31 Mayıs 2019 Cuma

Gevezeyim Geveze!

2010 yılında yeni görev yerime atandığımı duyan yardımcım; kimdir, necidir, nasıl biridir, ben kiminle çalışacağım, gelecek kişi ile uyumlu çalışabilir miyim diye daha önceki çalıştığım ilçede görev yapan tanıdığı birine beni sormuş. "Ha şu çok konuşan mı" demiş kendisine sorulan kişi benimle ilgili. Yani geveze imişim. Madem söz benden açıldı. Beraber irdeleyelim. Geveze olup olmadığıma birlikte karar verelim.

Bana sorarsanız çok konuşan biriyim ama geveze olduğumu bugüne kadar hiç kabul etmedim. Bu konuda haklı olduğumu, bana yapılan bu ithamın düpedüz bir iftira olduğunu düşünüyorum. En azından böyle olmadığıma kendimi inandırmaya çalışıyorum. Kendimi inandırabildim mi? Halen değil ama ikna konusunda pes etmiş değilim.

*Sessizliği sevmem. Nerede bir sessizlik görsem dalarım.

*Konuşanı sevmem. Varsa yoksa ben konuşacağım. 

*Konuşulan konu hoşuma gitmezse araya girer, gündemi kendim oluştururum. Hiçbir şey yapamasam pişmiş aşa su katar, konuyu sulandırırım.

*Bir konuda yeterli donanıma sahip miyim demem. Her konuda fikrimi söylerim. Konuşacak sözüm bitse bile sözü kimseye vermem. Dediğimi bozuk plak gibi döner döner, bir daha söylerim.

*Konuşurken biri üzülecek mi, kırılacak mı demem, sözümü tartmadan salarım ortaya. Sözlerim bazen cuk diye oturur, tasvip görür; bazen de pot olarak bana döner, pişmanlık duyarım.

*Başka konuşanları yeterince ciddi dinlemem.

*Her lafa, her kişiye cevap veririm.

*Yaptıklarından dolayı insanları eleştirmeye bayılırım.

*Şu konuda susayım demem, her konuda fikrimi söylerim. Kendi fikrimden başka fikirleri kolay kolay benimsemem. Varsa yoksa benim fikrim, en iyi fikirdir. 

*Konuşurken yorulmam. Konuştukça açılırım, yeter ki bir dinleyen olsun. Tek üzüntüm uykuda iken konuşamamak. Her uykumu kayıp saatlerim olarak değerlendiririm. Bundan dolayı uykusuzluk ilacı bulsam gözümü kırpmadan içeceğim. 

*Satranç oynamayı severim. İyi de oynarım. Kolay kolay yenilmem. Yenilirsem bu yenilgiyi belli etmesem de kolay kolay hazmedemem. Bir sessizlik ve bir seviye oyunu olmasına rağmen satranç oynarken bile konuşurum. Geçmişte benimle sürekli satranç oynayan ve yenilmeye doyamayan biri, ben ayrıldıktan sonra arkamdan "Ben aslında bunu yenerim. Bakmayın siz yenildiğime. Ben bunun oyununa değil, çenesine yeniliyorum" dermiş. Ben daha sonra bunu başkasından duyar, gülerdim.

*Geçmişi çok tekrarlar, kıyaslarım. Konuşmamın aralarında bol bol örneklendirme yaparım. Bazen verdiğim örneklerden sözü nereye getireceğimi unutur ama pes etmez, yine konuşmaya devam ederim.

*Konuşmalarımda kinaye, hiciv, telmih, mizah eksik olmaz. Kırar incitirim. Yalnız kalınca kırdım, bir daha yapmayayım desem de kalabalığı görünce yine döktürmeye devam ederim. 

Bu yazımda hep kendimden bahsederek biraz bencil davrandım ama işte ben böyle biriyim. Şimdi sorarım size: Ben geveze biri miyim diye. Cevabınız evet ise size teessüf eder, alınır ve kırılırım. Kırılınca kırar dökerim. Yok fazla konuşmuyorsun derseniz aklın yolu birdir. Ben de aynı kanaatteyim. Şimdi size başka bir soru sorayım: Benim gibi çok konuşan başka biri var mı? Var, olmaz mı diyorsanız benim tek eksiğim mikrofonsuz ve ekransız olmaktır herhalde. 

Allah az konuşanlardan ve konuştuğunu ölçüp tartanlardan eylesin. Söz gümüş ise sükut altındır sözünü prensip edinenlerden ve taş yerinde ağırdır sözü gereği ağır olmayı tercih edenlerden kılsın.

Yokluğa Terk Ettiklerimiz

Geçen yaz birlikte aynı okulda görev yaptığımız eski bir öğretmenim telefonla aradı. Kendisine ismiyle hitap edince "Numaramı silmemişsin" dedi. Niçin sileyim dedim. "Ne bileyim? Silmişsindir diye düşünmüştüm. “Evine yakın bir yerdeyim. Müsaitsen bir çay içelim" dedi. Kalkıp yanına vardım. Birlikte birkaç bardak çay içtik. Ne yapıyorsun, nerelerdesin, ne yiyip ne içersin dedim. “Malum KHK ile ihraç edilenlerdenim. Bir yıl boyunca iş aradım. Bu şehirde iş bulamadım. Eskişehir'de iş buldum. Eşim merkezde bir okulda görev yapıyor, bense günlük 150 km gidiyor, bir o kadar da geliyorum" dedi. Hakkında dava açıldı mı, durumun ne dedim. Mahkeme takipsizlik verdi ama MEB başlatmadı, dedi. Özel okulda aldığın ücret yeterli mi, geçinebiliyor musun dedim. Şükür! Zorlansam da geçiniyorum. Rızkı veren Allah dedi. Biraz daha lafladıktan sonra vedalaşıp ayrıldık.
*
Bugün haftalık sebze ihtiyacımı karşılamak için muhitime yakın bir başka semt pazarına gittim. İftar öncesi hızlı bir şekilde alışverişimi yapmak için sergilere göz atarken "Abi, selamün aleyküm. Nasılsın" diye ismimle seslendi. Başımı kaldırıp baktığımda KHK ile ihraç edilen eski bir okul müdürüydü bana seslenen. Üç yıldır görmemiştim kendisini. Ayaküstü lafladık biraz. Geri dönmedin mi soruma hayır cevabı aldım. Ne iş yapıyorsun dedim. Sanayide çalışıyorum dedi. Ne işi dedim. "İş güvenliği belgem vardı. Onun üzerine bir işte çalışıyorum. Er-rizku ale'llah, rızık Allah'tandır. Derdim haksızlık" dedi. Rızık, eyvallah dedim. Vedalaşıp ayrıldık.
*
İkisinin durumuna da üzüldüm. İlk anlattığım öğretmenle en son üyesi olduğu Eğitim Bir sendikasından istifa edip Aktif Sen sendikasına geçtiğini duyduğum zaman kendisini telefonla arayıp ne işin var o sendikada? Yanlış yapmışsın demiştim. Tabii ne fayda? İkinci anlattığım okul müdürüyle okullarımız yakın olması hasebiyle zaman zaman toplu ulaşım araçlarında karşılaşır, laflardık. O da Aktif Sen üyesiydi. Bazı zamanlarda söz döner dolaşır Paralel yapıya gelirdi. Yapıyı savunurdu. Ben de kendisine savunduğunun yanlış olduğunu söylerdim.

15 Temmuz'dan sonra aynı durumda olan birçok kişi gibi bu ikisi de görevden el çektirildi. Tüm uyarılara rağmen sinsi yapı ile bağlarını koparmamalarından dolayı çok masum sayılmazlar. Elbette bir bedel ödemeleri gerekiyordu. Ama bu bedel görevden atılma ve ekmeğiyle oynamak olmamalıydı. Çünkü ekmeğiyle oynamak ve bunu uzatmak maalesef kişileri terbiye etmez. Hazırında devlete düşman eder ve bunların çocukları da devlete karşı düşman yetişecekler diye düşünüyorum.

