Ana içeriğe atla

Oruç Derdimiz Olmalı

Küçüklüğümde oruç uzun yaz aylarına gelmişti. Mevsim hasat mevsimiydi. Ailecek sahura kalkar, birlikte sahuru yapardık. Sahurdan sonra annem babam bizi yatırır, kendileri yatmaz, tarlaya giderlerdi. Öğleye kadar ekin direrler. Dirdiklerini at arabasına yüklerler, harmana getirirlerdi. Getirdiklerini ya patoza atarlar ya da iki atın arkasına taktıkları düvenle sapı tahılından ayıracak şekilde sürerlerdi. Öğle gibi de istirahate çekilirlerdi.

Ekin-harman işlerini yaparken asla oruç bozmazlar, hem oruçlarını tutarlar hem de işlerini yürütürlerdi. Elleri mahkum. Başka seçenekleri yoktu. Çünkü mahsul tarlada beklemez, aşırı sıcağın altında yanardı. Nasıl ki demir tavında dövülürse bu iş de zamanı gelince yapılması gerekiyordu. Büyüklerimiz oruç ekin-harman zamanına denk geldiğinde sahurdan öğleye kadar çalışma yolunu bulmuşlar. Bu çözümü bulan eski büyüklerime ancak şapka çıkartılır. Helal olsun onlara. Ki onlar bizim kadar dini bilgiye sahip değillerdi. Belki de çoğu okur-yazar bile değildi. Okumasını pat çat bilen de ya ilkokul terk ya da güç bela ilkokulu bitirmiş kimselerden oluşuyordu. Buna rağmen ne işten taviz vermişler ne de oruç ibadetini yerine getirmekten geri kalmışlar.

Günümüzde ekin harman işleri daha kolaylaştı. Bedenen çalışmanın yerini biçerdöver aldı. Hasat kaldırma işi fazla vakit de almıyor. Öyle zannediyorum sahurdan sonra işe giden de kalmadı. Eski insanların bedenen çalışarak tuttuğu orucu bugün kaç çiftçi tutuyor? Düşünmek lazım. Üstelik bugünün insanı okuma ve dini bilgi bakımından o günün insanına kaç çeker. Sanırım bu işler için bilgiden ziyade samimiyet ve duyarlılık gerekiyor.

Bu duyarlılık insanımızın çoğunda kalmadığı gibi maalesef devleti yöneten insanlarımızda da göremiyorum. Halbuki devletin görevi, vatandaşına hayatı kolaylaştırmak ve insanların dini duyarlılığını gözetmek olmalıydı. Pekala devlet bu uzun oruç günlerinde mesai kavramını gözden geçirebilir, mesaiyi geçmişte büyüklerimizin yaptığı gibi sahurdan sonra başlatabilir, öğle gibi mesaiyi bitirebilirdi. Sabah-öğle arasında mesaisini yapan insanımız iftara kadar istirahatini yapabilirdi. Öğrenciler için hakeza giriş ve çıkışlar düzenlenebilirdi. Operasyondan operasyona koşan profesyonel askerimizin dışında vatani görevini yapan askerlerimiz için oruç tutma kolaylığı sağlanabilirdi. Askerlerimiz askeri eğitim yapsalar eh oruçlarını tutmasınlar diyeceğim. Fakat mevcut askerlerimiz hayatın hiçbir safhasında ve harpte lazım olmayacak yanaşık düzen eğitiminden başka bir eğitim almıyor. En azından tüm erata olmasa bile oruç tutanlara kolaylık sağlanabilirdi. Öğrencilerin girmesi gereken merkezi sınavlar oruç dışında yapılacak şekilde planlanabilirdi. Maalesef hiçbiri yapılmıyor. Mesai bakımından diğer günler ile oruç günleri arasında bir fark bir ayrıcalık bir düzenleme bugüne kadar yapılmadı.

Tüm bunlar gayrimüslim bir ülkede olsa bu meseleyi asla gündeme almam. Ama tüm bu işler (oruca duyarsızlık) halkının ekseriyeti Müslüman bir ülkede yapılıyorsa  işte bu, benim zoruma gider. Devleti yöneten yetkililerden, iftara gösterdikleri hassasiyeti oruca da göstermelerini istiyorum. Orucu dert edinseler iyi olacak. Öyle dert edinmeliler ki oruç tutmak istemeyenlerin, arkasına sığınacakları bir mazeretleri olmasın.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde