1 Haziran 2019 Cumartesi

Aynı Namazda Hem İmam Hem de Cemaat Olmak

Teneffüs arasında ikindi namazımı kılmak için okul mescidine gittim. Başına takkesini giymiş altıncı sınıf bir öğrenci içeride namaza durmak üzereydi. Zaman zaman görürüm bu çocuğu namaz kılarken kah öğle namazında kah ikindi namazında. Duruşu ve görüntüsü itibariyle yaşından büyük bir olgunluğa sahip bir öğrenci. Arkadaşları çıkış ziliyle birlikte soluğu bahçede alırken bu çocuk kendini camiye atıyor. Namazını da öyle alelacele kılan biri değil, aheste aheste kılıyor. Dersine girmiyorum ama hoşuma gidiyor bu çocuk. Her karşılaştığımda da selam verir, hal-hatır sorar. Atasına rahmet! İnşallah bu samimiyeti aynen devam eder ve sayıları da artar.

Çocuğa cemaat olalım mı dedim. Olur dedi. İmam olur musun dedim. Olurum ama siz kıldırın dedi. Namaz kıldırmayı biliyor musun dedim. Bilirim dedi. Geç o zaman dedim. Kamet yapmaya başladım. Sağına saf tuttum. 

İftitah tekbirini aldı. Ben de ona uydum. Sübhaneke duasının ardından Fatiha süresini seslice okumaya başladı. Heyecandan olsa gerek dedim. Ama baktım okumaya devam ediyor. Ne yapayım ne edeyim derken en iyisi uyarayım dedim ve sübhanellah dedim. Bu sefer Fatiha okumayı bıraktı, sübhanekallahümme ve bihamdik diyerek sübhaneke duasını okumaya başladı. Uyardığıma da pişman oldum. Keşke hiç sübhanallah demeden ikindi namazını sesli kıldırmaya devam etseydi dedim içten içe. Sonunda iyi mi yaptım yoksa kötümü bilmiyorum, namazımı bozarak istersen ben kıldırayım dedim. Olur dedi. Yer değiştirdik. Bu sefer o cemaat ben imam oldum. 

Namazı bitirdikten sonra Allah kabul etsin. Sanırım heyecandan olsa gerek, öğle ve ikindi namazları imam içinden okur, öyle değil mi dedim. Evet öğretmenim dedi. Çıkıp giderken Erhan öğretmenime selam söyle, benim adım Şükrü dedi. Aleyküm selam dedim, ayakkabılarımı giyerek öğretmenler odasına geçtim. Erhan öğretmene "Şükrü'nün selamı var dedim. Öğretmen selamını aldı ve o öğrencinin annesi geçen yıl vefat etti dedi. Öyle mi? Demek bu çocuk anneden mahrum, öksüz bir çocuk desene dedim. Çocuğa bir kat daha sevgim arttı. Allah anne ve babasından razı olsun. İleride vatana ve millete faydalı olacak, yaşantısıyla örnek böyle bir çocuk yetiştirdikleri için anne ve babayı tebrik ediyorum. Annesine de Rabbim merhametiyle muamele etsin. Bu yaşta bu olgunluk ve anne yokluğunu metanetle karşılayan bu çocuğa helsl olsun. 

Benim için bu anekdot güzel bir anı oldu. Bu vesileyle kıldığım ikindi namazında hem imam hem de cemaat oldum.

Afüvvün ***

Furkan süresi 77.ayet mealinde Allah "Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin" buyurur. Peygamberimiz "Dua müminin silahıdır" der. Bu ayet ve hadisten anlaşıldığına göre dinimiz duaya büyük önem vermektedir.

