2 Temmuz 2019 Salı

LGBT ya da Lutilik ***


Siz de benim gibi cahilseniz o zaman LGBT’nin ne anlama geldiğini bilmiyorsunuzdur. Ben de ne olduğunu öğrenmek için öğrenmenin yaşı yok sözünün arkasına sığınarak dönüp dönüp sözlüğe baktım. LGBT; Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transgender kelimelerinin baş harflerinden oluşmuş bir kısaltma. Korkarım siz de benim gibi bize yabancı bu kelimelerin ne anlama geldiğini bilmiyorsunuzdur. Dedim ya cahil cahili buldu. Birbirimizi ağırlayalım. Lezbiyen, kadın kadına cinsellik; gay, eşcinseller için kullanılan bu isim genellikle erkek eşcinselleri belirtmek üzere kullanılan terim; biseksüel, çift cinsiyetli; transgender, travesti yani biyolojik kimliğini kabullenmeyip karşı cinsten olma gibi hissetme durumu. Anlayacağınız bizim geçmişte Lutilik, homoseksüellik, eşcinsellik adını verdiğimiz ilişki biçimine şimdilerde daha kısaca LGBT deniyor.
Sayıları dünya nüfusunun yüzde beşi olabileceği yorumları yapılan bu LGBT’liler zaman zaman değişik saiklerle adlarını duyurmaya çalışsalar da 30 Haziran’da İstanbul’da “Onur Yürüyüşü” yapmaya yeltenince Türkiye’de epey bir gündem oluşturdu. Bazı belediyeler bu yürüyüşe destek açıklaması yaparken halkın büyük bir çoğunluğu bunlara tepki gösterdi. Sosyal medyada izlediğim kadarıyla çoğu kimse, Lut Peygamberin kavminin homoseksüellik gibi sapık ilişki dolayısıyla helak olduğunu, üzerlerine taşlar yağdığını ve helak olduklarını, bu tür ilişkinin dinen haram olduğunu yazıp çiziyor. Yazılıp çizilenler doğru. Fakat bu dilden anlar mı LGBT’liler? Sanmam. İzlediğim LGBT’liler verdikleri görüntülerle ne Allah’tan korkuyor ne de kuldan utanıyorlar. Hani eskiden Allah’tan korkmuyorsun, bari kuldan utan” denirdi. Bu kişilerin belleklerinde -yaptıklarına bakarak- ne Allah var ne de kul. Bu durumda eşcinselliğin yasak olduğunu söylememiz bir fayda sağlamaz diye düşünüyorum. Bunlara şiddet uygulamak da çözüm değil. Baksanıza “Onur yürüyüşü” yapıyorlar. Neyin onuru ise? Onca derdimizin arasında, anlaşılan bundan sonra bu LGBT’liler şu ya da bu şekilde kendilerinden söz ettirecekler.
Bildiğim kadarıyla Lut peygamberin kavmi herkesin gözü önünde, kimseden çekinmeden eşcinselliği alenen yapmaya başladıklarından dolayı helak oldu. Kimse karışamadı, kimse bir şey diyemedi. Bir şey diyen ise “Keşke bu işi az ötede yapsalar” diyebildi sadece. LGBT, verdikleri bu görüntüyle sanırım Lut peygamberin kavmindeki sapık ilişkiyi aratmayacağa benziyor.
Bazıları LGBT’lilere destek vermek suretiyle bunun bir özgürlük ve hak olduğunu, bu hakkın onlara verilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bence yanlış yoldalar. Bu tür bir ilişki biçimi fıtrata aykırıdır. Din, ahlak ve örfümüzde de yeri yoktur. Adnan Demircan hocanın bu konuyla ilgili bir yazısına burada yer vermek istiyorum:
Bir psikolog arkadaşım anlatmıştı. Bana kimliğinden farklı cinsel eğilimleri olan bazı hastalar geliyor, sohbet ediyoruz. Onlara durumlarının yaratılışlarının gereği olduğunu, bu kimliklerini göstermelerini söyleyenler var. Bunu savunan birisine sordum:
-Birisinde hırsızlık yapma eğilimi varsa bu durum hırsızlığı meşrulaştırır mı?
-Hayır!
-Peki, ne yapması gerekir?
-Bu duygusuyla mücadele etmesi gerekir.
-Diyelim ki güzel bir hanım gördüğümde dayanamıyorum. Bu duygum eşimi aldatmamı meşrulaştırır mı? Hepimizin sıkıntıları var ve bunlarla mücadele etmemiz gerekir.
Din diliyle söylersek, herkesin imtihanı farklı... Allah imtihanı başarıyla bitirenlerden eylesin.”
Yaptıklarına bakarak bunlara ne yapılacağını, nasıl davranılacağını kestirmek zor olsa gerek. Bunların dilini anlayabilene aşk olsun. Anlamaya çalışıyorum. Bir yere koyamıyorum. Bu durumda bizim yapmamız gereken, bu kişilerin isimlerinin tespiti yapılarak psikologla görüşmelerini sağlamak. Mutlaka bunların dilinden anlayacak birileri çıkar. Tedavileri mümkünse tedavilerini yaptırmak gerekiyor. Seslerini duyurmak amacıyla bunların yapacağı protesto ve yürüyüşlerini görmezden gelmek, basında hiçbir şekilde fotoğraflarına ve yazılarına yer vermemek en doğru yol gibi geliyor bana. Çünkü bu tür yürüyüşlere haber niyetiyle yer vermek bile bu yaptığımız, onların yapacaklarını alenileştirir. Zaten amaçları seslerini duyurmak. Buna alet olmamak gerekir. Mevcut LGBT’lilerin ıslah edileceğine ihtimal vermiyorum. En azından anne ve babaları bu konuda bilgilendirmek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü anne ve babalar, çocuklarında bu şekil aynı cinse meyil sezdikleri zaman bunu gizleme yoluna gidiyorlar. Aileler bu durumu gizlemek yerine küçük yaşta çocuklarını tedavi ettirme yoluna giderlerse LGBT’lilerin sayısında bir azalma olacağını düşünüyorum. Allah bizi beter felaketlerden korusun.

***04/07/2019 günü Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Algılara Teslim Oluyoruz Hep

Hucurat süresi 6.ayette geçen "Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." ayet mealini bilmeyenimiz yok. Hatta bildiğimizle kalmayız birbirimize de okuruz. Hem bilir hem okur hem inanırız ama iş amel etmeye gelince uygulamayız. 

Ne zaman bir haber duysak eğer haber işimize geliyorsa doğru mu yanlış mı demeden balıklama atlıyoruz ve bu haberi kendi düşüncemizi desteklemek için kullanır da kullanırız. Ne zamana kadar? Birileri bu haberle maksadına ulaşıncaya kadar bu haberle yatar kalkarız. Örnek mi istersiniz? 80 öncesi bu ülkede sol-sağ kavgası vardı. Her gün karşılıklı gençler ölüyordu. Milletçe bu akan kan nasıl durdurulacak? Yok mu bunun çıkış yolu derken asker yönetime el koydu. Ülkeyi yönetenlerin durduramadığı kan, bıçak keser gibi kesildi. Hele şükür, akan kan durdu derken 80 ihtilalının PKK ve FETÖ terör örgütlerinin neşvünema bulmasına zemin hazırladığını öğrendiğimizde iş işten geçmişti. Yine sol ve sağ kavgasında öldürülen gençlerin aynı silahtan çıkan mermi ile öldürüldüğü ortaya çıktı ve bu sol ve sağ kavgasının darbenin meşru şartlarının oluşması için yapıldığını öğrendik. Bizim bunları öğrenmemiz bize pahalıya patladı. Nice gencimiz cunta mahkemelerinde yargılanarak darağacını boyladı. Niceleri uzun süre mahpus yattı. 

Önümüze irtica paranoyası kondu. Gerici ve yobazlar bardağı taşırdı. Ülke ve laiklik elden gidiyor denerek 28 Şubat yapıldı. Niceleri hapsi boyladı. Hala içlerinde mahpustan çıkmayanlar var. Katsayı ucubesiyle gençlerin önü kesildi. Kamudan başörtüsü atıldı. Direnenler görevinden oldu. Üniversite kapısı başörtülüye haram oldu. 

Hizbullah çıktı. Domuz bağını tanıdık. Mezar evlerini duyduk. Yapılan operasyonlarda yakalananlar ve bu örgüte üye olanlar yargılandı. Çoğu ceza aldı. Kimi çıktı, kimi hala yatıyor. 

2007 yılına geldiğimizde Ergenekon terör örgütüyle tanıştırıldık. Ardından Balyoz operasyonları ve diğer bir dizi operasyonlar yapıldı. Çoğunluğu askerden oluşan yüzlerce kişi yargılandı, mahkum oldu. Çoğu tutuklu sanıklar ortalama beş yıl yattıktan sonra "kumpas var" dendi, içerdekiler salıverildi ve bu dava 12 yıl sonrasında bitti. Mahkeme "Ergenekon diye bir terör örgütünün varlığı tespit edilememiştir" diyerek yargılananların beratına karar verdi. Burada da mağduriyetler oluştu.

