Ana içeriğe atla

Afüvvün ***

Furkan süresi 77.ayet mealinde Allah "Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin" buyurur. Peygamberimiz "Dua müminin silahıdır" der. Bu ayet ve hadisten anlaşıldığına göre dinimiz duaya büyük önem vermektedir.

Kur'an-ı Kerim'de Allah, peygamberlerin yaptığı duaları örnek olarak verir. Hadisi şeriflerde de peygamberimizin yaptığı dualara rastlıyoruz. Bu duaların hepsi bizim günlük hayatta yapmamız gereken güzel dualardandır. İşte o dualardan biri de "Allah'ım sen affedicisin, affetmeyi seversin. O halde beni affet" duasıdır. Hz Ayşe'nin "Ya Rasulallah! Kadir gecesine çıkarsam hangi duayı edeyim" sorusuna verdiği cevaptır bu. Bu duada dikkat çeken Allah'ın en güzel isimlerinden olan afüvvün duasıdır. Biz bu dua ile Allah'tan kendimizi affetmesini istiyoruz. Ki buna mecburuz ve muhtacız. Zira Allah'ın affı olmasa bizim halimiz harap. Çünkü her birimiz günah batağı içindeyiz. Sonra kim kurtarabilir mahşerde hesap verirken bizi? Elbette ona, onun afüvvün sıfat ve ismine sığınacağız. 

Biz, Allah'tan bilerek veya bilmeyerek yaptıklarımızdan dolayı affetmesini isteyeceğiz. Yalnız bu isteme "Rabbenâ, hebbanâ" olmamalı diye düşünüyorum. Nasıl ki Allah'ın bizi affetmesini bekliyoruz, biz de başkasını affetmeyi prensip edinmemiz gerekiyor. Suç işleyen insanlara bakış açımız "Seni Allah bile affetmeyerek" şeklinde insafsızca olmamalı. Sonra ne biliyoruz Allah'ın bağışlamayacağını yoksa Allah'tan vahiy mi geliyor bize? Böyle diyerek kimse haddi aşmasın. Zira O Allah'ın affı, merhameti, bağışlaması çok geniştir. Ki o Allah "İnsanlar suç işlediği zaman Allah onları yok etseydi, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı" buyurur Fatır süresinde. Şayet Allah böyle yapmasaydı orta yerde yasak ağacın meyvesinden yiyen Hz Adem kalmazdı, bir Kıpti’yi öldürdüğünden dolayı Hz Musa kalmazdı, kavmine helak vaki olunca kendisine buradan ayrılabilirsin denmediği halde muhitini terk eden Hz Yunus kalmazdı. Hz Adem, Hz Musa, Hz Yunus yaşamaya devam ettikleri gibi peygamberlik gibi bir şerefe nail olmuşlardır.

Demem odur ki suçla insafsızca mücadele edelim ama suçluya insafı elden bırakmayalım. Hata yapan ve suç işleyen insanımıza tekrar şans verelim. İşlediğim suçtan dolayı pişman oldum diyenin niyetini okumayalım. Çünkü niyetleri ancak Allah bilir. Biz ancak zahire göre hüküm verebiliriz. Suçla ve suçluyla mücadele ederken kantarın topuzunu kaçırmayalım. Adaleti elden bırakmayalım. Hak edene cezasını verirken aynı zamanda onurunu koruyalım. Hak edene öyle ceza verelim ki kesilen parmak acımasın. Suçlu hak ettim, halk ise adalet yerini buldu desin. Cezasını çeken insan tövbekâr olsun, yaptıklarından nedamet duysun. Haksız yere ceza aldığını söyleyerek devlete, devletin hâkimine ve savcısına diş bilemesin. Suçluya karşı bakışımız hem hâkim hem savcı hem avukat bakışı olmasın. 

Allah gibi affedici olmayız elbet. Ama affın suyunun suyunun suyundan nasiplenelim ve nasiplendirelim. Toplumsal barış için bu elzemdir.

***19/05/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde