8 Haziran 2019 Cumartesi

Bayramda Tatile Gidenlere Kızdım. Kızdığımla Kaldım *


Son yıllarda dini bayramlarda eşiyle, dostuyla bayram yapma yerine sahil kenarlarına giderek tatil yapma âdeti yaygınlaşmaya başladı. Hele tatil 9 günü kapsıyorsa gözü tatilde olanlar aylar öncesinden uygun tatil yeri bulma yarışına giriyorlar. Onlar bayram tatilini fırsat bilip tatil hesabı yaparken geride kalanlar da boş durmuyorlar. Kendilerine bir meşgale buluyorlar. 

İşimiz, tatile gidenlere kızmak: "Vay efendim! Bayramı bırakıp tatil yapıyorlar. Bayramı anasının babasının yanında geçirmiyorlar. Bir de ağızlarını açtıklarında ülkede kriz var derler. Dünya kadar parayı beş yıldızlı otellere bırakıp geliyorlar. Bunlar düpedüz kriz edebiyatı yapan kişiler. Baksana, para yok diyorlar. Soluğu sahillerde alıyorlar. Ben ülkede kriz olduğuna falan inanmıyorum" şeklinde.

Bulduğumuz bu iş fena değilmiş hani. Onlar tatilini yaparken biz durmadan kızıyoruz onlara. Kızdığımızdan tatilcilerin haberi yok ama iş, iştir. Böylece birkaç bayram ziyaretçisi bir araya gelince kimse konu sıkıntısı çekmiyor. Laf dolaşıp gelip tatilcilere geliyor. Zenginin parası züğürdün çenesini yorar misali tatilciler  de ağzımızı yoruyor ama olsun. İş iştir. Onlara kızarak ne derece geleneklere bağlı kaldığımızı ortaya koyuyoruz. Bir de deşarj oluyoruz.

Bayramı bırakıp tatile gidenler de sessiz sakin gitmiyorlar. Gitmeden önce "Bu sene tatile gideceğim. Bir kafa dinlendireyim. Hem çocuklar için de bir değişiklik olur" diyorlar. Ardından otele yerleştikten sonra ardı arkasına ya durumdan ya sosyal medyadan ya da mesaj yoluyla "Biz şuradayız. Keyif çatıyoruz. Çatlayın e mi" dercesine durmadan fotoğraf paylaşıyorlar. Bu durumu gören sen, önce fesübhanallah çekiyorsun. Ardından istemeyerek de olsa ya "iyi tatiller" şeklinde yorum yazıyor ya da "Ben gidip tatil yapamadım. Sen bari bu tatilin kıymetini çıkar" dercesine beğeniyorsun.

Merak ediyorum bu tatile gidenler sessiz sakin niçin gitmezler tatillerine? Sonra bu paylaşımlardan muratları nedir? Paylaşmazlarsa çatlayıp ölecekler mi acaba?

Gelelim tatile gidenlere kızanlara...
*Tatilcileri evinize beklediniz de gelmediler mi?(Tatile gidip de tatil dönüşü bayram bittikten sonra bayram ziyaretine gelen olursa elinden geleni yapma hakkına sahipsin. Unutma. İştahını o zamana sakla.)
*Tatilcilerin evine bayram ziyaretine gittiniz de onları bulamayıp geri mi döndünüz? 
*Tatilcilerin ana babası size gelip "Bizim oğlan ve gelin bayramı bırakıp tatile gittiler. Ha ne olur, şunlara bir kız" olmaz mı dedi? Sonra anasının babasının sözünü dinlemeyen seni mi dinleyecek?
*Tatile gidenler tatil parasını gitmeyenlerin üzerine mi yıktı? Ha ne olur, bizim tatilin parasını bir çekin mi dedi?
*Tatile gidenlere kızmak onları yolundan vazgeçirdi mi? "Haklısın arkadaş, tatile gitmemiz uygun değil, vazgeçiyoruz" mu dedi?
*Tatile gidenler bizim yerimize şu işi yapıverin, biliyorsunuz biz tatilde burada yokuz" diye bize iş mi çıkardı?
*Sahi tatilcilere kızmak bize bir fayda getirecek mi?
*Bugün tatilcilere kızan bizlerin yarın aynı şeyi yapmayacağımızın bir garantisi var mı? Çünkü insanın ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş.

Hasılı bırakalım bu işi oluruna. İsteyen tatile gitsin, isteyen eşiyle dostuyla bayram yaparak gelenekleri yaşatsın. Ayıplayıp kızsak da kime söz geçirebiliyoruz günümüzde? En iyisi ağzımızın tadını bozmayalım.

