını kaçıran, bir başka işe yönelmemizi sekteye uğratan, uğruna binlerce can verdiğimiz, devletin tüm imkanlarını seferber ederek mücadele ettiği terörle mücadele, hız kesmeden her yerde devam ediyor. Buna paralel olarak terör ve teröriste yardım ve yataklık, alınan tüm tedbirlere rağmen bitmediği gibi mantar gibi üremeye veya ayrık otu gibi çıkmaya, dal-budak salmaya devam ediyor. Öldürsek de bitmiyor, yargılayıp cezaevine koysak da bitmiyor, başkanlıklarını düşürsek de bitmiyor. Teröre destek veriyor diye aldığımız belediye başkanlarının yerine atadığımız kayyumlar, tüm imkanları seferber ederek atandığı şehri imar etmeye çalışıyor. Yeni bir seçim yaptığımızda teröre destek veriyor dediğimiz başkanlar veya bir başka kopyası, daha fazla oy yüzdesi ile yeniden başkan seçiliyor. Sonuç, tekrar başa dönüyoruz. Yani kellim kellim la yenfeu.

Terörle mücadelemizin sonucu hep böyle değil mi? Neyi yanlış yapıyoruz da sonuca ulaşamıyor ve bataklığı kurutamıyoruz? Sonuçta bataklık sivrisinek üretmeye devam ediyorsa terörle mücadelede sonuç alıcı yeni yol ve yöntemler bulmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü şu ana kadar bu alanda attığımız her adım, terörü bitiremediği gibi destekçilerini de kesemedi. Öyle atış yapmalıyız ki attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmeli. Nedense bizim attığımız her taş, kötü huylu kanser hücresi gibi vücudun her bir tarafına yayılıyor.

Sonuç alınamıyorsa terörü ve destekçilerini kendi haline bırakacak değiliz elbet. Ama polisiye tedbirlerle ve kanundan aldığımız yetkiyi kullanmakla olmuyor bu işler. Toplumsal barışa da hizmet etmiyor. Yaptığımız her tasarruf terörle mücadele kadar toplumsal barışa da hizmet etmelidir. Bunun için önce;
*Adalete güven tesis etmeliyiz. Herkes ve her kesim adalete güvenmeli.
*İdarenin kısa süreli görevden uzaklaştırmasının dışında her türlü görevden alma ve ihraç mahkeme kararına bağlanmalı. Mahkeme kararı kamu vicdanını rahatlatmalı. Halk adalet yerini buldu demeli.
*Cezaevlerimiz içeriye giren suçluyu eğitecek şekilde düzenlenmeli, verilen cezalar caydırıcı olmalı. Hapisten çıkan tövbekar olarak çıkmalı.
*Terör ve terörist olanlarla teröre yardım ve yataklık yapanların arasındaki organik ve inorganik bağı kesecek ikna edici bir dil ve üslup geliştirilmeli. Bu aşamada asla diyalog kesilmemeli. Kimse ötekileştirilmemeli. Kimseye toptancı davranılmamalı. Kendimizi daha iyi anlatacak ortamlar geliştirmeliyiz.
*Terörün dış bağlantısını kesmek için iyi bir diplomasi yürütülmeli. Çünkü hiçbir terör örgütü dış bağlantı olmadan yaşayamaz.
*Terör örgütüne katılan insan gücü ve maddi destek kesilmeli. Devlet istihbaratı aracılığıyla iyi bir iz sürmeli. Örgüte katılma meyli olanları yakın takibe almalı. Örgüte katılımın önü kesilirse terör uzatmalara oynar.
*Terörle bağı, kuvvetli bulgulara dayalı kişilerin seçimlerde aday yapılmamasının tedbirleri alınmalı.
*Başta belediyeler olmak üzere terör örgütlerine destek veren kurumlar sıkı ve sürekli denetimden geçirilmeli.
*Her türlü yargılamalar adil olduğu kadar hızlı olmalı.
*Düşüncesi, milliyeti ne olursa olsun doğuştan gelen haklar verilmeli.
*Silah çeken, bomba patlatana karşı devlet yumruğunu balyoz gibi indirirken diğer taraftan halkının tamamına şefkat elini uzatmalı.
*Ortak yaşamanın yollarını bulacak projeler geliştirilmeli.

Anlatmak istediğim polisiye tedbirlerden ziyade terörü kökten çözecek kalıcı tedbirleri uygulamaya koymamız gerekiyor. Tüm bunları yaparken de yapacaklarımızın makul izahını yapmalıyız. Herkesi olmasa da çoğunluğu ikna etmeliyiz. Öyle şeyler yapmalıyız ki her attığımız taş hedefine isabet etsin ve vurduğu yeri tedavi etsin.

*21/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Dünyanın En Büyük Sorunu veya En Büyük Ordusu *

Size yakın gelecekte en büyük sorun nedir veya dünyanın en büyük ordusu hangisidir desem, ne cevap verirsiniz? Çivisi çıkmış bu dünyada sorundan çok ne var, hangisini söylersen doğrudur diyebilirsiniz. Kişiden kişiye değişse de bana göre fazla değil, yakın gelecekte Türkiye'nin ve dünyanın en büyük sorunu işsizlik olacaktır. 

Hemen bu da cevap mı? Zaten işsizlik şimdi de sorun, bunun için yakın geleceğe falan gitmeye gerek yoktu diyebilirsiniz. El-cevap, işsizlik dün olduğu gibi bugün de sorun, yarın da sorun olmaya devam edecek. O zaman mesele nedir derseniz? Turpun büyüğü heybede derim. Çünkü yakın gelecekte,

*robotlar devreye girecek. Bugün insanların çalıştığı ve yaptığı işler bu robotlar eliyle gördürülecek.

*Üç boyutlu yazıcılar piyasaya sürülecek. Buna kişisel bir fabrika da denebilir. Katmanlı üretim teknolojisine sahip masaüstü 3 boyutlu yazıcılarla evinizde veya ofisinizde istediğiniz her türlü şeyi üretmenize imkan tanır.

*Yapay zekâ; insan gibi davranışlar sergileme, sayısal mantık yürütme, hareket, konuşma ve ses algılama gibi birçok yeteneğe sahip yazılımsal ve donanımsal sistemler bütünüdür. Başka bir deyişle yapay zekâ; bilgisayarların insanlar gibi düşünmesini sağlar.

Düşünün ki yukarıda bahsettiğim robot teknolojisi, üç boyutlu yazılım ve yapay zekâ yaygınlaştırıldığında, öyle görünüyor ki insan iş gücüne pek hatta hiç ihtiyaç kalmayacak. Bugün ihtiyacımız olan ve insan eliyle üretilip tedavüle sürülen birçok mamulün imali için robotlar kullanılacak. Bizim düşündüğümüzü yapay zekâ düşünecek. Bu demektir ki dünyada en büyük ordu, dünya işsizler ordusu olacaktır. Şu anda bile ülkeleri kara kara düşündüren istihdam işi, herhalde yakın gelecekte en büyük ve değişmez birincil sorun olur.

Görünen, bugün meslek dediğimiz mesleklerin çoğu çöpe gidecek, yetişmiş insan gücünün tüm yetenek ve bilgileri sıfırlanacak. Böyle bir durumda, dünyanın hiçbir devletinin en güçlü ordusu bu işsizler ordusunun karşısında tutunamaz, mevzi alamaz. Alsa da bu ordu karşısında tutunamaz. Dünya işsizleri, savaşmak için bir araya gelseler veya sosyal medya üzerinden örgütlenseler bunları hiçbir ordu durduramaz.

Hasılı teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımız kolaylaşıyor ama işsizliğe bir çare bulunmaz, bu işsizler bir şeye veya yere kanalize edilmez ve bu süreç iyi bir şekilde yönetilmez ise bu ordu, bize dünyayı dar edeceğe benziyor. Kim bilir? Belki de bugün yaşadığımız sıkıntılı günleri ileride anıp “O günler, en mutlu günlerimizmiş” dedirtecek bizlere.

Bu durumda yapacağımız, çocuklarımızı gelmekte olan bu teknolojiye uygun bilgi ile donatmak ve onları yaşayacakları çağa uygun hazırlamak gibi görünüyor.

*26/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.