Ana içeriğe atla

Attığımız Taş, Ürküttüğümüz Kurbağaya Değmeli *

Yıllardır ağzımızın tadını kaçıran, bir başka işe yönelmemizi sekteye uğratan, uğruna binlerce can verdiğimiz, devletin tüm imkanlarını seferber ederek mücadele ettiği terörle mücadele, hız kesmeden her yerde devam ediyor. Buna paralel olarak terör ve teröriste yardım ve yataklık, alınan tüm tedbirlere rağmen bitmediği gibi mantar gibi üremeye veya ayrık otu gibi çıkmaya, dal-budak salmaya devam ediyor. Öldürsek de bitmiyor, yargılayıp cezaevine koysak da bitmiyor, başkanlıklarını düşürsek de bitmiyor. Teröre destek veriyor diye aldığımız belediye başkanlarının yerine atadığımız kayyumlar, tüm imkanları seferber ederek atandığı şehri imar etmeye çalışıyor. Yeni bir seçim yaptığımızda teröre destek veriyor dediğimiz başkanlar veya bir başka kopyası, daha fazla oy yüzdesi ile yeniden başkan seçiliyor. Sonuç, tekrar başa dönüyoruz. Yani kellim kellim la yenfeu.

Terörle mücadelemizin sonucu hep böyle değil mi? Neyi yanlış yapıyoruz da sonuca ulaşamıyor ve bataklığı kurutamıyoruz? Sonuçta bataklık sivrisinek üretmeye devam ediyorsa terörle mücadelede sonuç alıcı yeni yol ve yöntemler bulmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü şu ana kadar bu alanda attığımız her adım, terörü bitiremediği gibi destekçilerini de kesemedi. Öyle atış yapmalıyız ki attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmeli. Nedense bizim attığımız her taş, kötü huylu kanser hücresi gibi vücudun her bir tarafına yayılıyor.

Sonuç alınamıyorsa terörü ve destekçilerini kendi haline bırakacak değiliz elbet. Ama polisiye tedbirlerle ve kanundan aldığımız yetkiyi kullanmakla olmuyor bu işler. Toplumsal barışa da hizmet etmiyor. Yaptığımız her tasarruf terörle mücadele kadar toplumsal barışa da hizmet etmelidir. Bunun için önce;
*Adalete güven tesis etmeliyiz. Herkes ve her kesim adalete güvenmeli.
*İdarenin kısa süreli görevden uzaklaştırmasının dışında her türlü görevden alma ve ihraç mahkeme kararına bağlanmalı. Mahkeme kararı kamu vicdanını rahatlatmalı. Halk adalet yerini buldu demeli.
*Cezaevlerimiz içeriye giren suçluyu eğitecek şekilde düzenlenmeli, verilen cezalar caydırıcı olmalı. Hapisten çıkan tövbekar olarak çıkmalı.
*Terör ve terörist olanlarla teröre yardım ve yataklık yapanların arasındaki organik ve inorganik bağı kesecek ikna edici bir dil ve üslup geliştirilmeli. Bu aşamada asla diyalog kesilmemeli. Kimse ötekileştirilmemeli. Kimseye toptancı davranılmamalı. Kendimizi daha iyi anlatacak ortamlar geliştirmeliyiz.
*Terörün dış bağlantısını kesmek için iyi bir diplomasi yürütülmeli. Çünkü hiçbir terör örgütü dış bağlantı olmadan yaşayamaz.
*Terör örgütüne katılan insan gücü ve maddi destek kesilmeli. Devlet istihbaratı aracılığıyla iyi bir iz sürmeli. Örgüte katılma meyli olanları yakın takibe almalı. Örgüte katılımın önü kesilirse terör uzatmalara oynar.
*Terörle bağı, kuvvetli bulgulara dayalı kişilerin seçimlerde aday yapılmamasının tedbirleri alınmalı.
*Başta belediyeler olmak üzere terör örgütlerine destek veren kurumlar sıkı ve sürekli denetimden geçirilmeli.
*Her türlü yargılamalar adil olduğu kadar hızlı olmalı.
*Düşüncesi, milliyeti ne olursa olsun doğuştan gelen haklar verilmeli.
*Silah çeken, bomba patlatana karşı devlet yumruğunu balyoz gibi indirirken diğer taraftan halkının tamamına şefkat elini uzatmalı.
*Ortak yaşamanın yollarını bulacak projeler geliştirilmeli.

Anlatmak istediğim polisiye tedbirlerden ziyade terörü kökten çözecek kalıcı tedbirleri uygulamaya koymamız gerekiyor. Tüm bunları yaparken de yapacaklarımızın makul izahını yapmalıyız. Herkesi olmasa da çoğunluğu ikna etmeliyiz. Öyle şeyler yapmalıyız ki her attığımız taş hedefine isabet etsin ve vurduğu yeri tedavi etsin.