*15/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Bayram Bereketliydi

Üç aylar, oruç derken bayrama girdik, yaptık ve geride bıraktık. Kendi adıma söyleyeyim bayram benim için bereketliydi. Neden derseniz? Siz yeter ki sorun. Anlatayım:

Bayram ziyaretime gelecek misafir sayısını bilemediğim için şu şeker, bu şeker, şu lokum derken fazlaca almışım. Gelene tuttuk. Geriye kaldı. Bundan sonra canım tatlı istedikçe ağzıma atıp ağzımı tatlandıracağım. Böylece çocukluğumda yiyemediğim, özlemini duyduğum şekerleri bu yaşımda yiyeceğim.

İkramlık tatlı, sarma ve içeceğin bana görünen bir masrafı olmadı. Çünkü hepsi el emeği, göz nuru idi. Malzemesi önceden alındığı için yapılan masraf bana pek dokunmadı. Sadece baklavada kullanmak için aldığım ceviz içi ocağıma incir dikti o kadar. Ev yapımı olduğu için bolca yiyip içmeme rağmen midem bozulmadı.

Bayramda ekmek çıkmaz diye bayram arifesinde aldığım beş ekmek bitmek bilmedi, bayram bitimi cuma günü kahvaltısında da kahvaltımıza eşlik etti. Bereketi getiren, ekmeğin bayat olmasıydı. Yedikçe üredi mübarek. Her sofrada bu ekmeği gördükçe ortaokul ve lise hayatımda kaldığım öğrenci yurdu aklıma geldi. Ekmek fazla yenmesin diye ekmeği bayatlatırlar, taze ekmek vermezlerdi. Yemesi biraz zor oluyor, boğazdan geçmiyor ama yedikten sonra hazmı kolay oluyor, taze ekmekte olduğu gibi mideye oturup kalmıyor. Bu şekilde ölmeyecek kadar yediğim için ekmek bitmek bilmedi. Hem ekmeği az yedim hem de bayram bayram bakkal, fırın, market dolaşarak ekmek alma ihtiyacı duymadım. Ekmek bulabilir miyim endişesi taşımadım. Böylece para da cebimde kaldı.  Sen yeter ki ayağını yorganına göre uzatmayı iste. O güzelim bayram yemeklerinin yanında bayat ekmek biraz yavan kaçtı ama olsun. Önemli olan karın doyurmak değil miydi? Doydu işte. Bu vesileyle kaldığım öğrenci yurdunun maksadını bu vesileyle daha iyi anlamış oldum. Anladım ki bayat ekmek berekettir. Çünkü yeme iştahını kesiyor, az yediriyor. Böylece kilo sorunu da yaşamayacağım.

Bayramı evimde ve sılayı rahimde geçirdim. Ulaşabildiğim eş, dost ve akrabaların gönlünü aldım. Bayram ziyareti için tatil yerlerine kendimi atmadım. Böyle yapmakla hem olması gereken örfümüzü yerine getirdim hem de tatile giderek para harcamadım. Param cebimde kaldı.

Keten pantolonun dışında bayramlık elbiseye para vermedim. Yine param cebimde kaldı.

Gördüğünüz gibi masraf diye bilinen bayram benim için fazla maliyetli olmadı. (Oğlanın her bayram almayı alışkanlık haline getirdiği bayramlığı saymıyorum tabi.) Hasılı bu ekonomik krizde en az maliyetli bu bayram bana moral verdi. 

7 Haziran 2019 Cuma

Nasıl Geldiysen Öyle Gidersin


Bazı insanlar bir koltuğa gelir, bir müddet o koltukta iş ve işlemleri yürütür, kendisine verilen direktifleri doğru-yanlış demeden yerine getirir. Çünkü getiriliş amacı budur. Bir süre sonra da altından o koltuk çekilir, koltuksuz kalır. Yerine bir başkası getirilir.

Ne var bunda? Bu bir bayrak yarışı; biri gider, biri gelir demeyin. Esas gümbürtü bundan sonra. Çünkü görevden el çektirilen veya tenzili rütbe ile bir yere gönderilen daha önceki bu koltuk sahibi, kendisine yapılanı kaldıramaz. İçine düştüğü durum kendisini yer, bitirir. Dün beni getirdiler, bugün götürdüler, buraya kadarmış demez. Kendisine büyük bir haksızlık yapıldığı psikolojisini yaşar durur. Ya içine kapanır, kimseyle konuşmaz, selamı sabahı keser ya da kapı kapı dolaşır, kendisine yapılan haksızlığın giderilmesini ister. Hepsine derdini anlatır, derman arar. Tüm bunları yaparken "Düşenin dostu olmaz" sözünü unutur elbet. Kime derdini açmışsa ya sessizce dinlemiştir birileri ya da "Üzüldük durumuna. Keşke elimizden bir şey gelse… Siz yine de sabredin. Bu yanlış düzeltilir elbet" denir. Adam bekleyecek de nereye kadar? Çünkü durulacak gibi değil. Bu durum ne yedirir ne içirir ne de yatırır. En son çare, yapılan haksızlığa dur demek ve geri görevine iade için idari mahkemesine baş vurur. İdari mahkeme ne zaman karar verir. Karar ne şekilde çıkar. Karar lehinde çıktığı zaman atamaya yetkili makam mahkeme kararını uygular mı bilinmez ama bu durum, beklediği her gün için bir ömre bedeldir.