Kur'an-ı Kerim'de Allah, peygamberlerin yaptığı duaları örnek olarak verir. Hadisi şeriflerde de peygamberimizin yaptığı dualara rastlıyoruz. Bu duaların hepsi bizim günlük hayatta yapmamız gereken güzel dualardandır. İşte o dualardan biri de "Allah'ım sen affedicisin, affetmeyi seversin. O halde beni affet" duasıdır. Hz Ayşe'nin "Ya Rasulallah! Kadir gecesine çıkarsam hangi duayı edeyim" sorusuna verdiği cevaptır bu. Bu duada dikkat çeken Allah'ın en güzel isimlerinden olan afüvvün duasıdır. Biz bu dua ile Allah'tan kendimizi affetmesini istiyoruz. Ki buna mecburuz ve muhtacız. Zira Allah'ın affı olmasa bizim halimiz harap. Çünkü her birimiz günah batağı içindeyiz. Sonra kim kurtarabilir mahşerde hesap verirken bizi? Elbette ona, onun afüvvün sıfat ve ismine sığınacağız. 

Biz, Allah'tan bilerek veya bilmeyerek yaptıklarımızdan dolayı affetmesini isteyeceğiz. Yalnız bu isteme "Rabbenâ, hebbanâ" olmamalı diye düşünüyorum. Nasıl ki Allah'ın bizi affetmesini bekliyoruz, biz de başkasını affetmeyi prensip edinmemiz gerekiyor. Suç işleyen insanlara bakış açımız "Seni Allah bile affetmeyerek" şeklinde insafsızca olmamalı. Sonra ne biliyoruz Allah'ın bağışlamayacağını yoksa Allah'tan vahiy mi geliyor bize? Böyle diyerek kimse haddi aşmasın. Zira O Allah'ın affı, merhameti, bağışlaması çok geniştir. Ki o Allah "İnsanlar suç işlediği zaman Allah onları yok etseydi, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı" buyurur Fatır süresinde. Şayet Allah böyle yapmasaydı orta yerde yasak ağacın meyvesinden yiyen Hz Adem kalmazdı, bir Kıpti’yi öldürdüğünden dolayı Hz Musa kalmazdı, kavmine helak vaki olunca kendisine buradan ayrılabilirsin denmediği halde muhitini terk eden Hz Yunus kalmazdı. Hz Adem, Hz Musa, Hz Yunus yaşamaya devam ettikleri gibi peygamberlik gibi bir şerefe nail olmuşlardır.

Demem odur ki suçla insafsızca mücadele edelim ama suçluya insafı elden bırakmayalım. Hata yapan ve suç işleyen insanımıza tekrar şans verelim. İşlediğim suçtan dolayı pişman oldum diyenin niyetini okumayalım. Çünkü niyetleri ancak Allah bilir. Biz ancak zahire göre hüküm verebiliriz. Suçla ve suçluyla mücadele ederken kantarın topuzunu kaçırmayalım. Adaleti elden bırakmayalım. Hak edene cezasını verirken aynı zamanda onurunu koruyalım. Hak edene öyle ceza verelim ki kesilen parmak acımasın. Suçlu hak ettim, halk ise adalet yerini buldu desin. Cezasını çeken insan tövbekâr olsun, yaptıklarından nedamet duysun. Haksız yere ceza aldığını söyleyerek devlete, devletin hâkimine ve savcısına diş bilemesin. Suçluya karşı bakışımız hem hâkim hem savcı hem avukat bakışı olmasın. 

Allah gibi affedici olmayız elbet. Ama affın suyunun suyunun suyundan nasiplenelim ve nasiplendirelim. Toplumsal barış için bu elzemdir.

***19/05/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Oruç Derdimiz Olmalı

Küçüklüğümde oruç uzun yaz aylarına gelmişti. Mevsim hasat mevsimiydi. Ailecek sahura kalkar, birlikte sahuru yapardık. Sahurdan sonra annem babam bizi yatırır, kendileri yatmaz, tarlaya giderlerdi. Öğleye kadar ekin direrler. Dirdiklerini at arabasına yüklerler, harmana getirirlerdi. Getirdiklerini ya patoza atarlar ya da iki atın arkasına taktıkları düvenle sapı tahılından ayıracak şekilde sürerlerdi. Öğle gibi de istirahate çekilirlerdi.

Ekin-harman işlerini yaparken asla oruç bozmazlar, hem oruçlarını tutarlar hem de işlerini yürütürlerdi. Elleri mahkum. Başka seçenekleri yoktu. Çünkü mahsul tarlada beklemez, aşırı sıcağın altında yanardı. Nasıl ki demir tavında dövülürse bu iş de zamanı gelince yapılması gerekiyordu. Büyüklerimiz oruç ekin-harman zamanına denk geldiğinde sahurdan öğleye kadar çalışma yolunu bulmuşlar. Bu çözümü bulan eski büyüklerime ancak şapka çıkartılır. Helal olsun onlara. Ki onlar bizim kadar dini bilgiye sahip değillerdi. Belki de çoğu okur-yazar bile değildi. Okumasını pat çat bilen de ya ilkokul terk ya da güç bela ilkokulu bitirmiş kimselerden oluşuyordu. Buna rağmen ne işten taviz vermişler ne de oruç ibadetini yerine getirmekten geri kalmışlar.

Günümüzde ekin harman işleri daha kolaylaştı. Bedenen çalışmanın yerini biçerdöver aldı. Hasat kaldırma işi fazla vakit de almıyor. Öyle zannediyorum sahurdan sonra işe giden de kalmadı. Eski insanların bedenen çalışarak tuttuğu orucu bugün kaç çiftçi tutuyor? Düşünmek lazım. Üstelik bugünün insanı okuma ve dini bilgi bakımından o günün insanına kaç çeker. Sanırım bu işler için bilgiden ziyade samimiyet ve duyarlılık gerekiyor.

Bu duyarlılık insanımızın çoğunda kalmadığı gibi maalesef devleti yöneten insanlarımızda da göremiyorum. Halbuki devletin görevi, vatandaşına hayatı kolaylaştırmak ve insanların dini duyarlılığını gözetmek olmalıydı. Pekala devlet bu uzun oruç günlerinde mesai kavramını gözden geçirebilir, mesaiyi geçmişte büyüklerimizin yaptığı gibi sahurdan sonra başlatabilir, öğle gibi mesaiyi bitirebilirdi. Sabah-öğle arasında mesaisini yapan insanımız iftara kadar istirahatini yapabilirdi. Öğrenciler için hakeza giriş ve çıkışlar düzenlenebilirdi. Operasyondan operasyona koşan profesyonel askerimizin dışında vatani görevini yapan askerlerimiz için oruç tutma kolaylığı sağlanabilirdi. Askerlerimiz askeri eğitim yapsalar eh oruçlarını tutmasınlar diyeceğim. Fakat mevcut askerlerimiz hayatın hiçbir safhasında ve harpte lazım olmayacak yanaşık düzen eğitiminden başka bir eğitim almıyor. En azından tüm erata olmasa bile oruç tutanlara kolaylık sağlanabilirdi. Öğrencilerin girmesi gereken merkezi sınavlar oruç dışında yapılacak şekilde planlanabilirdi. Maalesef hiçbiri yapılmıyor. Mesai bakımından diğer günler ile oruç günleri arasında bir fark bir ayrıcalık bir düzenleme bugüne kadar yapılmadı.

Tüm bunlar gayrimüslim bir ülkede olsa bu meseleyi asla gündeme almam. Ama tüm bu işler (oruca duyarsızlık) halkının ekseriyeti Müslüman bir ülkede yapılıyorsa  işte bu, benim zoruma gider. Devleti yöneten yetkililerden, iftara gösterdikleri hassasiyeti oruca da göstermelerini istiyorum. Orucu dert edinseler iyi olacak. Öyle dert edinmeliler ki oruç tutmak istemeyenlerin, arkasına sığınacakları bir mazeretleri olmasın.