*21/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

  1. Tamam dediklerinin hepsi olmalı. Daha fazlasını da yapsan onlar yine terörist olmaya devam ederler. Onların devlete düşmanlıklarının ne zaman ve nasıl sona erdirileceğine pek inanamıyorum. Adamlarda kompkeks var. Devletin kendikerini ikinci sınıf gördüğüne kendilerini inandırmışlar. Bundan bir türlü kurtulamıyorlar. Devletin Diyarbakır a yaptıklarını her kes biliyor. İkinci sınıf görse bu yatırımların hangisini yapar. Bunu Diyarbakır lı vatandaşlarımıza anlatamıyoruz. Körü körüne destek ve inatlatlaşma var. Bir Diyarbakır lı vatandaşımız aynen şöyle diyor: Devlet bizi yok sayıyor. Biz bizi yönetmesi için bir başkan seçiyoruz. Devlet o başkana görev yaotırmıyor. Sizde kim oluyorsunuz deyip bizi yok sayıyor. O seçtikleri kişi ile terör bağlantısı kuramıyorlar. Sadece bizim seçtiğimizi aldı kendisi atadı. Mantık tamamen bu. Teröre destek verebileceği akıllarının köşesinden geçmiyor. Tam bir devlet düşmanlığı var. Devlete karşı bu kin daha da artıyor. Onların bu durumları beni de çok korkutuyor. Ne yapılabilir bilmiyorum. Böyle düşünen terörist filan da değil. Beş vakit namazında niyazında. İmanı ve itikadı sağlam. Ama düşünce tam da anlattığım gibi. İnşallah devletimiz de benim gördüğümü görür de bir formül geliştirir. Yoksa gerçekten onların durumu ülke açısından beni çok korkutuyor. Allah yardımcımız olsun. Allah birlik ve beraberliğimizi bozmasın. Allah onlara da iz an versin. Allah her daim devletimize milletimize yardım etsin.

    YanıtlaSil
  2. Kendilerinde bir kompleks görmeleri ve ikinci sınıf olduklarına inandırılmaları 90'lı yıllarda uygulanan yanlış politikanın, faili meçhul cinayetlerin bir ürünü hocam. Bu psikolojiden kurtulmaları çok zor. Devlet geçmişte o bölgeleri ihmal etmesinin bedelini bugün ödüyor. Biz her şeyi hizmetle çözeceğimize kendimizi inandırdık. Hizmet giderse halkı yanımıza çekeriz diye düşündük. Bu anlayış bir yere kadar. Bugün aynı durum Batı bölgelerimiz için de geçerli. Halk hizmeti artık "Devletin olmazsa olmaz bir görevi" görüyor. Bugün hizmetin ötesinde başka şeyler istenip bekleniyor. Bugün hangi tedbir ve uygulamayı devreye sokarsak sokalım, biz hepsinde yenileceğiz. Hem FETÖ hem PKK örgütlerinin arkasındaki stratejik ortağımız denilen ABD'nin desteğini kesmeden bu hareketler şu ya da bu şekilde bu topraklarda olmaya ve bize kan kusturmaya devam edecekler. Bizim terör desteğini kesmek, teröre iltisaklı saiklerle yaptığımız her tasarruf onların bize daha fazla kin bilemesine neden olacaktır. Bu yaptığımız son uygulama sorununa siyaseten çzüm arayanları düşünmeye itecek. Bu işler demokratik yollarla olmuyor, baksanıza biz seçiyoruz, onlar bizim seçtiklerimizi alıyorlar düşüncesine itecek, başka yollara tevessül edecekler. Şunu hiç unutmayalım ki PKK veya HDP Güneydoğu'da propagandasını çok iyi yapıyor, oralarda başka siyaset yok. Oralarda ikinci, bazı yerlerde birinci parti olan AK Parti görevlileri yeterince çalışmıyor, nasılsa bizim Tayyip'imiz var, o çalışacak, biz nimetlerinden faydalanacağız diyor. (Bu durum diğer illerde de böyle) HDP ise il, ilçe, belde demeden her yerde miting, toplantı yapıyor. Eskiden Marksist düşünceye sahip olanların destek verdiği HDP gibi partilere şimdilerde dindarlar da oy veriyor. Bugünkü siyaset Tayyip düşmanlığı üzerine yürüyor. HDP sadece Güneydoğu'da değil, Türkiye'nin birçok yerinde kilit parti bugün. Yaptığımız onca çalışmanın özeti bugün bu. HDP'yi daha da büyüttük. Yeni sitemle birlikte Kürt seçmenini kim yanına çekerse iktidar onun noktasına geldik. Ben burada bir tespitte bulunmaya çalışıyorum. Pekala "Başkanların alındığı çok iyi oldu, bunlar teröre destek veriyorlar, İçişleri Bakanını tebrik ediyorum" diyerek prim de yapardım. Ama biz gerçeklerle yüzleşmemiz lazım. Maalesef yaptığımız her şey Güneydoğu'yu bizden biraz daha koparıyor.

    İkinci sınıf veya dışlanma psikolojisini hiç yabana atmayalım. Gerici, mürteci, şeriatçı damgası yediğimiz, kimse bizimle koalisyon ortağı olmadığı, kızlarımızın kıyafetiyle okullara giremediği, gençlerimizin katsayı ile önlerinin kesildiği dönemlerde bu psikolojiyi biz çok yaşadık. Bugün atlattık görünsek de o psikolojiyi içimizden tamamen attığımız söylenemez. Ahmet Türk'ün yıllar önce dediği şu söz çok manidar: "Sizin konuşacağınız en son kişiler bizleriz. Bizden sonraki gelen nesil ile vurma ve kırmanın dışında konuşamazsınız" demişti. Bugün o anları yaşıyoruz. Yarın Suriye ve Irak'ın bir kısmında PYD eliyle bir Kürt devleti kurdurulursa ondan sonra başımıza gelebilecekleri aklıma bile getirmek istemiyorum. İşimiz her zamankinden zor. Allah yardımcımız olsun.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde