Teknoloji ile birlikte dünya küçük bir köy olsa da, biz
bugün dünyanın her bir köşesinde cereyan eden bir olaydan anında haberdar olsak
da bu küçücük dünyada her birimizin dünyası farklı farklı. Biz bize yaşadığımız
bu dünyada her birimizin ilgi ve ihtiyacı ne ise aslında onu yaşıyoruz. Şöyle dünyalılar
da az değil aramızda:
Okur-yazar değildir. Çünkü anne-babası okutmamıştır.
Çocukluk ve gençlik hayatı köyde bağ-bahçe ve hayvan otlatmakla geçmiştir.
Köyünden daha büyük bir köye giderek medeni halini değiştirmiştir.
Gittiği yerde de tarla, bağ, çubuk işlerinde bir işçi gibi
eşine yardım etmiş, işten dönünce kendini, bekleyen ev işlerine ve ardı
arkasına doğmuş çocuklarına bakmıştır.
Radyo yok, televizyon yok, gazete yok; çevresinde görmüş,
geçirmiş kimse de yok. Tek yaptıkları uzun kış gecelerinde eş-dost, akraba
oturmalarına gitmek olmuş, diğer iş-güç zamanı dışında, herkesin gelip geçtiği
yolun bir köşesinde komşularıyla beraber oturmuş ve mahalle çarşısı
diyebileceğimiz bu yerde yarenlikler yapılmış. Gündemde ne varsa o konuşulmuş.
Gündem derken dünya ve Türkiye gündemi değil. Kimin dağarcığında ne varsa o
konu ortaya dökülmüş. Oğlandan, kızdan, gelinden, kaynana ve kaynatadan önce
biri, sonra diğeri sırayla içini dökmüş. Kim evlenecek, kim nişanlandı, kim
hasta; kim kiminle küs, hangi gelin babasının evine küs gitmiş hepsi masaya
yatırılmış. Yoldan kim geçiyorsa onunla laflanmış, ayaklarına kadar gelen
bohçacıdan inci-boncuk alınmış. Tüm bunları yaparken de elleri boş durmamış.
Kimi kocasına ve çocuklarına çorap, kimi kazak örmüş, kimi de kızının
çeyizliğine hazırlık olsun diye önünde model, kanaviçeye iğne geçirmiş.
Hasılı mahalle çarşısında kimin eteğinde ne taş varsa
dökülür. Bu sokak oturmalarından iki taraflı faydalanılır. Herkes buradaki
öğrendiğini "Benden duymuş olma da" deyip gidip bir başkasına satar.
Dünya ve Türkiye gündeminden farklı bu gündemlerle bellekler bu şekil
doldurulur.
Gel zaman, git zaman oğlan-kız evlenir. Hepsi anne-baba ve
iş-güç sahibi olur. Sokak kültürüyle yetişen ve bir başlarına kalan yaşlılar
ise çaresizlikten ya oğlanın ya da kızın evine sığınırlar. Çünkü bir başına ve
bakıma muhtaçlar artık. Eski arkadaşlarından çoğu da dünyalarını
değiştirmiştir. Sığındıkları evler eski köy hayatını andırmıyor, bahçeli evler
kalmamış. Çoğu apartman hayatı yaşıyor.
Buralara gelen yaşlılar dairelerde esir hayatı yaşamaya başlıyorlar. Sokağa
çıksalar, kimseler yok. Olsa da köy hayatındaki sokak kültürü şehir hayatında
olmaz. Çıkmak istese de vücut gitmem diyor, yani çekmiyor. Evde bir başına
oturmak dünyanın en büyük işkencesi onlar için. Televizyon izleseler gözler
yeterince görmez, sesi kafa götürmez. Kitap okusa zaten okur-yazar değiller.
Uyusa, ağrı-sızı uyutur mu? Sonra uyusa, nereye kadar uyuyacak? İbadet yapsa…biter
mi ömür bu şekil? Geriye ne kaldı, ne yapacak bu tür yaşlılar? Dünyadan ve
gündemden kopuk bu yaşlıların sermayeleri var: Biri geçmiş müktesebatları
diyebileceğimiz anıları, diğeri bunları anlatacak dilleri. Bir üçüncü sermayeye
daha ihtiyaçları var. O da bu anıları dinleyecek bir veya birkaç hayırsever. Kim
çıkarsa bahtlarına artık. Yeter ki bulsunlar ve denk getirsinler. Anlatır dururlar.
Anlattıklarını bir daha anlatırlar, hem de bıkmadan usanmadan. Araya sözü kesen
bir durum girerse arıza giderildikten sonra yarım bıraktıklarını kaldıkları
yerden anlatmaya devam ederler. Dinleyeni bezdirse de onlar anlattıkça
rahatlayıp içlerini boşaltırlar. Çünkü tek sermayeleri konuşmaktır. Ötesi
eziyet.
Bir diğer sermayeleri daha vardır. Yanı başlarından hiç
ayırmadıkları ve aranır aranmaz açtıkları telefonları. Bu yönleriyle
"duymadım, telefonum şarjdaydı, açamadım, müsait değildim" diyen
gençlere taş çıkartırlar. Yeter ki bir arayan olsun. İçini boşaltırlar
telefona. Yaşadıklarını ve gördüklerini bir bir anlatırlar. Ardından sizde ne
var, ne yok deyip karşıdan aldıkları bilgi ve haberleri de dağarcıklarına bir
güzel yerleştirirler. Sonra onları bir başkasına servis ederler. Gördüğünüz
gibi sermayeleri sadece geçmiş anılarından ibaret değil, böylece bilgi akışı da
sağlıyorlar. Telefonla bir başkasını aramayı bilmeseler de karşı tarafı
seslerinden çıkarırlar. Kimin ne zaman aradığını, kimin ne zamandır aramayıp
hal hatır sormadığını da akıllarında tutarlar. Geç arayan fırçayı da yer bu
arada.
Haydi son olarak bir başka sermayelerinden daha bahsedeyim: Poşet dolusu
ilaçları hep yanı başlarındadır. Sırası geleni atarlar. Kaç tane kaldığını da
parmak hesabıyla bilirler. İlaçları daha bitmeden “Şu ilaçtan bu kadar kaldı”
deyip uyarırlar. Elden başka bir şey de gelmiyor. Allah bundan geri koymasın.