Burada yapı ile zamanında bağını koparmayanları savunacak değilim. Güvenliğini emniyete almak için devlet elbette tedbirini alacak ve bunlara karşı bir rezerv koyacaktır. Ama bunun cezası kapı dışarı etmek olmamalıydı. Pekala bu tip kişileri pasif göreve atayarak ekmeğini kesmeden gözetim altında tutabilirdi. Bunlara stratejik öneme sahip ve güvenliği tehlikeye atacak yerlerde görev verilmeyebilirdi. Çünkü görevden alınan bu kişiler içimizde yaşamaya devam ediyorlar. Bunları kamudan atmakla iş bitmiyor. Bizim bu durumumuz evimizin pisliğini kapı önüne atmaya benzer. Kapının önünü temizlemez isek dışarıdaki pislik her halükarda evin içine geri gelecektir.

Hasılı darbenin içinde aktif olarak görev almamış kişilerle ilgili devletin farklı bir adım atmasında fayda var. Bu adım toplumsal barışa katkı sağlayacaktır. Çünkü bu ülkenin buna her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.

29 Mayıs 2019 Çarşamba

Dişlerim ve Kürdan

Cebimde kürdan eksik olmaz. Olur ya bir şey yerim de dişlerimin kovuğunda bir kırıntı kalırsa elini cebime atar, dişlerimi karıştırırım.

Ramazan geldi, cebime kürdan koymaz oldum. Koyup da ne yapacağım sonra. Bir şey yiyip içtiğimiz mi var sanki. 

Gündüz nereden aklıma geldiyse elimi gömleğin cebine bir attım. Nereden geldi ya da ne zaman koyduysam cebimde bir kürdan var. Üstelik hiç de kullanılmamış. Küs gibiydi bana. Beni niye kullanmıyorsun, unuttun mu beni der gibiydi. Nasıl, nerede, niçin kullanacaksın sonra? Çünkü ihtiyaç olmadı. Sabahın 3,40'ında ağzımızı bir kapatıyoruz, akşam 20,10'a kadar ne yiyebiliyor ne de içebiliyoruz. Çünkü ramazanın uzun günlerindeyiz. 

Neyse kürdanım, kusura bakma. Şunun şurasında ramazanın bitmesine ne kaldı. Sen en iyisi iştahını birkaç gün sonrasına sakla. Seni kullanırım mutlaka. 

Gerçi böyle diyorum ve ne olur ne olmaz diye cebimde kürdan bulundurmaya devam ediyorum ama çoğu zaman da ihtiyaç olmuyor. Çünkü diş kalmadı. Kalan dişler de birbirine küs gibi ayrık ayrık duruyor. Sanki iğreti ve misafir gibi duruyorlar. Aralarından araba geçirsem geçecek. 

Bugünden geçmişe bakıyorum. Neydi o inci gibi dişlerim. Öyle sıkı saf tutmuşlardı ki aralarından iğne geçmezdi. Geleni parçalar ve öğütürdü. Bana mısın demezdi. Ya şimdi? Bazısı benden bu kadar deyip çekip gitti. Kalanlar da gönüllü değil. Ne sıcağa geliyor ne de soğuğa. Serti istemiyor. İstediği yumuşak olacak. Çok uğraşmadan öğütüp mideye gönderecek. Ne gidip emekli oluyor ne kalıp görevimi layıkıyla yapayım diyor. Sanki devlet memuru gibi. İşini yapmadığı gibi çoğu zaman isyanlara oynuyor, tehditler savuruyor. Bak çeker giderim diyor. Bazen de gerçekten çekip gidiyor. Giderken de sessiz sedasız gitmiyor. Büyük bir vaveylâ koparıyor. Bana da derin bir acı bırakıyor, sanki doğum sancısı verdiği.

Aslında çok şey istemiyorum dişlerimden. Anca beraber kanca beraber diyorum.  Öbür dünyaya beraber gitmek.  Yani vefa istediğim benim. Şunun şurasında ne kaldı gitmeme. Ha ne olur, oyunbozanlık etmese de biraz sabretse… Beni yeni diş taktırma işiyle uğraştırmasa. Haydi taktırdım diyelim. Aslın yerini tutmuyor ki sonradan gelen. İşlevini yerine getirmiyor. Sadece ağzımın içinde kalabalık edecek. 

Hasılı dişlerim! Bil ki yaptığın vefasızlıktır, su koyuvermedir. Alacağın olsun!