Şimdi 17-25 Aralık operasyonlarıyla yüzünü gösteren ve 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsüyle gerçek yüzünü gösteren FETÖ terör örgütü operasyonları ve yargılamaları var. Çatı davası bitmiş olmakla beraber bu örgüte iltisaklı olanlara karşı yapılan operasyonlar hala devam ediyor. Bu örgüte üyeliğinden veya ilişkisinden dolayı kamudan ihraç edilenlerin ve içeride yatanların sayısı da az değil. Kimi içeride kimi de yurt dışında elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Verdiğim örneklerle ne anlatmak istediğime gelince tüm bu olup bitenlerden, operasyonlardan ve yargılamalardan anladığım bu ülkede kim bir iş yapmak istiyorsa işe kendiliğinden kalkışmıyor. Önce toplumu bir güzel işliyor, yapacağı şeye halkın bir kısmını veya ekseriyetini inandırıyor. Yani kamuoyu oluşturuyor. Ardından operasyonlara ve yargılamalara başlıyor. Hedef ve maksadına ulaşıncaya kadar kafasına koyduğunu devam ettiriyor. İşi bittikten sonra bırakıyor. Çünkü maksat hasıl olmuş oluyor. Tüm bu olup bitenlerden anladığım bu ülkede her şey algılar üzerine yürüyor. Savaş da oluşturulan algılar üzerinden yapılıyor. Ergenekon davasının 12 yıl sonra pardon şeklinde bitmesi bana çok şey öğretti. Daha bitmedi ama FETÖ davası ne şekilde biter? Bittiği zaman ne konuşuruz bilmiyorum. Bunu da zaman gösterecek. Umarım FETÖ davaları ve operasyonları bittiği zaman önceki davalarda duyduğumuz pişmanlığı duymayız. Umarım bizi birileri yine oyuna getirmiyordur. Umarım doğru yoldayızdır.

İleride olayların gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra pişmanlık duymak istemiyorsak,
*Duyduğumuz her habere ilk önce acaba mı demeliyiz. Haberi önce araştırmalıyız. Hucurat 6.ayetin gereğini yapmalıyız.
*Niyetimiz öç almak, intikam peşinde koşmak, birilerine had bildirmek değil, gerçeğin ortaya çıkması olmalı. Adaleti yanıltmamalı, yargıyı kendi süfli emellerimize alet etmemeliyiz. Yargıyı kendi haline bırakıp tarafsız olmayı bilmeliyiz. Görülmekte olan bir davanın biz ne hakimi ne savcısı ne de avukatı olmalıyız. Yargı bağımsız kararını geciktirmeden, mağduriyetler oluşturmadan vermeli. Verilen kararlarda kamu vicdanı rahatlamalı.
*Her daim soğukkanlılığımızı korumalıyız.
*Yanlış ve yanlı konuşan ve bu şekil karar veren müeyyide uygulanmalı.
*Görülmekte olan bir davada TV ve gazete aracılığıyla algı oluşturulmasına izin verilmemeli. Yayın yasağı konmalı.
*Bir işe kalkışılırken, birilerini yargılamaya kalkarken bu yargının bir gün kendimize de lazım olacağını bilmeliyiz.
*Pişman olmamak istiyorsak bin düşünüp bir hareket etmeliyiz. Çünkü son pişmanlık fayda vermez.





1 Temmuz 2019 Pazartesi

“Gençlik Nereye Gidiyor!” *

Her birimiz zaman zaman “Gençlik nereye gidiyor? Neslin gidişatı iyi değil. Gençler arasında ahlaksızlık aldı başını gidiyor…” şeklinde gençlikten dert yanarız. Bu soruya bir gencimiz cevap vermiş. Aynen aktarıyorum:

“Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum. Yazılarınızda sık sık “Gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor? Gençlik derken herhâlde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim. Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız, ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum.

Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok, yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?

Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?

Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken, birileri sınav sorularını ve sorularla birlikte gençlerin hayallerini çaldı ve geleceğimizi çürüttü. Bu soruları çalanlar lise öğrencileri miydi?

15 Temmuz’u planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyordu?

Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler hangi üniversitede okuyor?

Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen mi?

Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşında?

Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumlu?

Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve “Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçin.

Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?

Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.

Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz.

Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz. Ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz.

Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.

Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.

Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.

Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz!

Size bir şey söyleyeyim mi?

Yeni nesil pırıl pırıl. Hiçbir sıkıntı yok.

Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerde.

Son iki yılda kaç tane film çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor.

Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?

Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki. Ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yok! Kusura bakmayın! Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz!

Bu yüzden aranızda, “Yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakın!

“Senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetmişti!” diyerek demagoji de yapmayın!

Evet, 21 yaşındayım.

Ama Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değilim.

Çünkü benim babam II. Murat değil, hocam da Akşemseddin değil.

Kalın sağlıcakla…” Erol çavdar (http://keyifhane.net/genclik-nereye-gidiyor/)

Birçok gencin derdine tercüman olan bu gencimiz haklı değil mi? Bence yerden göğe haklı bu genç…

*08/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.