Bir makamdan el çektirmek kişinin tahammül edebileceği bir durum mu? Değil elbet. Bu tip kişilere haksızlık yapılmış mıdır? Bilmiyoruz. Çünkü olayın perde gerisinde ne döndü bilinmez. Böyle bir durumun başınıza gelmesini ister misiniz? Doğaldır ki kimse bu muameleyi istemez. Hele hakkında soruşturma, inceleme yokken veya yüz kızartıcı bir şey yapmamışken habersizce "Şuraya, şu statü ile atandın" demek herhalde hiç şık değildir. Allah kimseye -düşmanına bile- böyle bir akıbet vermesin. Çünkü sevinilecek, oh olsun denilecek bir durum değildir.

Şimdi madalyonun öbür tarafına bakalım. Bir makamdan el çektirilen bu kişi, bu makama nasıl gelmiştir? Ne fark eder demeyin. Çünkü bir insanın gidişi, gelişi ile bellidir aslında. Daha doğrusu kişi bir makama nasıl gelmişse öyle gider. Eğer bir kişi bir makama bir başkasının mutsuzluğu üzerine gelmiş ise, eğer bu kişi bu makama gelirken koltuğu elinden alanı üzmüş ise, koltuğu elinden alınanın onuru korunmamış ise, eğer bu kişi bu makama getirilirken hiçbir kriter ve prensibe bağlı olmadan gelmiş ise kendisi de aynı muamele ile karşılaşacaktır. Yani aynı durumu yaşayacaktır. Üzülecek, tıpkı kendisinden önceki üzüldüğü gibi. Sevinecek, tıpkı kendisinden önceki, o koltuğa geldiğinde sevindiği gibi. İncinecek, tıpkı kendisinden öncekinin incindiği gibi. Koltuk sahibi iken yanında görünenlerin hiçbiri giderken yanında olmayacak, tıpkı kendisinden öncekinin yanında kimsenin olmadığı gibi. Kimse kendisinin mağdur olduğuna ve mağdur edildiğine inanmayacak, tıpkı kendisinin selefinin mağdur olduğuna inanmadığı gibi. Kimse elinden tutmayacak, tıpkı kendisinin başkasının elinden tutmadığı gibi. Yerine gelen halefi, kendisinin mutsuzluğu üzerine mutluluk kuracak, tıpkı kendisinin başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurduğu gibi. Hasılı değişmez kural "men dekka, dükka" sözü gereğince "eden bulur." Kendisi etmişti, buna da biri edecek. Kendisi başkasının canını yakmıştı, başkası da onu yakacaktır.

Bunun bir istisnası yok mu? Olmaz olur mu? Var elbet. Kişi bir yere, konan kriterlere şartları tutarak ehliyetli ve liyakatli bir şekilde gelir, görevini hakkiyle yapar. Vakti  geldiği zaman bayrağı bir başkasına devreder. Durum böyle olunca kimse o makama gelenin haksız bir şekilde gelmediğini, bu göreve layık olduğunu bilir. Kimse ayağını kaydırmaya çalışmaz, kimsenin bu makamda gözü olmaz. Herkes bu makam sahibini kabullenir. Kurumda amir ve memur ilişkisi daha sağlıklı yürür. Böyle bir durumda haksız yere görevden el çektirilirse haksızlığa dur demek için bağımsız mahkeme vaziyete dur der. Tabi böyle bir durumun ve sonucun olması için bir devlette devletin tüm organlarının sorunsuz ve yansız çalışması ve görevini yapması gerekiyor. Hukuk devletinde olması gereken budur. Eğer o devlet hukuk devleti değil de kanun devleti ise, kanunlar kişilere göre çıkarılır ve kaldırılır ise, o devlette oturmuş, prensipleri konmuş kriterler yok ise o devlette dağ(orman) kanunları geçerlidir. Ormanda ise aslanın sözü geçer. Sözü kanundur. Burada mağduriyetlere çözüm üretilmez. İşler ahbap çavuş ilişkisi üzerine yürür. Çavuş değişirse ahbap da değişir. 

Sen çavuşuna yan. Bir daha da prensibi ve kuralı olmayan, hak etmediğin koltuklara göz kırpma ve oturma.